Uluslararası Hukuk Kapsamında Suriye Türkmenlerinin Durumu ve Geleceği
Suriye sahasında yaşanan sokak hareketlerinden dolayı Türkmenlerin önlerine birtakım fırsatlar çıkmıştır. Türkmenlerin geldiği nokta itibari ile bu fırsatlardan yararlandıklarını söylemek pek mümkün değildir. Ancak verilen emeklerin ve şehitlerin kanı boşa gitmemesi açısından birtakım çalışmaların yapılmasında da fayda görülmektedir. Her ne kadar Türkmenler meseleyi silahlı mücadele ve siyasi uğraşlar olarak telakki etse de bu mücadelenin başka kulvarlarda da yapılması zaruridir. Bu alanlardan birisi de ulusal ve uluslararası hukuktur. Özellikle de Türkmenlerin haklarının güvence altına alınması ve Türkmenlerin yıllar boyunca maruz kaldıkları haksızlıkların ve ihlallerin tazmin edilmesi konusunda hukuki mücadelenin de verilmesi, hayati bir meseledir.
Genel itibari ile hukuk mücadelesinde karşımıza iki tür hukuk disiplini çıkmaktadır. Bu disiplinler, belli bir hiyerarşi ve kurallar üzerine kurulu olan ulusal hukuk disiplini ile devletler arası ilişkileri ve anlaşmaları düzenleyen ve birtakım ilkeler üzerine kurulu olan uluslararası hukuk disiplinidir. Son zamanlarda uluslararası kurumların ve bireylerin de müdahil olması ile birlikte uluslararası hukuka birtakım eklemeler yapılmıştır. Bu eklemeler neticesinde hakları gasp edilen ve mücadeleleri göz ardı edilen devlet olmayan toplulukların mücadeleleri ve hakları da uluslararası hukuk disiplini kapsamına girmiştir.
Uluslararası Hukuk kavramı, adından da anlaşıldığı gibi bazen uluslararası ilişkilerin bazen de hukukun bir alt disiplini olarak ele alınmaktadır. Zira uluslararası hukuku, karar koyucu ve uygulayıcıları dışında salt olarak kanunlar hüzmesinden ibaret olduğunu düşünmek, sağlıklı bir yaklaşım değildir. Bu nedenle uluslararası hukuk, daha büyük birimler ve uluslararası kişiliğe sahip olan devletleri, örgütleri ve devlet niteliği kazanmamış toplulukları kapsayan ve ilgilendiren bir alandır. Makro düzeyde bir konu olmasına rağmen iç hukuka nazaran bağlayıcılığı ve uygulanabilirliği zayıf olması nedeni ile çoğu zaman soyut bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır.
Uluslararası Hukuk disiplini, genel hatları ile ülkeler ve örgütler arası ilişkileri, anlaşmaları ve ihtilafları konu alarak her türlü çatışmayı önleme amacı taşımaktadır. Bu kavram, özellikle de devletler arası çatışmaların dünya savaşlarına dönüşmesi sonrası önem kazanmıştır. Ulus devletlerin kurulması ve imparatorlukların dağılması ile birlikte dini, mezhepsel, etnik ve dilsel farklılıklar ortaya çıkmıştır. Bu farklılıkların doğru bir şekilde anlaşılmamasından kaynaklı devletler arası birtakım anlaşmazlıklar meydana gelmiştir. Bu anlaşmazlıklar, tarihi, sosyal, kültürel ve dini sorumlukları olan ülkeler ile yeni kurulan ülkeler arasında sorunlara yol açmıştır. Birden fazla ülkeyi ilgilendirmesi bakımından bu meseleler, uluslararası hukukun da alanına girmiştir.
Savaştan galip çıkan ülkeler, kendi ve kendi dışında kalan devletler arasında ortaya çıkan ve çıkacak olan sorunları gidermek için 1. Dünya Savaşı sonrası Milletler Cemiyeti ve alt kuruluşlarını kurmuşlardır. Milletler Cemiyeti, uluslararası hukuk kavramının modern anlamda pekişmesini sağlamıştır. Ancak Milletler Cemiyeti’nin sorunları çözme noktasında yetersiz kalması ve 2. Dünya Savaşı’nın çıkması, uluslararası kurumlar ve hukuka olan güveni zayıflatmıştır. Ancak aktörlerin değişmesi ve sömürgelerin bağımsızlık mücadelesini kazanması ve sıcak savaşların yerini soğuk savaşlara bırakması ve buna binaen yeni blokların oluşması, uluslararası hukuku oldukça önemli bir disiplin hâline getirmiştir.
Uluslararası Hukuk, özellikle de yeni düzen içerisinde haksızlığa uğrayan topluluklar için yeni bir mücadele alanı olmuştur. Bu bağlamda uluslararası hukuk, bağımsızlığını yeni kazanan ve birçok sorunla karşı karşıya kalan Türk devletleri kadar devlet olamayan Türk toplulukları için de önem arz eden bir konu olmuştur. Türk devletleri arasında ilişkiler belli bir düzeyde ilerler iken bu iyi ilişki durumu devlet olmayan Türk topluluklarında neredeyse yok denecek kadar kötü bir durumdadır. Bu topluluklarda hem yaşadıkları ülkelerle ilişkilerde hem de Türk Dünyası ile ilgili münasebetlerde bu ilişki halkası kayıptır.
Devlet olamayan Türk topluluklarında yaşanan büyük ihlallerin önüne geçecek ve haklarını güvence altına alacak bir takım kurum ve mekanizmaların kurulması önem arz etmektedir. Ayrıca Devlet niteliği kazanamamış Türk toplumlarının Türkiye başta olmak üzere tüm Türk Devletler Teşkilatına üye ülkelerden doğal hakları olan kültürel, soydaşlık, dilsel ve tarihsel haklar olmak üzere birtakım haklar talep edilmelidir. Özellikle de siyasi sebeplerden dolayı ülkelerinden ayrılmak zorunda kalan Türk soylulara iltica hakkı verilmelidir. Bu haklar yalnızca Türkiye ile sınırlı kalmamalıdır. Bu talepler, tüm üye ve gözlemci ülkelere de taşınmalıdır.
Suriye Türkmenleri, 1918 yılında imzalanan Mondros Mütarekesi ile Türk devletinden koparılmış ve yalnızlığa terk edilmiştir. Savunmasız ve kimsesiz kalan Suriye Türkmenleri, bin bir türlü mezalime maruz kalmışlardır. Gerek Fransa mandası altında iken gerek ise uydu rejimler döneminde Türkmenlerle ilgili hiç kimsenin bir girişimi olmamıştır. Başta Suriye olmak üzere birçok Arap ülkesinde çıkan sokak hareketleri ile Türkmenlerin önüne birtakım fırsatlar gelmiştir. Türkmenler, bu fırsatı iyi bir şekilde değerlendirmek üzere birtakım mücadeleler vermişlerdir. Bu mücadeleler sonucunda şu ya da bu sebepten dolayı Türkmenler, birçok maddi ve insan kaybına uğrar iken bunun karşılığında pek bir şey elde edememişlerdir.
Yüz yılı aşkın bir süre sonra gelen bu fırsat uğruna verilen varlık mücadelesi, boşa gitmemesi ve heba edilmemesi için Türkmen toplumunun bir dizi girişimlerde bulunması gerekmektedir. Bu mücadele, devletin birlik ve bütünlüğüne bağlılık göstermek kaydıyla eşitlik ve vatandaşlık ilkesinden hareketle genel haklardan yararlanmanın yanında Türkmenlere özgü kültürel, eğitim, dilsel ve sosyal hakların güvence altına alınması şeklinde değerlendirilmesi mümkündür. Ayrıca üzerinde anlaşılacak haklar, uluslararası merciler tarafından da kayıt altına alınmalı ve Türkiye garantör ülke olmalıdır.
Türkmenlerin doğal haklarının sınır ve kapsamı, Türkmenler hakkında verilecek kararın hukukî statüleri kapsamında çizilmelidir. Bu bağlamda işe Türkmenlerin Suriye'de azınlık mı yoksa kurucu unsur mudur sorusuna cevap aramakla başlanılmasında bir beis yoktur. Zira bu statüler arasındaki farkın ve avantaj ile dezavantajlar iyi bir şekilde analiz edilmeli ve bu statüye bağlı olarak haklar talep edilmelidir. Özellikle de Suriye konusunda kafası karışık olan dünyanın karşısına ne istediğini bilen bir toplum olarak çıkmak, müzakerelere bir adım önde çıkma imkânı verecektir.
Türkiye, üst düzey Türk yetkililerin de ifade ettiği gibi er ya da geç Suriye'den çekilecek ve Suriye’yi Suriyelilere bırakacağını birçok kez dile getirmiştir. Eğer böyle bir çekilme gerçekleşecek ise Ortadoğu’nun gelecek yüz yılı dizayn edilir iken Türkiye, Suriye'den elini kolunu boşa sallayarak bir şekilde çekilmemeli, tam aksine birtakım güvenceler alarak ve birtakım anlaşmalar yaparak çekilmelidir. Bu anlaşmalar, Türkiye ve Türkmenler için bir dizi güvence ve hakları içermelidir. Çünkü Türkiye ve Türkmenlerin bölge üzerindeki hakları ve sorumlulukları yanında vermiş oldukları bedellerin de bir karşılığı olmalıdır.
Bu anlaşmalar kapsamında terör, güvenlik, ekonomik ayrıcalıklar, sığınmacıların geri dönüşü ve Türkmenlerin haklarına yönelik başlıklar olmalıdır. Zira bölgemiz yeniden bir savaşa sürüklenmemesi ve terör örgütlerinin yuvasına dönüşmemesi için Türkiye’nin eli güçlü olmalıdır. Ayrıca savaşın başladığı günden beri milyonlarca Suriyeliyi misafir eden Türkiye’nin kayıpları tazmin edilmeli ve yeni bir göçün yaşanmaması için Türkiye’ye birtakım ayrıcalıkların ve yetkilerin verilmesi gerekmektedir. Bunlara ek olarak Türkiye'de uzun yıllar Suriyeli muamelesi gören Türkmenler, soydaşlar grubu içerisine alınmalıdır. Türkmenlerin Suriye'de yaşam hakları güvence altına alınana kadar hiçbir şekilde zorunlu göçe tabi tutulmamalılardır. Suriye’ye dönmeyen ya da dönemeyen Türkmenlerin hakları muhafaza altına alınmalıdır.
Uluslararası hukuk kapsamında Türkmenlerin yalnızca yaşamları değil aynı zamanda kültürel hakları da iyi tespit edilmeli ve garanti altına alınmalıdır. Zira Türkmenlerin eğitim, dil ve kültürel hakları, Türkiye’nin Suriye konusunda yapacağı anlaşma kapsamına dahil edilmelidir. Türkmenlerin asimilasyonunun önüne geçmek adına Türk kültürünün araştırılması, yaşatılması ve yaygınlaştırılması zaruridir. Bu çerçevede Türkmenler için kültür merkezleri ve dil okulları kurulmalıdır. Ayrıca Türkmenlerin ana dili de olan Türkiye Türkçesinde eğitim hakları koruma ve güvence altına alınmalıdır.
Bu garantörlük kapsamında dikkat edilmesi gereken hususlar özetle şöyledir:
- Türkiye Açısından:
- Türkiye, Suriye içlerine yönelik terör örgütleri ile mücadele amacıyla 30 km derinlikte müdahale hakkına sahip olmalıdır.
- Türkiye, Suriye ile MEB anlaşması yapmalıdır.
- Taşınmazlar sorunu çözüme kavuşturulmalıdır.
- Halep'in tarihi mekanları Türk kültür dairesine mensup olduğu için bu yerlerin restorasyonunda Türkiye, başat rol almalıdır.
- Türkmenler Açısından:
- Türkmenlerin mağduriyetleri tazmin edilmelidir.
- Türkmenler, siyasi olarak azınlık kabul edilmesi durumunda siyasi hakları adil bir şekilde verilmeli ve bu haklar, uluslararası bir anlaşma yanında anayasa tarafından da güvence altına alınmalıdır.
- Türkmenlerin ana dilde eğitim ve kültürel hakları güvence altına alınmalıdır.
- Türkmen bölgeleri, doğal sınırları göz önünde bulundurmak kaydıyla yeniden idari olarak düzenlenmelidir.
Sonuç itibari ile Türkiye’nin Suriye’den çekilmesi ya da Suriye’de kalması durumunda en önemli husus garantörlük meselesidir. Türkiye, Suriye ile olası bir anlaşmada garantör ülke olmalıdır. Suriye’de mevcut rejimin ya da rejimin değişmesi durumunda kurulacak yeni rejimin anlaşmaya riayet etmemesi durumunda Türkiye'nin çıkarlarını ve Suriye’de bulunan soydaşlarının haklarını korumak için Kıbrıs örneğinde olduğu gibi garantör ülke olmalıdır. Türkiye bu işi şansa ve oradaki rejimlerin merhametine bırakmamalıdır. Anlaşmanın uygulanması ve korunması için en etkin yöntemlerden birisi de denetim mekanizmasıdır. Bu bağlamda Türkiye, varılan anlaşmanın denetimi sırasında Suriye rejiminin bu anlaşmaya uymadığını fark etmesi sonucunda Suriye’ye karşı yaptırım mekanizmasını devreye sokmalı ve garantörlükten doğan haklar mucibince müdahale etmelidir.