Kurumumuz Bünyesinde Stajyer Alınacaktır.

13 Şubat 2023

Staj Başvurusu
Kurumumuz Bünyesinde Grafik Tasarım Uzmanı Alınacaktır!

13 Mart 2023

İş Başvurusu
DUYURULAR
Uluslararası Hukuk Çerçevesinde Doğu Akdeniz ve Türkiye

Tunus’un doğusunda kalan coğrafya olarak tanımlanan Doğu Akdeniz, üç kıtanın birleştiği deniz alanı ve ticaret için uygun bir deniz yolu olması nedeniyle tarih boyunca stratejik bir öneme sahip olmuş, günümüze kadar da bu önemini korumuştur. Orta Doğu, Akdeniz ve Anadolu’ya hükmetmek devletlerin yahut toplumların geçmişten günümüze kadar bölgesel ve küresel anlamda bir güç olmasının yolunu açmıştır. Ayrıca stratejik önemi sebebiyle yaşanan hakimiyet mücadeleleri bu coğrafyada yaşayanların her zaman tetikte olması gereksinimini doğurmuştur. Sanayi Devrimi’nin gerçekleşmesi nihayetinde enerji kaynaklarına ihtiyacın artması ve sonrasında Orta Doğu’da petrol rezervlerinin bulunması, sanayileşmesini tamamlamış ve enerji ihtiyacı yüksek devletlerin gözünü bu coğrafyaya çevirmesine yol açmıştır. 

Bölgeyi etkileyecek önemli bir gelişme yaşanmış, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) tarafından 1995 yılında ilk defa kaya gazı çıkarabilecek teknoloji geliştirilmiş ve kullanılmıştır. 2000’li yıllara gelindiğinde Doğu Akdeniz’de hidrokarbon rezervlerinin çok yüksek miktarda bulunduğu iddiası ve hidrokarbon gazının kullanılabileceği teknolojinin geliştirilmesi, bölgenin Orta Doğu ile aynı kaderi paylaşabilecek olmasını akıllara getirmiştir. Ancak deniz bölgesi olması nedeniyle gözler kıyı devletleri olan İsrail, Türkiye, Mısır, Yunanistan, Lübnan ile Libya’ya ve Kıbrıs Adası’nda bulunan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimine (GKRY) çevrilmiştir. Rezerv çalışmalarının hızlanmasıyla birlikte, kıyı devletlerinin tarihsel problemlere sahip olması ya da mevcut çıkarlarının çatışması sebebiyle ortaya çıkan problemler daha çok gündeme gelmeye başlamıştır. Bu bağlamda öncelikle Uluslararası Deniz Hukuku kavramları ve konu üzerindeki çözüm yolları ele alınmış, Doğu Akdeniz’deki problemler incelenmiş ve nihayetinde Türkiye’nin Doğu Akdeniz için dış politikada atması gereken adımlar üzerinde durulmuştur. 

Deniz Hukuku, II. Dünya Savaşı’ndan sonra daha çok konuşulur hale gelmiş ve şu an kullandığımız temel kavramlar genel olarak bu dönemden sonra ortaya çıkmıştır. Uluslararası Deniz Hukuku, başlı başına ayrı bir konu olduğu için sadece bölge üzerinden inceleme yaparken konuyu daha rahat kavramamıza yardımcı olacak kavramlar ele alınmıştır. Bu kavramlardan ilki ‘‘kıta sahanlığı’’ kavramıdır. İlk olarak 1958 yılında imzalanan Cenevre Deniz Hukuku Sözleşmesi (CDHS) ile kavram, coğrafi bir terim olmaktan çıkmıştır. Coğrafi tanım olarak; “...komşu karanın deniz altında uzanışı gibi görünen, karaların kenarında, kıyıdan açığa doğru eğimin belli şekilde arttığı yere kadar uzanan, az eğimli sığ denizlere sahip saha coğrafi anlamda kıta sahanlığı alanıdır.” şeklinde açıklanırken, hukuki olarak “...kıta sahanlığı, kıyı devletinin, kara sularının ötesinde fakat kıyıya bitişik sualtı alanlarının deniz yatağı ve toprak altındaki cansız kaynaklarını araştırma ve işletme konusunda münhasır egemen haklara sahip olduğu bir deniz alanı olarak tanımlanmaktadır” şeklinde kabul edilmiştir (Nuray KARAPINAR 2015, s.17, (Kuran, 2006)). Kıta sahanlığı herhangi bir ilan gerektirmeden deniz kıyısı bulunan ülkelerin doğuştan elde ettikleri bir haktır. Bu bağlamda Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin ve diğer kıyı devletlerinin ilan etmeden elde ettikleri şekil-1’de de gösterildiği üzere kara sularından başlayıp 200 mil olacak şekilde kıta yamacına kadar olan alanlarıdır. Bu alan doğal uzantı olarak kabul edilmektedir. Bir diğer kavramımız Münhasır Ekonomik Bölgedir. Kıta sahanlığı ile karıştırılan bu kavramın coğrafi değil daha çok hukuki bir karşılığı bulunmaktadır.  1982 yılında imzalanan BMDHS’de ilk defa yazılı olarak dile getirilmiştir. BMDHS’nin, 55’inci maddesi gereğince “Münhasır ekonomik bölge (MEB) karasularının ötesinde ve bu sulara bitişik bir bölge olup, sözleşmede düzenlenmiş özel rejime (m. 55-75) tabi olan ve bu rejim gereği kıyı devletinin hakları ve yetkileri ile diğer devletlerin hakları ve serbestlikleri bu sözleşmenin ilgili maddeleri ile düzenlenmiş olan bir bölgedir.” olarak tanımlanmıştır. Bu bağlamda MEB; kıyı devletin MEB alanı içerisinde olan canlı ve cansız doğal kaynaklardan yararlanma, ticari anlamda kullanma ve işletme hakkını tanımaktadır.”

Şekil 1- Coğrafi kıta sahanlığı

MEB ve Kıta Sahanlığı arasındaki farklar şu şekilde sıralanabilir;

1- Kıta sahanlığı doğal oluşumdur, münhasır ekonomik bölge ise sunidir.

2- Kıta sahanlığı istisnalar halinde 350 mile kadar çıkabilmektedir. Münhasır ekonomik bölge ise mutlak olarak 200 mildir.

 3- Münhasır ekonomik bölge kıta sahanlığından farklı olarak su kütlesindeki kaynaklara da sahip olma hakkını içerir.

4- Münhasır ekonomik bölgede balıkçılık, bilimsel araştırma yapma ve suni ada yetkisi kıyı devletine aittir.” (Nuray KARAPINAR 2015)

Üç ve dördüncü maddeler bazında Türkiye’nin 2020 yılında Libya ile anlaşma yaparak ilan etmiş olduğu ve Birleşmiş Milletler Sekreterliğine gönderdiği MEB haritası, bölgede haklarını koruması açısından önem taşımaktadır. Türkiye her ne kadar Doğu Akdeniz konusunda geç kalmış olsa da 2020’den itibaren attığı ve bundan sonra atacağı adımlar ile bölgedeki haklarını ve KKTC’nin haklarını koruyabilecektir. 

Bölgedeki temel sorunları 4 başlık halinde sıralamak gerekirse; bunlardan en önemlisi GKRY’nin KKTC’yi yok sayarak tek başına yapmış olduğu ikili anlaşmalardır. Rum Yönetimi 17 Şubat 2003 yılında aniden Mısır ile ikili bir anlaşma yapmış ve hakkaniyete uygun olmayan sınırlar belirlemiştir. Bu anlaşmanın en başından KKTC’den herhangi bir temsilci olmadan yapılması ve ortak bir karar olmaması KKTC yönetimine en ufak bir bilgi verilmeden Kıbrıs Adası adına yapılmış olmasıyla zaten geçersiz sayılması gerekirken, anlaşma sonucu belirlenen sınırların Türkiye’nin MEB’ini işgal ediyor olması ile de geçersizliğini iki farklı sebepten ortaya koymuştur. Anlaşma gerçekleştirildikten sonra Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesinin 78. Maddesi gereğince Birleşmiş Milletler Sekreterliği’ne gönderilip, tasdiklenmiş ancak anlaşmanın Türkiye nezdinde bir geçerliliği ve bağlayıcılığı olmamıştır. 

Türkiye, BMDHS’i Ege Denizi’nde yaşanan bazı sorunlardan dolayı imzalamadığı için herhangi bir yükümlülüğü de bulunmamaktadır. Tüm bunların yanında, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı harekete geçmiş ve “Mevcudiyeti tartışmalı olan, adanın tamamını temsil etmeyen bir yönetimle, Akdeniz'in büyük bölümünü paylaşmanız kabul edilemez.” şeklinde, Mısır yönetimini hedef alan bir açıklama ile bahsi geçen ikili anlaşmanın kabul edilmediğini duyurulmuştur. 2002 tarihinde Rum Yönetimi, Meis Adası’nın güneyinde ve Kıbrıs’ın batısında bulunan bir bölgeyi "kendi deniz yetki alanı" sayarak, bu alanda Norveç’e arama izni vermiştir. Türkiye bahsi geçen bölgeyi kendi MEB sınırı olarak tanımlamış ve Northern Alliance isimli araştırma gemisini, firkateyn göndererek bölgeden çıkarmıştır. Ayrıca, Türkiye 2004 yılında 32^ 16’ 18’’ D boylamının batısında kalan bölgede bütün haklarını saklı tuttuğunu ilan etmiştir. Bu bölge Şekil-2’deki haritada gösterilmiştir.

 
Şekil-2 Türkiye’nin 2004 yılında haklarının saklı olduğunu ilan ettiği harita

Şekil-3 Türkiye Libya Anlaşması sonrası BM’ye onaylatılan MEB haritası

 

Şekil -2’de GKRY’nin Türkiye’ye ait olan 4,5,6 ve 7.parselleri ihlal ettiği açıkça görülmektedir. Rum Yönetimi, Mısır ile kalmayıp, Lübnan ile 2007 yılında anlaşma yapsa da Lübnan Meclisi tarafından onaylanmamıştır. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı bu antlaşmayı tanımadığını, Rum yönetiminin tek başına hareket etmesi ve 4, 5, 6 ve 7. parsellerdeki Türkiye'nin hakkını gasp etmesi nedeniyle, uluslararası hukuka uygunsuz hareket ettiğini deklare etmiştir. 

Bölgede sadece GKRY ile Türkiye arasında değil aynı zamanda İsrail’in, Lübnan ve Mısır ile MEB sınırı sorunu bulunmaktaydı. Lübnan ve İsrail arasından yıllardır devam eden anlaşmazlıkların 27 Ekim 2022 Tarihinde çözüme kavuştu ve bir anlaşma imzalandı. Türk Dışişleri bakanlığından gelen açıklamada ise bu çözümsüzlüğün antlaşma ile sonuçlanmasının olumlu karşılandığı ifade edildi. Bununla birlikte anlaşmanın KTTC ve Rum yönetimi arasındaki sorunlara da örnek teşkil edebileceği dile getirildi. KKTC yönetimi bu konu hakkında Rum yönetimine daha önce bir ortak kullanım hakkında bazı önerilerde bulunmuştu. 

Şekil-4 İsrail’in Lübnan ve Mısır ile olan MEB sınır anlaşmazlıkları 

2007'de 13 arama sahası ilan eden GKRY, 21 Aralık 2010 tarihinde İsrail ile anlaşma imzalamıştı. Bu anlaşmadan hemen önce Türkiye ile İsrail ilişkileri “Davos” ve Mavi Marmara gibi politik sebeplerden dolayı rayından çıkmış ve nihayetinde Rum Yönetimi unu fırsat olarak görmüştür. Anlaşma sonucunda Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı tarafından İsrail ve Ada arasındaki sınır konusunda bir itiraz olmasa da “KKTC tarafından da açıklandığı üzere, Kıbrıs Adasının deniz alanlarında Kıbrıs Türklerinin de hak ve yetkileri bulunmaktadır. Bilindiği üzere, GKRY Adanın tümünü temsil etmemektedir. GKRY’nin bölge ülkeleriyle yaptığı antlaşmaların ülkemiz açısından bir hükmü bulunmamaktadır.”, “Ülkemiz, KKTC ile Kıbrıs Türklerinin hak ve çıkarlarının muhafazası için diplomatik ve siyasi yollardan gerekli girişimlerde bulunmaya devam edecektir.” şeklinde bir açıklama gelmişti. Her ne kadar o dönemde bir anlaşma imzalanmış olsa da 2019 başlarından bu yana İsrail, GKRY ile yaptığı anlaşmadan memnun kalmamış ve Rum Yönetiminin kendi Afrodit Bölgesi’nde hakkını gasp ettiğini iddia etmiştir. Tüm bunların yanında anlaşmaların yapıldığı sürede Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Türkiye Cumhuriyeti arasında bu gelişmelere sessiz kalmamak adına 21 Eylül 2011 tarihinde Kıta Sahanlığı Anlaşmasını gerçekleştirmiş ve Türkiye ile Kıbrıs’ın haklarını belirten harita ilan edilmiştir.

Şekil-5 Türkiye-KKTC arasında 2011’de imzalanan kıta sahanlığı anlaşması haritası

Doğu Akdeniz’de 2000’li yıllardan bu yana çok sayıda arama faaliyetleri gerçekleşmektedir. Bu faaliyetlere dünyanın birçok yerinden devletler ve şirketler katılmaktadır. Son 4 5 yıldır aramalar sonucunda bulunan doğalgaz rezervleri nihayetinde Türkiye, Doğu Akdeniz konusunda önemli adımlar atmıştır.

 

Bölge Adı

Keşif Yılı

Miktar

Tamar

2009

280 milyar m3

Leviathan

2010

600 milyar m3

Afrodit

2011

129 milyar m3

Calypso

2018

220 milyar m³

Zohr

2017

850 milyar 

Noor

2015

En az 850 milyar m3

Tablo-1 Doğu Akdeniz’de bulunduğu tahmin edilen doğal gaz rezervleri 

Daha önce MEB alanını resmi olarak dünyaya bildirmeyen Türkiye, Libya ile ikili görüşmeler yapmış ve sonucunda iki devlet arasında 2020 yılında MEB anlaşması yapılmıştır. Anlaşma sonucu ortaya çıkan harita, akabinde BM tarafından onaylanmıştır. Her ne kadar Kıta Sahanlığı ile MEB ilan etmeden birtakım haklara sahip olunsa da yazının başında belirtildiği üzere MEB ilan edilmesi; ekonomik anlamda ilan edilen sınırlardan da faydalanma durumunu sağlayacaktır. Bu anlamda uluslararası hukuk temelinde Türkiye, Rum Yönetiminin kendisine ait olduğunu iddia ettiği deniz alanlarına karşı set çekmiştir. Bundan sonraki dönemlerde Türkiye’nin herhangi bir devlet ya da şirket tarafından sınır ihlali yapılması durumunda kullanabileceği farklı yöntemler bulunmaktadır. Türkiye bölgede uluslararası hukuka aykırı hareket eden herhangi bir devlete yahut yönetime karşı gerekirse askeri güç kullanma hakkına sahiptir. Türkiye’nin bundan sonraki dönemlerde, çoklu anlaşmalar yolunu izlemesi bölgede elini güçlendirecektir. 

Bu anlamda İsrail ile Lübnan arasında bulunan sınır anlaşmazlıklarını Türkiye lehine çözülmüştür. Bu gelişmenin hemen ardından 28 Ekim Perşembe günü İsrail Dışişleri Bakanının Türk mevkidaşını ziyaret etmesi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’la da görüşmesi eş zamanlı ilişkilerin geliştiğine işaret etmiştir.  

Türkiye’nin bölgede sorun yaşadığı aktör GKTY değildir. Özellikle son bir yıldır Yunanistan’ın yaptığı sınır ihlalleri artmış ve bir gerginliğin yaşanmasına sebep olmuştur. Bu açıdan bölgedeki sorunlar Türkiye açısından 3 farklı başlık olarak belirlenebilir. Serhat Hami Başaran’ın ifadesiyle 1) Türkiye Yunanistan arasından 2) Türkiye Rum Yönetimi arasında ve 3) KKTC ve GKRY arasında sorunlar olarak ele almakta fayda vardır. 

Mısır, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, İsrail ve Ürdün’ün imzasıyla Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nda Türkiye’nin aleyhine bir oluşumken ABD’nin buradan çıkan bazı enerji yolları kararlarına karşı olduğunu ifade etmesi Türkiye’nin de lehine bir gelişme olmuştur. Burada amaçlanan Doğu Akdeniz enerji kaynağının KKTC’nin tamamen yok sayılması ve enerji yolunun Yunanistan üzerinden yapılması tartışmaları da Türkiye’nin aleyhine olacak görüşmelerdi. Ancak bu fikrin tercih edilmeyeceğini Avrupa uzun süre boşa vakit kaybederek anlaşmıştır. Çok uzun zamandır tartışmalı olan konuda maalesef Türkiye’nin lehine olmayan bir çözüm arayışı nedeniyle vakit harcanmış günün sonunda yine gazın Türkiye’den gelmesi en çok konuşulan ve makul olan tek seçenek olarak karşımıza çıkmıştır. 

Bu konuda bölgedeki ülkelerin güttüğü hukuksuz eylemlerden vazgeçmesi gerekmektedir. Sorunun; ancak hakkaniyetli ve uluslararası hukuka uygun bir şekilde çözülebileceğinin tarafların samimi bir şekilde anlaması gerekmektedir. Bu açıdan öncelikle Yunanistan’ın Türkiye sınırlarına ihlaller ve tacizleri bırakması gerekir. Savaş sebebi sayılabilecek bu tutum Türkiye’nin uzun süredir iyi niyeti sebebiyle alttan alınmaktadır. Bunun yanında GKRY’nin bölgedeki tek hak sahibinin kendisi olduğunu düşünmesi yönündeki düşüncesinin tüm dünya kamuoyu tarafından kınanması gerekir ve KKTC’nin çözüm önerilere kulak verilmesi gerekir.  Özeli olarak Türkiye’nin bölgedeki diğer kıyıdaş ülkelerle ikili ilişkilerini sıcak tutması gerekmektedir. 

Türkiye, Doğu Akdeniz'de sondaj gemileri ve arama gemilerini artırmalı hatta en az iki farklı yabancı şirkete TPAO eşliği olmak şartıyla arama ruhsatı vermeli, kendi ruhsat vermediği herhangi bir şirketi kesinlikle ilan edilen MEB içerisine almamalıdır. Türkiye, Uluslararası hukukta süreklilik önemli olduğu için iddiasından vazgeçmemeli ve bunu ihlal edecek herhangi bir davranışa kesinlikle izin vermemelidir.  

 

Kaynakça

http://www.milliyet.com.tr/siyaset/akdenizde-yetki-alani-yok-187657 , 24.01.2020

https://www.trthaber.com/haber/dunya/israil-ile-gkry-arasinda-gaz-sahasi-krizi-445707.html), 23.01.2020

http://www.milliyet.com.tr/siyaset/ankaradan-misira-petrol-uyarisi-303266, 23.01.2020

Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi

BP Statistical Review of World Energy, 2019

Europion Parliament, Policy Departman, “Energy: A Shaping Factor for Regional Stability in the Eastern Mediterranean?” 2017

Özbilenler, İbrahim, “Uluslararası Deniz Hukuku Bağlamında Doğu Akdeniz Münhasır Ekonomik Bölge Uyuşmazlığı,” Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

Stocker, James, “No EEZ Solution: The Politics of Oil and Gas in the Eastern Mediterranean”

Kürbüz, Levent, “Doğu Akdeniz Münhasır Ekonomik Bölge Uyuşmazlığı ve Doğu Akdeniz’deki Potansiyel Enerji Kaynaklarının Analizi”, Yüksek Lisans Tezi, Kara Harp Okulu Savunma Bilimleri Enstitüsü Güvenlik Ana Bilim Dalı

Aksoy, Merve, İNSAMER, Eylül 2006

Karapınar, Nuray, “Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi ve Deniz Alanlarına İlişkin Bazı Kavramlar”

USGS, “Assessment of Undiscovered Oil and Gas Resources of the Levant Basin Province, Eastern Mediterranean”