Türkiye’deki Terör Eylemleri ve 13 Kasım Taksim Saldırısı
Hazırlayan: Elif Ekin Doğan
Misafir Konuşmacı: Arş. Yazar Ömer Kalaycı
Türkiye’deki Terör Eylemleri ve 13 Kasım Taksim Saldırısı
Ömer hocam merhabalar ben Elif Ekin Doğan. Hacettepe uluslararası ilişkiler son sınıf öğrencisiyim. Bugün Türksam adına sizinle dün gerçekleşen taksim patlaması ile ilgili röportaj yapacağım. Vaktinizi ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.
Sizce terör saldırılarının asıl amacı nedir? Topluma korku salmak neden terör örgütlerinin sürekli başvurduğu bir yöntemdir?
Merhabalar, Kolay gelsin çalışmalarınızda başarılar dilerim. Her şeyden önce dünkü terör eyleminden ötürü vefat edenlere taziye dileklerimi sunuyorum. Türk milletinin başı sağ olsun. Yaralılara da acil şifalar diliyorum. Birinci sorunuz terör saldırılarının amacıyla ilgili, terör örgütlerinin kullandığı yöntemler zamanla değişik haller almaya yönelmiştir. Özellikle terörün siyasallaşma noktasında kullanılan yöntemler de terör örgütlerinin saldırılarını daha çok psikolojik yöne itmiştir. Dolayısıyla zaten terör eylemlerinin pek çok amacı olduğu gibi, amaçlarından biri ve bence en önemlisi, yapılan eylemin toplum üzerindeki psikolojik etkisidir. Bunun tabi ki çarpan etkisi de değerlendirildiğinde aslında terör eylemini sadece hükümetlere, mevcut otoriteye yönelik ya da ideolojik amaçlı yapılmış veya diğer saiklerle işlenmiş olmanın ötesinde saldırının, gerçekleştirilen eylemin toplum üzerindeki baskısı ve psikolojik etkisi çok önemlidir. Tabi topluma terör; yıldırmak, korku salmak anlamlarını ifade ettiği gibi, toplum üzerindeki korku nedeniyle terör örgütlerinin gerçekleştirdiği ya da terör örgütlerine gerçekleştirilen eylemler; arka plandaki örgütlere destek veren ülkelerin gerçek mesajlarını da içerebilmektedir.
Türkiye’de gerçekleşen terör eylemleri 2015-16 yıllarında oldukça yüksekti. Özellikle sivillere yönelik büyük şehirlerde gerçekleşen intihar saldırıları ya da uzaktan patlatılan bombalar gibi pek çok yönteme maruz kalındı. 2016’dan bu yana sivillere yönelik saldırılar neredeyse yok seviyesine inmişti. Şimdi tekrar artmasındaki sebep sizce ne olabilir?
Dünyadaki tüm ülkeler değil belki ama daha çok ülkemiz başta olmak üzere teröre maruz kalan ülkeler ve devletler, uluslararası örgütler, hatta sivil toplum kuruluşları, özellikle şirketler artık politikalarını terörizm olgusunu gözeterek uygulamaktadırlar. Dolayısıyla terörizm ve terör farklı anlamları bünyesinde barındırsa da terörizm beşerî manada pek çok olgu üzerinde doğrudan ya da dolaylı olarak etki yaratmakta ve bundan dolayı da dünkü saldırıdan da görüleceği üzere etki yaratmaya da devam etmektedir.
Malumunuz terör ve terörizmle ilgili pek çok şey anlatılır, yazılır, çizilir. Özellikle 2001’deki 11 Eylül Terör saldırıları uluslararası ve küresel anlamda terörizmle mücadelenin başlangıcı olarak kabul edilir. Burada Amerika, Avrupa Birliği‘ndeki ve bağlı ülkelerin 11 Eylül’de gerçekleşen terör olaylarından sonra terör örgütlerin olarak öne çıkan El Kaide IŞİD bilinmektedir. Yani ben parçalanmış El Kaide atomunun güçlü çekirdeği olarak bakıyorum IŞİD’e. Dolayısıyla El Kaide ve türevleri ile ilgili onlara yönelik müzakere değil de mücadele yöntemini esas aldılar ve terör saldırısını NATO'nun 5. Maddesinin bir gereği, unsuru olarak gördüler. Ve bunun akabinde de Afganistan’a ve arkasından bağlı ülkelere girmeye başladılar.
Ama sürekli nedense hep bize şey söylenmiştir. Yani bizim ülkemize terör sizin iç sorununuz denmektedir. Bakınız daha dün gerçekleşen terör saldırısından sonra New York Times World’ün yazmış olduğu bir makale var. Makalenin başlığını ve içeriğini de okuduğunuzda terör eyleminin gerçekleştiği Taksim’i ve İstiklal Caddesi’ni, milyonlarca turistin gelip gezdiği bir yer olarak lanse etmekte ve terör eyleminin sanki turistlere yönelik bir eylem olarak gerçekleştiği yönünde bir yanıltıcı bir propaganda yapmaya çalışmaktadır. Oysa orada katledilen masum sivillerdir. Ne yazık ki terör örgütlerinin sivil masum ayırt ettiği yoktur. Devlet memurlarına da sivillere yönelik de geçmişten günümüze kadar işlenen terör saldırılarında da bunu görmekteyiz. 2015 ve 2016 evet çok net örnekler.
Bunun öncesinde biliyorsunuz hükümetin Oslo'da, Norveç'in başkentinde, başlatmış olduğu bir çözüm süreci dönemi vardı. Türkiye'ye de zaten onun öncesinde defaatle ve sıklıkla özellikle Avrupa Birliği tam üyelik sürecinde de masaya oturulması taleplerinin daha çok ön plana çıktığı dönemleri hatırlıyoruz. Aslında Avrupa Birliğinin Türkiye'den beklediği taleplerle, örgütün ileriye sürmüş olduğu taleplerin benzerlikler olduğunu da görüyoruz. Burada mesele Türkiye Cumhuriyeti Devleti terörizmle mücadele ederken, diğer terör örgütlerine pek çok destek sağlayan ülkelerin, çıkar ve menfaatleri olan ülkelerin; Türkiye'nin terörizmle mücadelesini çok farklı noktalara getirip Kürtlere yönelik bir mücadele yapıldığı ile ilgiliydi.
Yani 2015 ve 2016’daki terör eylemlerinin sivillere yönelik gerçekleşmesinde pek çok saldırılar, uzaktan patlatılan bombalara maruz kalınmıştı. 2016’dan bu yana da sivillere yönelik saldırılar neredeyse yok seviyesine inmişti ama hiç bu olmadığı anlamına gelmez. Yani terör örgütü belirli dönemlerde mevcut otoriteye ya da beklentileri olan ülkelere yönelik belirli birtakım mesajları bu tarz yöntemlerle veriyor. 2016’dan bu yana sivillere yönelik saldırılar neredeyse yok seviyesindeydi ama bunun tekrar artmasının tabii ki birkaç tane sebebi olabilir. Yani bunu net söylemek şu anda mümkün değil. Ama görebildiğimiz şudur; Türkiye'nin içinde yapılan terörle mücadele farklı bir boyuta gelmiştir. Biliyorsunuz 2011 itibariyle Suriye'de başlayan iç savaş, Türkiye'nin içerisindeki örgüte mensup militanları Suriye’nin kuzeyine doğru kaldırmıştır. Dolayısıyla Suriye’nin kuzeyinde gerçekleştirilen şu andaki terörle mücadele kapsamında üç ayrı askerî harekât noktasında gerçekleştirilen ve Irak’ın kuzeyinde gerçekleştirilen terörle mücadele kapsamındaki askeri operasyonlarda örgüt bir daralmaya, bir sıkışmaya evrilmiştir.
Dolayısıyla buradan her sıkıştığında da örgüt, belirli bir takım kimyasal silah kullanıldığı ile ilgili ya da Kürtlere yönelik terörle mücadele değil de bu askeri operasyonların Kürtlere yönelik yapıldığı ile ilgili pek çok şeyi ileri sürmüştür. Sınır ötesinde yapılan harekatlarda terör örgütünün sıkıştığını, örgütün militanlarının dağılma ve teslim olma sürecini de değerlendirdiğimizde bunu görebiliyoruz net olarak. Dolayısıyla bu anlamda tekrar eylemlerin gerçekleştirilmiş olmasını da buna bağlıyoruz. Ancak tabii ki sıkıntı olan şudur: Türkiye’nin sınırlarıyla ilgili bir taraftan sınır ötesinde askeri operasyonlar yapılırken, sınırların da kevgire dönmüş olması, açık kapı politikasının uygulanması; esasen sınır ötesinde yapılan terörle mücadeledeki tüm çabayı aslında zayıf düşürecek bir konuma getirmektedir.
13 Kasım’da taksimde gerçekleşen saldırının arkasında İçişleri Bakanımız PYD ve PKK’nın olabilme ihtimalinin yüksek olduğunu dile getirdi. Sizce başka bir örgüt olma ihtimali var mı?
Tabii bu konuda benim elimde çok fazla bilgi yok. Ben de sosyal medyadan ve açık kaynaklardan olayı takip ediyorum. İstanbul emniyetinin vermiş olduğu bilgiler doğrultusunda ve tabii devletin üst makamlarının yapmış olduğu açıklamalar doğrultusunda olayı değerlendirdiğimde, 13 Kasım’da Taksim'de gerçekleştiren terör eyleminin arkasında başka bir örgütün olma ihtimaliden ziyade aslında bizim bakmamız gereken nokta dünkü saldırıda terör eyleminin gerçekleştirilmesinde kullanılan patlayıcılar. Bu patlayıcılar bizi aslında bu eylemin arkasında hangi örgütün olduğu ile ilgili doğru adrese gönderecektir diye düşünüyorum. Zira dünkü gerçekleştirilen terör eyleminde kullanılan patlayıcının TNT olduğu ile ilgili İstanbul emniyetinin vermiş olduğu bir bilgi var. Bunu doğru kabul edip buradan olayı değerlendirdiğimizde şöyle bir şey çıkıyor aslında ortaya. Geçmişte pek çok terör örgütü ve PKK'nın da bombalı eylemlerinde daha çok kullandığı, fuel oil ve sıvı olarak kullanılan amonyum nitrat gibi değişik maddeler vardı. Dolayısıyla dünkü saldırıda kullanılan patlayıcıların TNT olması ve TNT patlatılırken, yani bununla beraber yanımda kullanılan diğer patlayıcılarının da kolay bir şekilde elde edilemeyeceği bilinen bir gerçektir. Bunların tedariki noktasında bazı okumalarımız var. Tabi bu okumalarımız özellikle 2013 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Suriye'de özellikle terör örgütlerine sağladığı, PKK ve YPG' ye de sağlamış olduğu silah ve mühimmatların içerisinde bu patlayıcıların da olduğu pek çok defaatle yazılan makalelerde ve köşe yazılarında dile getirildi. Dolayısıyla oradan yola çıktığımızda kullanılan TNT maddesinin ve bunun yanındaki diğer patlayıcı malzemelerin Amerika tarafından tedarik edildiği ve temin edildiği noktasında ciddi kanıtlar var. Dolayısıyla başka bir örgütün olma ihtimali ve İçişleri Bakanlığı’nın yapmış olduğu açıklamadaki örgütten ziyade ; daha çok eylemde kullanılan patlayıcı menşeinin izi sürülürse bize aslında bu işin temelinde arkasında kimlerin olduğu ve hangi terör örgütüne bunu yaptıkları ile ilgili zaten kesin bir çerçeve çizecektir.
Türkiye bu tarz saldırıları engellemek için sizce neler yapmalıdır? Şu anda söylendiği gibi terörle mücadele gerçekleştiriliyor mu?
Terörle mücadele çok kapsamlı, çok boyutlu, çok farklı başlıkları bünyesinde barındıran bir olgudur. Yani terör örgütleri malumunuz pek çok insanın bildiği ve düşündüğü anlamda dış destek boyutu olmadan uzun süre varlığını idame ettirecek ya da ayakta kalacak yapılar değildir. Yani dış destek de sadece siyasi destek anlamında değil, terör örgütlerinde finans kaynağından tutun da lojistik, eğitim, kamp yeri gibi pek çok desteği bünyesinde barındıran bir arka bir güç var, bir kuvvet bulunmaktadır. Bunu tek bir ülkeyle sınırlı tutmak da doğru değildir. Değişik dönemlerde şöyle bir gerçek var: güç mücadelesine giren ülkeler, aktörler, konvansiyonel anlamda birbirleriyle savaşmak yerine, terör örgütlerini örtülü operasyonlar adı altında kullanmaktadır. Soğuk Savaş döneminde de bu yapılmıştır. Günümüzde de bu yapılmaktadır.
Günümüzde de hedef ülkelerden belirli bir takım siyasi tavizlerin alınabilmesi maksadıyla terör örgütlerinin kullanarak terör eylemleri gerçekleştirilmektedir. Bunun arkasında dediğimiz gibi hedef ülkelerdeki çıkarları olan büyük güçlü ülkeleri görmekteyiz. Terör örgütlerine zaman zaman, dönem dönem farklı ülkelerin de destek verdiğini görüyoruz. Doğrudan ya da dolaylı olarak bunu Suriye'de gördük, Irak’ta gördük, Libya'da gördük, İran'da gördük. Geçmiş dönemde Sovyet Rusya’nın da desteklediğini biliyoruz. Günümüzde Amerika'nın, Suriye'nin kuzeyindeki PYD/YPG'yi binlerce tır dolusu silah ve mühimmatla, hatta askeri bir şekilde eğit-donat kapsamı adı altında eğittiğini bir ordulaştırdığını da görüyoruz. Artık bunlar o kadar gerçek ki, işin bir bu boyutu var. Bir de dış destek boyutuyla mücadele edilmeden, terörizmle mücadelenin zayıf kalacağı, dolayısıyla çok daha uzun soluklu, sağlıklı yollar alınamayacağını düşünüyorum. Mesela bir örnek vermek istiyorum size. “ETA” terör örgütünün bitirilmesinden ziyade, tamamen minimize edilmesiyle ilgili İspanya'nın terörizmle mücadelesinde bir kırılma noktası oldu. Tabii bunun öncesinde farklı bir gelişme de oldu. “GAL” adı altında bir örgüt kuruldu. ETA terör örgütüne bağlı teröristlerin izini sürdüler ve bunlar İspanya'dan Fransa'ya kaçtıklarında teröristleri orada etkisiz hale getirdiler. Fransa bu durumun kendi üzerine yıkılacağını gördüğü için terörizmle mücadelede ETA’ya vermiş olduğu desteği kesti. Dolayısıyla, Fransa İspanya ile ETA’ya yönelik bir iş birliğine girdi terörizmle mücadelede. Çünkü burada dış destek boyutu vardı ve İspanya Fransa'nın ETA terör örgütüne destek verdiğini biliyordu. Fakat bunu kestirebilmesi için de çok farklı bir yöntem kullanıldı. Yani yöntemler çok. Yani bunu uzun uzadıya belki de bu başlı başına bir konudur.
Nasıl yöntemler uygulanabilir? İşin silahlı mücadele noktasında, Türk emniyeti, Türk istihbaratı, Türk Silahlı Kuvvetleri oldukça hassas ve gereken önemi zaten veriyorlar ve bu noktada ve defaatle başarılı oldular. Zaten burada iş diplomatik ve diğer alanlarla ilgili. Yani terörizmle mücadelede bir ekonomi boyutu var, bir finans boyutu var, bir sosyo-kültürel boyutu var. Kamuoyunu yaratamıyoruz biz maalesef. Özellikle dünya kamuoyunu biz yaratamıyoruz. Belirli birtakım güçlerin terör örgütleri onlara göre öncelik olarak NATO'da dahil buna ; onların mücadele etmesi gereken terör örgütleri başka bir boyutta. Ama 1960'ların sonları itibariyle bizim birebir etnik, bölücü terör örgütü ile mücadele ettiğimiz konumda geldiğimiz nokta itibariyle bizim yapmış olduğumuz terörle mücadelede maalesef bizim yalnız başımıza kalmamızı da yani çok farklı anlamda değerlendirmek lazım.
Türkiye terörle mücadelede etkindir. Türkiye'nin şu andaki iktidarı ile birlikte terörizmle mücadelede şüphesiz etkin olduğu yönler vardır. Ama terörizmle mücadeleyi çok geniş kapsamda değerlendirdiğimizde, sınırlarımızın kevgire döndüğü bir ortamda terörizmle mücadele ne kadar sağlıklı yürütülebilir? Bakınız dünkü gerçekleşen terör saldırısındaki militanın Suriye’nin kuzeyinde belirli bazı noktalarda eğit iki eğitilen militanlardan bir tanesi olduğu ortaya çıktı. Ve çok gariptir aynı zamanda Suriyeli, Arap. Hatta yayınlanan açıklamalarda Suriye vurgusu da yapılmıyor. Bu da ayrı bir tabi düşünülmesi gereken bir olay.
Yani burada bir mücadele yürütülürken; Irak’ın kuzeyinde Suriye’nin kuzeyinde, sınırların bu kadar çok açık olmasıyla gerek Suriye’den gerekse Suriye’nin haricinde diğer ülkelerden gelen insanların ne olduğu belli olmuyor. Bakınız bu ileride yani dünkü saldırının devamının başka bir yerde olması ihtimalini ortaya koyuyor. Ve buna karışan buna alet olabilecek Suriye'de eğitim görmüş ya da diğer ülkelerden gelen sığınmacılardan tedarik edildiğini düşünülürse, bu kadar korkunç bir şey ki yani ben bunu şimdi cümlelere bile vurmakta çok zorlanıyorum. İmtina ediyorum. Korkunç bir olay. Yani özellikle son üç dört yıldır bölücü örgütün militan bulma noktasında hiç de sıkılmadığını, ülke dışında, sınır ötesinde dahi o kadar kolay militan elde edebilip örgüte eleman sağladıklarını görebiliyoruz. Ve bunlar dünkü eylemi gerçekleştiren profildeki kimliğe sahip olabilecek insanlar. Hatta bakınız Suriye ile bizim sınırımız çok çok uzun. Dolayısıyla oradaki sığınmacıların içerisinde herkes olabilir. Yani biz ülkemize gerçekten sığınmacı mı besliyoruz, yoksa gerçekten oradaki terör örgütlerine bulaşmış ya da onlarla ilişkide olan ya da istihbarat servisleri ile ilişkide olan insanları mı besliyoruz? Bu da tam net değil.
Ama dünkü hadise bize şunu gösterdi: Terörizmle mücadeleyi Türkiye yıllardan beri yapıyor. Evet özellikle son yıllarda ciddi anlamda bir mücadelenin olduğunu görüyoruz. Bunun daha da ileri boyutlara gitmesini istiyoruz ancak bir taraftan kaş yaparken diğer taraftan göz çıkartıyoruz maalesef. Yani sınırların bu kadar çok kevgire dönmüş olduğu bir ortamda terörizmle mücadele yeterli olmaz. Dolayısıyla terörizmle mücadele, sadece işin silahlı boyutuyla gerçekleştirilebilecek bir mücadele şekli değildir. Bunun farklı versiyonları vardır, bunları da uygulamak gerekir. Özellikle bunun arkasındaki yapılanmalarla, yani terörün arkasındaki güç odaklarıyla da ilgili belirli birtakım bilgiler devletin elinde vardır. Toplumu ve kamuoyunu gerçekten bu konularda bilinçlendirmek; toplum ve kamuoyu baskısını, terör eylemlerinden oluşan korku, psikolojik baskıyla değil başka şeylerle oluşturmak gereklidir. Devletin bizzat bu işin arkasında ya da bu işin yapılmasına etki eden güçleri ortaya çıkaracak noktalarda açıklamalar yapıp hem bilinçlendirme hem de oralara yönelik bir uluslararası bir kamuoyu göstermek lazım. Yani batıda biz şunu çok gördük, yıllardır bölücü terör örgütünün, -bunu derken PKK'yı kastediyorum- burada sivillere yönelik eylemler yapmadığı, sadece devleti ve devlete bağlı emniyet güçlerine yönelik eylemler gerçekleştirdiği ile ilgili onların kafasında bir algı var. Tabii bu algı yanlı bir algıdır. Orası hiç tartışmasız. Ancak şöyle bir şey var, Bakınız siviller mağdur olduğunda ya da siviller terör eylemlerinde öldüklerinde bile inanın kabul etmekte zorlanıyorlar. Çünkü onlara sürekli şu söyleniyor: Biz Türk devletini hedef alıyoruz, sivillerle bir işimiz yok.
Yani terörle mücadelede Türkiye etkin midir? Bence etkin değildir. Yani etkin olabilmesinin çok daha farklı yöntemleri var, Çok daha yapılacak şeyler var, yani bir İsveç, Finlandiya’nın NATO'ya bağlanması ile ilgili yapılacak şeyler var. Şimdi belki konu çok farklı alanlara gidiyor ama yani buralarda gösterilen beklentiler ya da vurgular çok farklı bir yerde. Terör örgütünün ve terör örgütlerinin arkasında hedef ülkede çıkarları olan güçlü aktörlerin olduğu artık bir gerçek. Bunları zaman zamanda araç ve aparat olarak kullandıkları da aşikâr. Yoksa hiçbir terör örgütünün mensubu, terörist militanı, anayasanın 66. maddesini okuyarak, buna karşı gelerek dağlara çıkmıyor. Her şeyden evvel bir kere Türkiye'de bir şeyin adını tam olarak net koymamız lazım. 40 yılı aşkın bir zamandır biz terörle mücadelede bir şeyin adını koyamadık. Yani Kürt diye tutturdular. Türkiye'de Kürt sorunu yoktur. Türkiye'de bölücü PKK terör örgütü sorunu vardır. Dolayısıyla yani bir şeyin adını iyi koymak lazım, sağlam koymak lazım. İyi analiz edersek mücadele yöntemlerinde iyi stratejiler izleriz. Bunlar da bizi sağlıklı sonuca ulaştırır diye düşünüyorum.
Türkiye uzun zamandır sınır ötesi operasyonlar düzenliyor. Bu operasyonlar sizce terörü engellemek için yeterli düzeyde mi ya da işe yarıyor mu? Daha farklı neler yapılabilir?
Sınır ötesinde yapılan terörle mücadele kapsamında uluslararası hukuktan doğan haklarımız da ortaya konarak gerçekleştirilen askeri operasyonlarla, Türkiye'nin içerisindeki terörle mücadele bence farklı değerlendirilmeli. Yani Suriye’nin kuzeyinde üç ayrı noktada gerçekleştirilen ve Irak’ın kuzeyinde gerçekleştirilen askeri operasyonlar işin başka bir boyutudur. Ülkemizin içerisindeki terörle mücadele konusu da çok farklı anlam taşıyor. Zira sınır ötesindeki yapılan operasyonlar şüphesiz terörle mücadelede etkin rol oynamaktadır. Ancak bu operasyonlarla orada başlangıç itibariyle orada oluşabilecek bir PKK koridorunun ya da onların diliyle söylenilen üç ayrı bölgede oluşturulacak kantonların birleştirilmesiyle Akdeniz'e açılacak bir koridor önlenmiş oldu. Dolayısıyla orada yapılan mücadele doğru bir mücadeledir. Bunun devam etmesi gerekiyor. Ancak oradaki terörle mücadelede Türkiye yalnız başınadır. İşin başka bir boyutu daha vardır. Yani orada Rusya vardır, farklı güçler vardır, odaklar vardır. Dolayısıyla yani şunu söylemek istiyorum ki, keşke bugünkü hükümet 2011 Suriye iç savaşı ile ilgili küresel güçlerin başlatmış olduğu politikalarda Suriye'nin iç meselesiyle ilgilenmenin ötesinde özellikle 2013 ten sonra bölücü terör örgütü PKK'ya yönelik bir takım birliktelikler, iş birliği gerçekleştirmiş olsaydı. Ya da bugünkü gibi terörle mücadelede yalnız başımıza kalmış olsak bile keşke gücünü kuvvetini eforunu zamanını oraya doğru yönlendirmiş olsaydı fevkalade başarılı sonuçlar alacaktık diye düşünüyorum.
Türkiye’nin sınır güvenliği politikalarının yaşanan bu patlamayla ilgisi ne düzeydedir? Sınır güvenliği açısından alınabilecek daha farklı önlemlerin bu tarz olayların önüne geçebileceğini düşünüyor musunuz?
Şüphesiz 13 Kasım'da Beyoğlu ilçesine bağlı İstiklal Caddesinde gerçekleşen terör eylemine ve terör eylemini gerçekleştiren profile de baktığımızda sınır güvenliğinin şimdiye dek hiç olmadığı kadar çok daha ciddi olduğunu ve sınır güvenliği ile ilgili ciddi önlemlerin bir an önce alınması gerektiğini görüyoruz. Zira bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaş olarak ve ben, Türkiye'nin ulusal güvenliği konusunda, yıllardan bu yana terör ve terörizmle etnik bölücü unsurlarla yapmış olduğum çalışmalarda bir kez daha anladım ki sınır güvenliği, özellikle bizim gibi geçiş ülkesi olan, pek çok anlamda geçiş ülkesi olan, jeopolitik bir konumda olan ülke için son derece önemlidir. Yani daha önceki sorularınızın içerisinde vermiş olduğum yanıtlarda da ifade etmeye çalıştım. Sınır ötesinde gerçekleştirmiş olduğunuz mücadeleler belli bir noktada sizi askeri anlamda başarıya götürebilir. Ancak siyasi anlamda ya da ülkenin güvenliği ile ilgili tam olarak sizi başarıya ulaştırmış mıdır? Hayır. Dün yaşanan terör eyleminde biz bunu gördük. Dolayısıyla Türkiye'nin bir an önce Ottaea Sözleşmesi’ni ciddi anlamda sorgulaması gereklidir. Ve benim düşüncem Ottawa Sözleşmesi’nden çıkmamız gerektiği ile ilgilidir. Yani biz ülkemize dayatılan sığınmacıları kendi ülkemizde tehdit unsuru olarak görüyoruz. Düşünün Avrupa bir taraftan destek veriyor ve biz bunları burada beslemeye devam ediyoruz. Ancak kimleri beslediğimiz konusunda, kimlere burada daha ne kadar uzun süre bakacağımız konusunda ciddi endişelerimiz var. İşte dünkü olay, bunu gösteren en çarpıcı bir tablo. Terörle mücadelede çok farklı yöntemler var. Terörle mücadelede çok farklı, etkin olabileceğimiz gerek sınır ötesinde gerek bunun Avrupa boyutunda. Ancak daha önce de dediğim gibi bir taraftan mücadele yaparken diğer taraftan da sınırlarımızın kontrolsüz bir şekilde ardına kadar açık olması kabul edilebilecek bir durum değildir.
Son olarak eklemek istediğiniz Taksim Patlamasına yönelik dikkat çekmek istediğiniz bir konu var mıdır?
Taksimde gerçekleştirilen terör eylemi, bunun ülkemizde son bulmayacağı ile ilgili artık bir gerçeği ortaya koymaktadır. Zira terör yeni bir olgu değildir. Yani uluslararası literatürde pek çok terör ve terörizmin tanımı vardır. Bu kavram üzerine pek çok tanımlama yapılmış, yapılmaya çalışılmıştır. Ama uluslararası alanda ortak bir terörizm tanımı ya da terör kavramının netliği üzerinden mutabık olunacak bir tanım yoktur. Bu da zaten bir kavramın artık yapılamadığı ile ilgili ortaya pek çok örnek gösteriyor.
Zira terörizmden nemalanan, terörizmden birtakım şeyler elden, siyasi ya da farklı alanlarda elde etmek isteyen güçler vardır. Dolayısıyla bu durum sihirli değnekle terör ve terörizmin kavramlarının uluslararası alanda ortak bir tanımının olmasıyla da bitmiyor. Terörizmle mücadele çok farklı bir şey. İş birliği çok farklı bir şey. Çünkü bu konuda uluslararası alanda yürütülen çalışmalar şimdiye dek beklenen sonuçları vermedi. 11 Eylül 2001’den sonra özellikle terörizmle mücadeleyi Haçlı Seferleri’ne benzetenler oldu. Gelen tepkiler üzerine bu değiştirildi, farklı anlamlar yüklendi. Ama söz konusu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin terörizmle mücadelesi olunca bizim terörizmle mücadelemiz de siyasal anlamda farklı yerlere dönüştürüldü. Biz bunu Avrupa özelinde Batı genelinde şöyle görüyoruz: “tırnak içerisinde söylüyorum, siyasal kürtçülükle, bölücü terör örgütünü eşdeğer pozisyonda görüp değerlendirmeye aldılar”.
Dünkü İstiklal Caddesi’nde gerçekleştirilen terör eyleminin bu coğrafyada, bu ülkede son olmayacağını bir kez daha gördük. Ancak bu demek değildir ki terörden tırsacağız, terörden korkacağız, yılacağız. Hayır, böyle bir şey değil. Terörizmle mücadele edeceğiz. Terörizmle mücadele bir devlet politikası olmalı. Terörizmle mücadele yürütülürken bu mücadele sadece iktidar bazlı değil ya da işte politik, siyasi malzeme edilmeden, bir devlet politikası şeklinde uygulanmalıdır. Çok uzun vadeli akılcı politikalar uygulanması gereklidir. İşin bir Türkiye gerçeği var. Bir bölgesel gerçek var. Siyasallaşma çabalarında bir uluslararası pozisyon almış terörle karşı karşıyayız. İleriki dönemde özellikle bu son vurguladığım cümle ile işin siyasallaşma mücadelesinin farklı bir boyuta geldiğini göreceğiz. Bununla ilgili çok daha farklı şeyler yaşayacağız. Dolayısıyla bunlardan kaynaklanacak belirli birtakım eylemler de olabilecektir. Terör tam anlamıyla biter mi? Hayır ama bunu minimize edersiniz. Bunun kökünü kurutabilmeniz için pek çok ülkeyle iş birliği yapmak zorundasınız.
Yapılan birtakım anlaşmalardan -Ottowa Sözleşmesi’nden bahsediyorum burada-, bizim ülkemizi, bizim insanımızı, milletimizi, Türk milletini, Türk devletini tehdit eden her şeyden çekilip, kendi milli terörle mücadele stratejimizin politikalarımızın oluşturulması gerekiyor. Buradan kaçış noktamız yok. Yani biz uluslararası alanda terörizm kavramını tanımlayan birtakım insanların yola çıkması ile yola çıkamayız. Bu kendimize has bir şey, dolayısıyla bu mücadeleyi bizim Ankara merkezli vermemiz gerekiyor. Bu konuda çok büyük beyin fırtınalarının yapılması, çok konferansların düzenlenmesi gerekiyor. Terörizmle mücadelede etkin olabilmemizin pek çok yolu ve yöntemi var. Her şeyden evvel milli birliğin sağlanması lazım. Birtakım siyasilerin yapmış olduğu terörü lanetliyoruz sözleriyle bu kısıtlanmamalı. Büyük organizasyonlar gerçekleştirilmeli. Sıcağı sıcağına bunu dünya kamuoyuna, uluslararası kamuoyuna göstermeliyiz. Türk milleti, devleti ile birlikte bir bütün; terörle mücadelede ve teröre karşı bir bütün olduğumuzu göstermemiz gerekiyor. Yoksa sarf edilen sözler, yazılanlar, çizilenler hepsi boşta kalacak gibime geliyor. Böyle bir tedirginliği de yaşamıyor değilim.