Rusya Federasyonu’nun Kıbrıs Politikası
ABD ve İngiltere'nin 24 Nisan'daki referandumdan önce Kıbrıs Türk ve Rum halklarına Annan Planı’nın[i] uygulanması konusunda güvence vermek amacıyla Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'ne 21 Nisan 2004 tarihinde ortaklaşa sunduğu karar tasarısının Rusya Federasyonu (RF) tarafından veto edilmesi, Moskova’nın Kıbrıs sorununun çözümündeki rolünün aslında görünenden çok daha önemli olduğunu ortaya çıkarmıştır. Oysa Türkiye’nin hassasiyetleri içinde ön sıralarda olan Kıbrıs sorununun çözümünde, RF’nin bu denli önemli rol oynama potansiyeline sahip olmasına rağmen, şimdiye kadar Moskova’nın pozisyonu hep göz ardı edilmiş ve bu konuda akademik düzeyde bile olsa ciddi bir çalışma yapılmamıştır. Moskova’nın Kıbrıs politikaları hakkında sahip olduğumuz bilgi eksikliği ise onun pozisyonunun yanlış değerlendirilmesine sebep olmuştur. Aslında Rusya’nın selefi olduğu Sovyetler Birliği (SSCB) bu sorunun ortaya çıktığı dönemlerde küresel bir aktör olmasına rağmen Adada bulunan barış gücüne dahil edilmeyerek Kıbrıs sorununda adeta dışlanmıştır. Aradan geçen süre zarfında Rusya’nın bu sorun çerçevesinde Güney Kıbrıs Rum Kesimi (GKRK) ile giriştiği ticari işbirliği ve S-300 füzelerinin adanın Rum kesimine yerleştirilmesi dışında fazla bir rolü bulunmamıştır. Zaten SSCB’nin dağılması ve ardından küresel güç statüsünü kaybetmesiyle kendi sorunlarıyla boğuşan RF, Kıbrıs sorununun hep kenarında kalmış ve/veya bırakılmıştır. Oysa 1999 yılının son gününde iktidarı Boris Yeltsin’den devralan ve Rusya’yı bölgesel bir güç haline getiren Vladimir Putin ile beraber Moskova yeniden Kıbrıs sorununun çözümü sürecinde aktif rol oynamak için girişimler başlatmıştır.
2004 yılı Kıbrıs sorunu için gerek Moskova’nın bu sürece yeniden dahil olması gerekse de bölgesel ve küresel gelişmeler açısından oldukça hareketli bir yıl olmuştur. Kıbrıs sorunu için Annan Planı 24 Nisan 2004 tarihinde her iki kesimde halkoyuna sunulurken, Planın Rumlar tarafından reddedilmesiyle GKRK 1 Mayıs 2004’te Avrupa Birliği’ne (AB) üye olmuştur.
Kıbrıs Sorunu ile ilgili olarak Ankara’nın RF nezdinde girişimlere başlaması Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün 2004 yılı 23-26 Şubat tarihleri arasında Moskova’ya resmi ziyaret gerçekleştirmesiyle başlamıştır. Gül, bu ziyaretinde Dışişleri Bakanı İgor İvanov ve kabinenin diğer bazı üyelerinin yanı sıra Başkan Vladimir Putin tarafından da kabul edilmiştir. Bu ziyaret esnasında Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Türkiye ile RF arasında hızla artan ekonomik ve ticari ilişkilere paralel olarak çözüm çabaları için Moskova’nın desteğini resmen istemiştir.[ii]
24 Nisan 2004 tarihinde Kıbrıs Türk ve Rum kesiminde aynı anda yapılacak olan referandum ve 21 Nisan 2004 tarihinde BM Güvenlik Konseyi’nde oylanacak olan Kıbrıs Karar Tasarısı öncesinde gerçekleşen bu ziyaret ile Rusya’nın Kıbrıs sorununda desteği istenmiş, ancak istenen destek bulunamamıştır. Zira, GKRY Dışişleri Bakanı Yorgo Yakovu, BM Güvenlik Konseyi’nde yapılacak oylamadan bir gün önce 20 Nisan 2004 tarihinde Moskova’da RF Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile görüşmüştür. Lavrov görüşme sonrası bir açıklama yapmıştır. Açıklamada karşılıklı olarak Kıbrıs Sorunu konusunda fikir alışverişinde bulunulduğu ve sorunun karşılıklı anlaşma ve BM Güvenlik Konseyi Kararları çerçevesinde çözülmesinden yana olduklarını söylemiştir. Lavrov aynı şekilde Rusya ile GKRY arasında varolan ve uzun yıllara dayanan dostluk ilişkilerine dayanarak GKRK’nin AB’ye üyelik perspektiflerinin değerlendirildiğini ve hangi Kıbrıs’ın AB’ye üye olacağının Moskova için önemli olduğunu vurgulamıştır.[iii] Lavrov bir soru üzerine ise adeta veto kullanacaklarının sinyalini vererek referandumdan önce herhangi bir karar alınmasına karşı olduklarını bildirmiştir.
.
Rusya’dan “Veto” Kararı
Rusya Federasyonu 21 Nisan 2004 tarihinde BM Güvenlik Konseyi’nde oylanan Kıbrıs Tasarısı’nı BM Güvenlik Konseyi’nin 15 üyesinden 14’ünün kabul etmesine rağmen BM Güvenlik Konseyi Daimi üyesi olarak veto etmiştir.
BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın sunduğu rapor çerçevesinde, adada yeni bir BM Barış Gücü kurulmasını öngören ve silah ambargosu getiren karar tasarısı, BM Daimi Statüsü’nün 7. Bölümü’ne atıf yapmaktadır. Atıfta bulunulan 7. Bölüm’ün 41. maddesi, Güvenlik Konseyi’nin, kararlarına etkinlik kazandırmak için bölgenin her türlü iletişiminin ve diplomatik ilişkilerinin kısmen veya tamamen durdurulması önlemlerini alabileceğini; 42. maddesi ise bu önlemlerin yetersiz kalması durumunda Güvenlik Konseyi’nin hava, deniz veya kara güçlerini kullanarak harekete geçebileceğini düzenlemektedir. Anlaşılacağı üzere, karar tasarısında atıf yapılan bu maddeler, Annan Plan’ın işlerliğinin ve uygulanabilirliğinin garanti edilmesini sağlamak amacını aşmakta ve henüz birleşme sağlanmamışken bile Ada’da bir savaş durumunu kabul etmektedir. Öte yandan, Güvenlik Konseyi’nde görüşülen bu karar tasarısı, Annan Planı ile şekli değiştirilen Türkiye Garantörlüğü’nü bu maddeler doğrultusunda etkisizleştirmekte ve Türkiye’yi de hareketsizleştirilmektedir. Söz konusu tasarı, Ada’da kalacak olan, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin durumunda bir değişiklik yapmasa da hareket kabiliyetinin imkansızlaştırıldığını kesinleştiren bir belge olma niteliği taşımaktadır. Karar tasarısı, Türkiye’nin 1959 tarihli Londra ve Zürih Antlaşmaları ile kazandığı Garantörlük hakları ve yükümlülüklerinin BM Barış Gücü askerlerine devredildiğini, birleşmenin sağlanmasından önce kesinleştirmektedir.[iv]
Güney Kıbrıs Rum Kesimi Dışişleri Bakanı Georgias Yakov 20 Nisan’daki Moskova ziyaretinin “veto” üzerinde etkisi olduğu düşünülse de bu kararın verilmesinde, Rusya’nın kendi haklı gerekçelerinin yeterli olduğunun unutulmaması gerekmektedir.[v]
Karara Tepkiler
Rusya'nın, BM Güvenlik Konseyi'nde Kıbrıs'a ilişkin tasarıyı veto etmesine yönelik değişik tepkiler ortaya çıkmıştır. BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Rusya'nın, BM Güvenlik Konseyi'nin Kıbrıs konusundaki karar tasarısını veto etmesine rağmen, uluslararası topluluğun hala Kıbrıs planını desteklediğini söylemiştir. Annan, yaptığı açıklamada, ''Rusya uzlaşmaya katılmasa bile, bunun teknik nedenlerden kaynaklandığını ve içerikle ilgisi olmadığını açıkladı.'' demiştir. Ayrıca Annan, ''BM Güvenlik Konseyi'nin temsil ettiği uluslararası topluluğun, adanın birleşmesi için harcanılan çabaları desteklediği mesajının verilmesi gerektiğini düşünüyorum'' ifadesini kullanmıştır.[vi]
Kıbrıs tasarısını Güvenlik Konseyi’ne İngiltere ile beraber sunan Bush Yönetimi, tasarının, Rus vetosuna takılmasından büyük rahatsızlık duyduğunu açıklamıştır. Ancak, Moskova'nın veto niyetini önceden bildirmesine karşın, oylamaya zorlayan Washington, Güvenlik Konseyi'nin 15 üyesinin 14'ünün verdiği mesajın önemli olduğunu ve Kıbrıs'daki taraflarca dikkate alınması gerektiğini savunmaktadır.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Boucher, “Güvenlik Konseyi'nin bir üyesinin, Genel Sekreter'in isteği doğrultusunda hareket etmemesi ve Kıbrıs Rumlarına, çözüm anlaşmasının öngördüğü güvenlik mekanizmasının, 24 Nisan'daki referandum öncesinde hazır hale getirileceği yönünde güvence vermeye yanaşmaması bizi üzdü” demiştir. Sözcü, buna karşın 14 üyenin bu mesajı net bir şekilde verdiklerini de savunarak, “Eğer cumartesi günü Kıbrıslılar çözüme onay verirse, Güvenlik Konseyi'nde hızlı bir girişim başlatılarak Kıbrıs'da silah ambargosuna gidileceği ve anlaşmanın uygulanmasından sorumlu bir Birleşmiş Milletler Komisyonu'nun derhal kurulacağı aşikardır.” açıklamasını yapmıştır.
Tasarının veto edilmesi nedeniyle en büyük hayal kırıklığını Amerikalılarla beraber İngiliz diplomatlar yaşamıştır. İngiltere’nin BM Daimi Temsilci Vekili Adam Thomson, Rusya da dahil hiçbir üyenin tasarının içeriğine karşı çıkmadığını, sadece zamanlama ve prosedür konusunda görüş ayrılığı bulunduğunu belirtirken, Amerikan Daimi Temsilci Yardımcısı James Cunningham, konsey üyelerinin çoğunluğunun tasarıya destek verdiğini ve referandumdan evet yanıtı çıkması halinde, Konseyin Kıbrıs'la ilgili yeni güvenlik önlemlerini süratli biçimde alacağını kaydetmiştir.[vii]
Rum Yönetiminin BM temsilcisi Rum Büyükelçisi Andreas Mavroyiannis ise Moskova'nın İngiliz ve Amerikalıların sadece Türkiye'nin çıkar ve endişelerini gidermeye çalıştıklarını düşündüğünü ve bu yüzden tasarıyı veto ettiğini savunmuştur.[viii]
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Rusya'nın BM Güvenlik Konseyi'ndeki vetosunu memnuniyetle karşıladığını açıklamıştır. Denktaş “Rusya devreye girmeseydi, sonumuz felaket olacaktı. Allah Rusya'dan razı olsun” diyerek, Rusya'nın bu tavrıyla ABD ve İngiltere'nin oyununu bozarak, dünyanın tek kutuplu olmadığını gösterdiğini söylemiştir.
KKTC Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Serdar Denktaş da Cumhurbaşkanı ile benzer görüşleri paylaşarak, Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs ile ilgili karar tasarısını Rusya’nın vetosuyla önlenmesini olumlu olarak nitelendirmiştir.[ix]
Rusya'nın Atina Büyükelçisi A. Dovin, ülkesinin, referandumlardan sonra, Güvenlik Konseyi çerçevesinde tüm ilgili taraflara Kıbrıs sorununun çözümü yönünde yapıcı bir şekilde katkıda bulunmaya hazır olduğunu söylemiştir.
24 Nisan 2004 tarihinde yapılan referandumdan sonra RF Dışişleri Bakanlığı Kıbrıs Özel Temsilcisi A.V. Yakovenko, 29 Nisan 2004 tarihide KKTC’ye ekonomik yardımların yapılmasına yönelik bir açıklama yapmıştır. Açıklamada esas olarak iki kesim arasında bulunan ekonomik farklılıkların ortadan kaldırılması için Türk Kesimi’ne ekonomik yardımların yapılması ve bu çerçevede ambargoların kaldırılması gerekliliği ifade edilmiştir. Açıklamada aynı şekilde Kıbrıs sorununun BM prensipleri çerçevesinde çözülmesi gereği de bildirilmiştir.[x]
26 Nisan 2004 tarihinde Rusya Dışişleri Bakanlığı’ndan referandumun sonuçlarına dair yapılan açıklamada referandum neticelerinin her iki kesimin demokratik fikirlerini ortaya koyduğu ve Rusya tarafının sonuçları saygı ile karşıladıkları ifade edilmiştir. RF Dışişleri Bakanlığı aynı şekilde bu referandum sonuçlarının BM’nin bu sorunda misyonunun biteceği manasına gelmeyeceğini de düşündüğünü de belirtmiştir.[xi]
Rus yetkililer, Kıbrıs konusundaki karar tasarısını, referandum sonucunu etkileme girişimi olarak gördüğü gerekçesiyle veto edildiğini bildirmiştir. Rusya’nın BM Daimi Temsilci Yardımcısı Büyükelçi Gennadi Gatilov, Kıbrıs´ta referandumlardan 3 gün önce ABD ve İngiltere’nin işi aceleye getirerek karar aldırmaya çalıştıklarını, Ada´da taraflar planı kabul ettikten sonra bu işe kalkışılması gerektiğini savunmuştur. Kıbrıs halkının hiçbir dış müdahale ve baskı olmadan oy kullanmaları gerektiğini söyleyen Gatilov, tasarının teknik ve hukuki açıdan oldukça karmaşık olduğunu ve dikkatli biçimde değerlendirmek için daha fazla zamana ihtiyaç duyduklarını belirterek; "…ama tasarıyı sunanlar bu isteğimizi dikkate almadılar ve teknik veto kullanmaktan başka çaremiz kalmadı." açıklamasında bulunmuştur.[xii]
Büyükelçi Gennadiy Gatilov, tasarının teknik bir sebepten dolayı veto edildiğini ve politik bir içerik taşımadığını açıklamıştır. Rusya’nın veto kararı, aslında sürpriz olmamıştır. Zira, bu ihtimal Rus makamları tarafından daha önce açıklanmıştır. Rusya, 24 Nisan 2004 tarihinden önce BM Güvenlik Konseyi’nin böyle bir karar alınmasının referandumun sonucunu etkileyici bir müdahale olacağını bildirmiştir.
Rusya Neden “Veto” Dedi?
Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin Moskova Büyükelçisi 1 Nisan’da RF Dışişleri Bakanlığı’nda Rusya’nın tavrı konusunda görüşmelerde bulunmuştur. Başta ABD ve İngiltere olmak üzere uluslararası camianın Kıbrıs sorununda Türk tezlerine ılımlı yaklaşan tavırları GKRY’ni endişeye yöneltmiş ve Rum yönetimi uluslararası baskılardan kurtuluşun tek yolu olarak Rusya’nın veto kartını görmüştür. Bu amaçla Rum Kesimi Dışişleri Bakanı Yakov, 20 Nisan’da Moskova’yı ziyaret ederek RF Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile görüşmüştür. GKRY’ni Moskova nezdindeki diplomatik girişimlerinin de Rusya’nın veto kararının netleşmesinde etkili olduğu düşünülmektedir. Bu arada Rusya’nın veto kararına oldukça ilginç sayılabilecek bir değerlendirme de SSCB’nin eski Ankara Büyükelçisi Albert Çernişev’den gelmiştir. Çernişev; “Güney Kıbrıs’taki paramızı cebimizden almak istiyorlardı. Getirilen proje, Türkiye’den atılmış bir adım değildi. Şimdi konu insani olunca biz de anlatmaya çalışacağız. Artık Kıbrıs sorununa yönelik yaklaşımımız yumuşadı.” Şeklinde değerlendirmede bulunmuştur. Bilindiği gibi veto kullanan Rusya, Rum bankalarındaki 40 milyar dolarlık parasını koruma girişimiyle suçlanmıştır.[xiii]
Rusya’nın son 10 yıldır hiç kullanmadığı ve ABD tarafından desteklenen hiçbir karar tasarısını veto etmemesine, hatta Irak krizinde dahi kullanılmayan “veto” kozunun şimdi Kıbrıs için kullanılması konusunun sadece basit bir “teknik” veto olarak değerlendirilmesinin çok daha ötesinde sebeplere dayandığı anlaşılmalıdır.. Rusya’nın Kıbrıs sorununda takındığı olumsuz tavrın ekonomik, politik ve askeri sebepleri bulunmaktadır.
Siyasi Sebepler: Rusya’nın veto hakkını kullanma nedeni hakkında bir çok değerlendirme ve yorum yapmak mümkündür. Ancak, bunların en başında söylenmesi gereken, Kıbrıs konusunda kendisine de danışılması gereğini hatırlatma isteği ve Çeçenistan ile paralellikler kurulabilmesi ihtimali sebebiyle kendi toprakları ile ilgili duyduğu kaygılar olacaktır.
Rusya, “oldu-bitti” olarak değerlendirdiği ve Konsey’e getirilmeden önce veto edeceğini açıkladığı kararın, buna rağmen BM gündemine getirilmesini küresel ilişkilerde ciddiye alınmadığı şeklinde algılamıştır. Bu nedenle Moskova, elindeki “veto” kozunu hatırlatarak aslında Kıbrıs sorununun yanı sıra diğer uluslararası sorunlarda da adeta “ben de varım” demiştir. Zira Irak ve Afganistan gibi temel konularda Rusya’nın “veto” kozunu kullanarak küresel arenada bir yer edinme çabasına girmesi büyük bir risk taşımaktaydı. Yanlış bir hamle Rusya’ya stratejik bedeller ödetebilirdi. Oysa Rusya için “tali” bir konu sayılabilecek Kıbrıs sorununda kullanılan veto, Moskova’nın küresel aktör olarak algılanmak isteğinin bir tezâhürü olarak algılanabilir.
Rus vetosunun bir diğer önemli siyasi sebebi Ortodoksluk bağı ve tarihe uzanan geleneksel ittifak ilişkisi bulunan Yunanistan ve referandumda hayır deme eğiliminde olan GKRY’ye açık destek olarak değerlendirilmektedir. Zira, 24 Nisan’daki referandum öncesi “hayır” deme eğiliminde olan GKRK yönetiminin bu eğilimine karşın BM Güvenlik Konseyi’nin bu tasarıyı çıkarması, GKRK yönetimini hem iç politikada ve hem de küresel aktörler arasında zor durumda bırakacak ve dış baskılar altında kalacaktı. Oysa Moskova, en zor anında “tarihsel müttefiklerine” bu desteği sağlayarak, adeta onlara dışardan gelebilecek baskılara karşın bir kalkan vazifesi görmüştür. Bu sebeple, Rusya Bilimler Akademisi Uluslararası Ekonomi ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü'ne bağlı Uluslararası Güvenlik Merkezi Başkanı, Tarih Doktoru Aleksey Arbatov’un değerlendirmesi oldukça ilginçtir. Arbatov Rusya’nın veto kararını şöyle değerlendirmiştir: “BM Güvenlik Konseyi'nin karar tasarısı kabul edilseydi, 24 Nisan referandumunda Kıbrıslılara yoğun baskı imkanı ortaya çıkmış olurdu. Kıbrıs Cumhuriyeti'nin AB'nin tam yetkili üyesi olması Rusya'nın çıkarlarına uymaktadır. Bunun başka tek alternatifi, Kıbrıs'ın Türkiye'nin kontrolünde bulunmasıdır ki bunu, Rusya'nın hem siyasi hem de ekonomik bakımdan dilemesi için bir neden yok.”[xiv]
Ekonomik Sebepler: Rusya’nın “finans aristokrasisi” için son yılların en önemli “limanı” niteliğine bürünen Kıbrıs Rum Kesimi yaklaşık 20 bin Rus kaynaklı off-shore firmasına ev sahipliğini yapmaktadır. Bu kadar yüksek orandaki kayıtlı firmanın her ne kadar tamamı faaliyette olmasa da GKRK’nin Rusya ile çifte vergilendirmenin önlenmesi anlaşması bulunan ülke konumunda olması bu Rusya kaynaklı firmaların sayısını oldukça artırmıştır. Bu anlaşma sayesinde Kıbrıs'ta iş yapan Rus firmalar, esas faaliyetlerinin gerçekleştirildiği ülkelere vergi ödemiyorlardı. Bu sebeple Güney Kıbrıs’a kümelenen Rus sermayesi (çoğu kez kara parası) yeniden Rusya’ya yatırım olarak dönmekte ve başta Rus üst düzey bürokrasisi olmak üzere Rus ekonomisi için ciddi bir destek sağlanmaktaydı. Bu girift ekonomik ve ticari ilişkiler ise Rusya’nın GKRK’ne siyasi alanda destek vermesine sebep olmuştu.
Rus işadamları arasında, son zamanlara kadar off-shore hesaplarının en popüler merkezi haline gelen GKRK, geçen Temmuz ayında parlamentosu tarafından yeni vergi reformu kurallarını onaylamasıyla giderek cazibesini yitirmeye yüz tutmuştur. Güney Kıbrıs'ın off-shore hesaplarla ilgili uygulamadan vazgeçmesini öngören yeni mevzuat, 1 Ocak 2003'ten başlayarak yürürlüğe girmiştir. Bu, Kıbrıs'ın 2004'te AB'ye katılabilmesi için tek şarttı. 1 Mayıs 2004 tarihinde Güney Kıbrıs’ın AB’nin tam üyesi olmasıyla Rus sermayesi Kıbrıs'tan çekilme eğilimine girmiştir. Zira yeni mevzuat artık Rus sermayesinin GKRK’nde rahat hareket etmesine imkan vermemektedir. Bu sebeple de Rus şirketleri Kıbrıs'ın "Avrupa" kesiminden kendileri için AB şartlarının uygulanmayacağı Türk kesimine geçeme ihtimali ortaya çıkmıştır.[xv]
Askeri Sebepler: GKRY’e silah satan ülkelerin başında gelen Rusya, aslında Güvenlik Konseyi'nde, yeniden birleşmenin sağlanması durumunda bir silah ambargosunu ve güvenlik teminatları öngören karar tasarısını veto etmesiyle aslında kendi silah pazarını da bir yönüyle garanti altına almıştır.
Kıbrıs, Rusya ile askeri-teknik işbirliği yaparak kendi güvenliğini sağlamaya çalışmaktadır. Örneğin Mart 1996 tarihinde Rusya ve GKRK arasında imzalanan askeri-teknik işbirliği konulu hükümetlerarası anlaşma gereğince, Rumlar Rus yapımı tanklar, zırhlı araçlar, hava savunma sistemleri ve Yunanistan’ın Girit Adası’nda konuşlandırılan S-300 tipi füze sistemlerine sahip olmuşlardır.[xvi]
GKRY ve özellikle de Yunanistan, Soğuk Savaş döneminde ortak Ortodoksluğun da etkisiyle Rusya ile sıcak ilişkilerini kesmeyen ve NATO üyesi olmasına rağmen ordusunda Rus silahlarına da yer veren Batı ülkeleri olmuştur. Hatırlanacak olur ise Türkiye ile Yunanistan’ı ve dolayısıyla da GKRK’ni neredeyse savaşın eşiğine getiren S-300 krizi de Rusya’nın Türkiye’yi doğrudan hedef alabilecek bu füze sistemlerini GKRK’ne satmasıyla başlamıştı.
Referandum Neticesinde Yeni Durum
Müzakereler neticesinde nihai hale getirilen çözüm planı 24 Nisan 2004 tarihinde GKRY ve KKTC’de ayrı ayrı fakat eşzamanlı olarak düzenlenen referandumlarla Kıbrıs’taki iki halkın onayına sunulmuştur. Rum halkının yüzde 75.83’ü Planı reddederken, Kıbrıs Türk tarafı kendileri için getireceği pek çok zorluğa rağmen yüzde 64.91 çoğunlukla Plan’a “evet” demiştir. Rum tarafının Plan’ı büyük bir çoğunlukla reddetmesinde şüphesiz, GKRY lideri Papadopulos’un 7 Nisan 2004 tarihindeki hakla seslenişinde Rum haklını güçlü bir “hayır” demeye çağırması ve Rum liderliğinin devlet eliyle sürdürdüğü “hayır” kampanyası da önemli bir etki yapmıştır. Sonuçta, Rum toplumunun güçlü reddi karşısında, BM ve AB dahil tüm uluslararası camianın desteklediği bu kapsamlı çözüm planı geçersiz hale gelmiştir.[xvii]
Müzakereler neticesinde nihai hale getirilen çözüm planı 24 Nisan 2004 tarihinde GKRY ve KKTC’de ayrı ayrı fakat eşzamanlı olarak düzenlenen referandumlarla Kıbrıs’taki iki halkın onayına sunulmuştur. Rum halkının yüzde 75.83’ü Planı reddederken, Kıbrıs Türk tarafı kendileri için getireceği pek çok zorluğa rağmen yüzde 64.91 çoğunlukla Plan’a “evet” demiştir. Rum tarafının Plan’ı büyük bir çoğunlukla reddetmesinde şüphesiz, GKRY lideri Papadopulos’un 7 Nisan 2004 tarihindeki halka seslenişinde Rum haklını güçlü bir “hayır” demeye çağırması ve Rum liderliğinin devlet eliyle sürdürdüğü “hayır” kampanyası da önemli bir etki yapmıştır. Sonuçta, Rum toplumunun güçlü reddi karşısında, BM ve AB dahil tüm uluslararası camianın desteklediği bu kapsamlı çözüm planı geçersiz hale gelmiştir.[xviii] Planın geçersiz hale gelmesi ve adanın birleşmesi yönündeki çabaların neticesiz kalmasından sonra 1 Mayıs 2004 tarihinde GKRY, “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında AB’ye tam üye olmuştur.
Her ne kadar Rusya BM’de bu tasarıyı veto etmişse de 24 Nisan’daki referandumda Rumların “hayır” oyuna karşılık Türklerin “evet” demesi, Moskova’nın Kıbrıs politikasında bazı düzeltmelere gitme ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Adanın birleştirilmesini öngören Annan Planı’nı BM Güvenlik Konseyi'nde veto ederek halk oylamasında “hayır” oyu kullanmaya çağıran Tasos Papadopulos'u, cesaretlendiren Rusya, Kıbrıs konusunda bu çerçevede yeni bir politika belirleme çabasına girişmiştir. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov Haziran 2004’de İstanbul’da Türkiye Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’le yaptığı görüşmede KKTC’ye yatırım yapmak isteyen Rus şirketlerinin engellenmeyeceğini ifade etmiştir. Rusya Dışişleri Bakanlığı, Kıbrıs Türk kesimine mali ve ekonomik yardım yapma çağrısında bulunarak rotasını değiştirmektedir.[xix]
Anadolu Ajansı’nın RF Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’a “Kıbrıs sorununun çözümüne Rusya’nın yaklaşımı nedir?” sorusuna karşılık Rus Dışişleri Bakanı Moskova’nın yeni yaklaşımını şu şekilde açıklamıştır. “Rusya’nın, Kıbrıs çözümündeki tutumu sabittir. Kıbrıs’ta, BM ilgili kararları esasında ve BM Genel Sekreteri’nin iyi niyet misyonu çerçevesinde kapsamlı, yaşayabilir ve adil çözümü sağlamak amacı ile hem Kıbrıslı taraflarla, hem de diğer devletlerle işbirliğine hazırız. Uzlaşma arayışının, Kıbrıs’taki hem Rumların, hem de Türklerin yasal çıkar ve kaygılarını dikkate alınarak gönüllü esasta olması gerektiğinden hareket ederiz. Rusya; Kıbrıs Türklerine mali ve ekonomik yardımın yapılması yönündeki adımlarını destekler. Bu yardımlar, verilmesini sağlayan ve BM, Kıbrıs ile ilgili kararlarını ihlal etmeyecek uluslararası mekanizmaların kurulması koşulu ile yapılmalıdır.”[xx]
İslâm Konferansı Örgütü ve Kıbrıs
İslâm Konferansı Örgütü (İKÖ), 14-16 Haziran tarihlerinde İstanbul’da düzenlenen Dışişleri Bakanları Konferansı’nda Kıbrıs Türklerine, izolasyonunun kaldırılması konusunda güçlü bir çağrıda bulunmuş ve şimdiye kadar “Kıbrıs Müslüman Türk Toplumu” adı altında İKÖ faaliyetlerine katılan KKTC’nin bundan böyle örgüt içinde “Kıbrıs Türk Devleti” adıyla anılmasına karar vermiştir. Konferans sonunda yayınlanan İstanbul Deklarasyonu'nun Kıbrıs'a ilişkin 9. paragrafında, 24 Nisan’da düzenlenen referandumlar ertesinde ortaya çıkan yeni durum ışığında, üye ülkelerin Kıbrıs Türklerine uygulanan haksız tecridin sona erdirilmesi için önlemeler almaya karar verdiği belirtilmiş ve uluslararası camiaya da bu yönde hareket etmesi için çağrıda bulunulmuştur. Konferans’ta yayınlanan Nihai Bildiri’nin Kıbrıs’a ilişkin bölümünde de benzer çağrılara ve ifadelere yer verilmiştir.
Rusya’nın Kıbrıs politikasındaki değişikliklerin ilk sinyalleri de İKÖ 31. Dönem Dışişleri Bakanları toplantısı sebebiyle İstanbul’da bulunan Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov tarafından verilmiştir. 14-16 Haziran tarihleri arasında Türkiye’ye gelen Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov İstanbul’da yazılı bir açıklama yapmıştır. Lavrov: "Uzlaşma arayışının, Kıbrıs'taki hem Rumlar, hem de Türklerin yasal çıkar ve kaygıları dikkate alınarak, gönüllü esasta olması gereğinden hareket ediyoruz. Rusya, Kıbrıs Türklerine mali ve ekonomik yardım yapılması yönündeki adımları destekler. Bu yardımlar, BM'nin Kıbrıs ile ilgili kararlarını ihlal etmeyecek uluslararası mekanizmaların kurulması koşuluyla yapılmalıdır." demiştir. Lavrov, bu toplantı esnasında KKTC Başbakanı Mehmet Ali Talat ve Dışişleri Bakanı Serdar Denktaş ile de bir araya gelmiştir. Lavrov'un Talat ve Denktaş ile doğrudan görüşmesi Rusya’nın Kıbrıs sorununa bakışı açısından oldukça önemli bir adımdır. Zira bu görüşmelerde ne görüşüldüğünden çok daha önemli olan, görüşmenin gerçekleşmesi olmuştur.[xxi] Bu görüşme ile, dış politikasında klasik olarak Kıbrıs Rum Kesimi taraftarı bir çizgi izleyen Rusya’nın bu politikasını değiştireceğine dair önemli bir adım olmuştur. Bunun devamında Rusya’nın dışişleri bürokrasisinden değişik düzeylerde KKTC’ye uygulanan ekonomik ambargoların kaldırılmasına dair açıklamalar yapılmıştır. Yunanistan ve Rum basınında çeşitli defalar Rusya’nın politikasında herhangi bir değişikliğin olmadığına dair haberlere rastlanılsa da son olarak bizzat Başkan Putin tarafından Annan Planı’nı veto etmeyeceklerine ve KKTC’ye yönelik yeni bir politika anlayışı geliştirdiklerine dair açıklamalardan sonra Moskova’nın yeni Kıbrıs politikasının çizgileri de yavaş yavaş belirginleşmeye başlamıştır.
Daha önce bütün uluslararası platformlarda Kıbrıs’ın Rum kesimini destekleyen klasik Rus dış politikası dikkate alındığında Lavrov’un bu girişim ve açıklamaları oldukça önemlidir. BM Güvenlik Konseyi'nin Kıbrıs'la ilgili karar tasarısına karşı veto hakkını kullanan ve böylece Papadopulos'u, Annan Planı’nı başarısızlığa uğratmaya yönelik hareketlerde bulunmaya teşvik etmiş olan Moskova, kısa bir süre içerisinde önemli bir politika değişikliğine giderek Kıbrıslı Türkler yönünde bir eğilim göstermiştir. Şimdi Rusya'nın diplomatik faaliyetlerinin Kıbrıslı Türklere yönelmesi ve Türkiye'nin İKÖ’deki rolünün güçlenmesi, bölünmüş adadaki durumu Türkler lehine etkileyebilir. Moskova’nın tutum değişikliğine gitmesinin önemli nedenleri arasında Rusya’nın İKÖ içerisinde ve İslam ülkeleri nezdinde konumunu güçlendirmeye çalışmasının, Türkiye’nin İKÖ içerisinde güçlü bir konuma geçmesiyle aynı zamana denk gelmesi ve Rusya’nın Ankara’yı bu konjonktür içerisinde karşısına almak istememesi gösterilebilir.[xxii] Zira, Rusya toplantıya Ankara’nın özel davetiyle gelmiş ve gözlemci statüsü girişimlerinde Türkiye’nin önemli rolü ve desteği bulunmuştur. Diğer taraftan Çeçenistan sorunu sebebiyle Arap dünyası ile önemli sorunlar yaşayan Rusya bu dönemde İKÖ’nün güçlü ülkesi Türkiye’nin desteğine ihtiyaç duymaktadır. Tüm bunların yanı sıra; uluslararası ortamda ve BM kararlarında KKTC’ye yönelik tutumun değişmesi ve İKÖ’nin KKTC’yi “Kıbrıs Türk Devleti” olarak tanımlaması da önemli rol oynamıştır.[xxiii]
Rusya’nın BM Güvenlik Konseyi Daimî Üyesi olması Türk-Rus ilişkilerinde Kıbrıs konusunu önemli kılan hususların başında gelmektedir. Bilindiği gibi Kremlin geleneksel olarak Kıbrıs politikasında Kıbrıs Rum kesiminden yana bir tavır sergilerken, İKÖ toplantısı sırasında Dışişleri Bakanı’nın girişimleriyle politika değişikliğine zemin yoklaması yapmıştır. Rusya'nın diplomatik faaliyetlerinin Kıbrıslı Türklere yönelmesi ve Türkiye'nin İKÖ'deki rolünün güçlenmesi ve genelde Türkiye’nin başta Orta Doğu olmak üzere bölgesinde giderek aktif bir dış politika izlemesi, Türkiye’yi Moskova nezdinde giderek daha ağırlıklı bir konuma yükseltmektedir.
Rusya’nın GKRK’ne yönelik politika değişikliğine gideceği yönünde belirtiler aslında daha önceden yavaş yavaş belirtler göstermeye başlamıştı. Rus tarafının ilk uyarılarından biri, Mart 2004’te Kıbrıs konusunu çok iyi bilen Sergey Lavrov tarafından yapılmıştı. Rus Dışişleri Bakanı, Annan planına ilişkin işlemler için itirazlarını dile getirmiş, Yunanistan ve GKRK’nin, BM Güvenlik Konseyi'nin bu bağlamda Rusya'nın üst hakemliği yerine, İngilizler ile Amerikalıların baskılarına boyun eğmekte olan BM Genel Sekreteri'nin üst hakemliğini kabul etmelerinden dolayı hayal kırıklığına uğramış olduğunu söylemişti.
Aslında Kıbrıs'ın AB üyesi olmasından ve Rus-Türk ekonomik ve siyasi ilişkilerin şaşırtıcı bir hızla ilerlemesinden sonra, yeni ekonomik ve stratejik verilere uyum sağlamak ve Türk tezlerine daha ılımlı bakış getirilmesi ile yeni dengelerin kurulması kaçınılmaz bir gelişme olarak görülmekte idi. Ancak bu değişimin ne ölçüde olacağı ve Rusya’nın temel tezlerinde bir değişikliğin olup olmadığı konusu netleştirilmesi gereken bir konu olarak ortaya çıkmıştır.
Rus Avrasyacılarının Kıbrıs Sorunu’na Bakışı
17 Aralık 2004 tarihinde AB’nin Türkiye’ye tarih vermesi ve ardından bir “B Planı” olarak “Avrasya Birliği” tartışmalarının Türkiye’nin gündemine oturmasından sonra Rusya Federasyonu’ndaki Avrasyacıların Ankara’ya ilgi ve bakış açılarında ciddi değişiklikler ortaya çıkmıştır. Özellikle de Uluslararası Avrasya Hareketi Yüksek Konseyi ve Rusya Duma’sına bağlı Jeopolitik İncelemeler Merkezi Başkanı Aleksandr G. Dugin’in Türkiye ve Kıbrıs’a ilişkin yaklaşımları hem Türkiye ve Kıbrıs’ta ve hem de Moskova’da yankı uyandırmıştır.
21 Nisan’da Rusya’nın tasarıyı veto etmesinin hemen ertesinde Dugin, Rusya’nın 22 Nisan 2004 tarihinde almış olduğu veto kararının ardındaki sebepleri Eho Moskvı Radyosu’na açıklarken Rus Avrasyacılarının Kıbrıs sorununa ilişkin görüşlerini de net biçimde ortaya koymuştur. Dugin’in açıklamasında Türk iç politikası açısından da ilginç olabilecek hususlar bulunmaktadır. Dugin’e göre; “Türkiye’deki milli kuvvetler, ABD’den ve AB’ye giriş perspektifinden her geçen gün daha da uzaklaşmaktadırlar. Küreselleşme ve tek kutuplu dünya Türkiye’nin egemenliğini iki yerden tehdit etmektedir. Türkiye için çok yakıcı hale gelen Kuzey Kıbrıs meselesi ve Kürdistan meselesidir. Rusya, veto kararıyla çok akıllıca ve öncü bir jeopolitik tutum izlemiştir. Bu veto Kuzey Kıbrıs ve Rauf Denktaş için çok yararlı olmuştur.”[xxiv] Rusya’nın şimdiye kadar Rum tarafını desteklediğini, ancak şuan Türk tarafına da oynama şansının doğduğunu söyleyen Dugin, bunun nedeni olarak da Kafkaslar’daki sorunla Kuzey Kıbrıs’taki sorunun benzerlik gösterdiğini belirtmiştir.
Politik ve Askeri Analiz Enstitüsü Müdürü ve Harb Akademisi öğretim üyesi Prof. Dr. Aleksandr Şaravin ile katılmış olduğu radyo programında Rusya’nın vetosunu tartışan Dugin’in cevapları veto kararını diplomatik bir lisanla geçiştiren RF Dışişleri Bakanlığı’ndan oldukça farklıydı ve adeta bakanlığını ifade edemediklerini Dugin söylemekteydi. Program sunucusunun, Rusya Dışişleri Bakanlığı’nın politik nedenlerden değil, teknik nedenlerden veto edildiği açıklamasını sorması üzerine Dugin şu yanıtı vermiştir: “Bana göre jeopolitik bir arka planı var. Dikkatinizi çekmek isterim ki, bu çözüm iki anglo-sakson devletinin, ABD ve İngiltere’nin insiyatifiyle hazırlandı ve de tek kutupluluğun tüm dünyada özellikle de Akdeniz’de sağlamlaştırılması amacını taşıyor. Bu çözüm, kesinlikle Kıbrıs meselesini Amerikan senaryosuna göre çözme girişimidir. Referandum ise demokratik değil, demokrasi zorlamasıdır (democracy enforcing), barış zorlamasıdır (peace enforcing).”[xxv]
Dugin’in bu sözleri üzerine sunucu, “Dışişleri Bakanlığı ile aynı fikirde değilsiniz yani, çünkü onlar politik bir arka planı olmadığını söylüyorlar” yorumunu yapmıştır. Dugin ise Dışişleri Bakanlığı’yla tamamen aynı fikirde olduğunu, her açıklamanın ardında jeopolitik bir nedenin olduğunu, ancak bunun diplomaside her zaman dillendirilmediğini söylemiştir. Askeri uzman A. Şaravin ise bu kadar ciddi siyasi bir konunun mutlaka siyasi temelleri olduğunu, bunun teknik sebeplerle açıklanmasının ciddi olmadığını belirterek “diplomasi her zaman diplomasidir” demiştir.
Diğer taraftan Dugin ile Rus Avrasyacılar zaman zaman Türkiye ve KKTC’ye düzenledikleri ziyaretlerde de Kıbrıs sorununa ilişkin görüşlerini açıklamakta ve genel itibarıyla Türk tezlerine yakın fikirler ortaya koymaktadırlar. Bu türden ziyaretlerden birisini gerçekleştiren ve 7-10 Aralık 2004 tarihleri arasında Kıbrıs’a giderek Cumhurbaşkanı Denktaş ile görüşen Dugin, RF’nin Kıbrıs konusundaki politikalarında belirli değişikliklerin ortaya çıkmaya başladığını ifade etmiştir. Ancak bu değişikliğin somut uygulamalarının nasıl olacağının da henüz saptanmadığını da eklemiştir.[xxvi]
Gerek KKTC’ye hareket etmeden önce Türkiye’de yapmış olduğu açıklamalar gerekse KKTC’de görüşlerini açıklayan ve Rusya’nın Kıbrıs konusunda bir politika değişikliğine gitmekte olduğunu ifade eden Aleksander Dugin, Rum tarafının teleşlanmasına sebep olmuştur. Özellikle Rum gazetelerin bu konuyu manşetlerine taşımasından sonrav Güney Kıbrıs'taki Rusya Büyükelçiliği sözcüsü bir açıklama yapmak zorunda kalmıştır. Büyükelçilik yaptığı açıklamada, Rusya'nın Kıbrıs sorunun çözümüne ilişkin görüşlerinin değişmediğini ifade ederek önceki gün Rum basınında çıkan "ABD-Rusya işbirliği" haberlerinin "yanlış bilgilendirme teşkil ettiğini" belirtmiştir. Rus sözcü, Dugin'in, "Avrupa-Asya forumu çalışmalarında yer almak üzere Türkiye'nin daveti üzerine Türkiye'ye giden bir siyaset analizcisi olduğunu ve Türkiye gazetesinde ifade etmiş olduğu görüşlerinin, kendi şahsi görüşleri olduğunu" açıklamıştır. Haravgi ve diğer Rum gazetelerinde yer alan habere göre Rus sözcü, Aleksander Dugin'in, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in danışmanı olmadığını ve Türkiye'yi ziyaret eden Rus resmi heyetinde de yer almadığını söylemiştir.[xxvii]
GKRK Provokasyonları
Giderek ısınan Türk-Rus ilişkilerine paralel olarak Rusya’nın Kıbrıs Politikası’nda KKTC’yi de gözetir politikalar uygulayacağı sinyallerini vermeye başlaması GKRK’ni telaşa düşürmüştür. GKRK yetkilileri ise bu telaşla Türk-Rus ilişkilerini bozmaya yönelik bazı provakatör girişimlerde bulunmuşlardır. Bu amaçla da Rusya’nın belkide en hassas olduğu konu olan ve Türkiye için de bir nevi “yumuşak karın” olarak nitelendirilebilecek “Çeçenistan” konusu seçilmiştir.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Adalet Bakanı Doros Teodoru, Rumca yayınlanan Fileleftheros Gazetesinin 27 Eylül 2004 tarihli sayısına verdiği mülakatta, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne (KKTC) uluslararası teröristlerin yerleştiğini ve eğitim gördüğünü açıklamıştır. Bakan özelikle, Çeçenlerin KKTC’de terorizm eğitimi, kara para aklama gibi yasadışı faaliyetler içinde olduğunu ve hatta Kuzey Osetya'nın Beslan kentindeki okulu işgal edenlerin de bu kamplarda eğitim görmüş olabileceklerini söylemiştir. Teodoru, Çeçen faaliyetleri, terörizm, kara para aklama gibi yasa dışı olayların, ayrıntılı olarak araştırılarak bir rapor hazırlanmasını istemiştir. Araştırmanın Rum İstihbarat Örgütü (KİP), polis ve Merkez Bankası gibi diğer kurumlarla ortaklaşa hazırlanacağı ve bu raporun Bakanlar Kurulu'na sunulmasının ardından AB ve ABD'ye gönderileceği bildirilmiştir. Teodoru, ayrıca ellerinde Rusya’nın Lefkoşe büyükelçiliğine yönelik saldırı hazırlığına ilişkin bilgi bulunduğunu ifade etmiştir.
Kıbrıs sorunun çözümünde “şahin” kanadın temsilcisi olarak bilinen Teodoru’nun Kuzey Kıbrıs’ta terörist kampı iddiası bizzat Güney Kıbrıs resmi makamlarından daha önce verilen demeçlerle yalanlanmıştır. Bir kere Güney Kıbrıs hükümeti sözcüsü Beslan olaylarının ardından verdiği demecinde “Kuzey Kıbrıs’ta terörist bulunup bulunmamasına ilişkin hiçbir şey bilmediğini ve ellerinde bu konuyla ilgili güvenilir bilgi olmadığını” açıklamıştır. Rum Bakan’ın kendisi de demecinin yayımlandığı gün (27 Eylül 2004) sorulan soru üzerine, Kuzey Kıbrıs’taki Çeçen teröristler konusunda yalnızca genel anlamda konuştuğunu , son zamanlar her hangi bir haber almadıklarını, ifade ederek, bir nevi iddiasını tekzip eden açıklama yapmıştır.
Teodoru’nun Kuzey Kıbrıs’ta Çeçen terörist kampı iddiası KKTC resmi yetkilileri tarafından de sert bir dille yalanlanmıştır. KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş yaptığı açıklamada sozkonusu iddiaları ret ederek, iddiaların propagandadan ibaret olduğunu belirtmiş ve Rumları PKK’ya verdiğini desteği kamufle amacı taşıdığını ifade etmiştir. KKTC Başbakanı Mehmet Ali Talat da Rus İzvestiya gazetesine verdiği demecinde açıklamaların paranoya olduğunu açıklamıştır.
Teodoru’nun Çeçen terör kampları konusundaki açıklamalarının esas hedefinin KKTC’yi ABD, Avrupa ve özellikle Rusya karşısında zor duruma sokmak olduğu söylenebilir. Nitekim konuyla ilgili rapor hazırlanarak ABD ve AB resmi makamlarına gönderilerek bu makamların terör konusundaki duyarlılıklarını etkilenmek istenmektedir. Özellikle Çeçen terörist iddiasına vurguda bulunulmasındaki amaç ise iyiye giden Rusya-Türkiye ilişkilerinin ve Rusya’nın KKTC’ye ilişkin tavrında giderek daha fazla biçimde öne çıkan yumuşama eğilimlerinin önünü kesmektir. Rusya’nın geleneksel Kıbrıs politikası Rum yönetimini desteklemek ve bu yönetimi adanın tek meşru temsilcisi olarak görme ve Türkiye’nin ve KKTC’nin karşısında yer almak ilkesine dayanmıştır. Ancak, Amerikan patentli ve AB destekli Annan planı ile Kıbrıs sorununun Rusya’sız çözümü çabası Rusya’nın Kıbrıs politikasında Türk tarafının önemini kavramasını da sağlamıştır. Rusya Annan Planı’nın başarısızlığını sağlamak için Rum kesiminin yanısıra, Türk tarafının (Türkiye ve KKTC) Annan Planı’na karşı çevrelerinin de desteğini alacak bir tavır sergilemiştir. Nitekim, Rusya 24 Nisan 2004’de BM Güvenlik Konseyi kararına karşı veto kullanırken, bu kararını Türkiye’ye de bildirmiştir. Hatta, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin 1 Eylül 2004’de Türk gazetelerine[xxviii] verdiği demecinde veto kararını konuyu Ankara ile görüştükten sonra aldıklarını ifade etmiştir.[xxix] Bu bağlamda, Rusya’nın terorizme savaş açtığı ve önleyici vuruş hakkını kullanacağını ilan ettiği bir dönemde Teodoru’nun iddialarının KKTC konusundaki Rusya’nın tavrının yumuşamasının engellemesini amaçladığı ve Rusya-Türkiye ilişkilerinin iyileşmesine karşı yöneldiği açıktır. Ancak, daha önce de belirttiğimiz üzere, Teodoru’nun Rum kesiminin resmi makamlarınca da daha önce verilmiş demeçlerle büyük ölçüde yalanlanan iddiaları Rusya resmi makamları tarafından ciddiye alınmamaktadır. Gerçi, Rusya’nın Güney Kıbrıs Büyükelçisi konuyla ilgili olarak Rum Adalet Bakanı ile bir görüşme gerçekleştirilmiştir. Ancak görüşmeden sonra Rusya’nın Güney Kıbrıs’taki büyükelçiliği Basın Ataşesi Vekili Dmitri Filatkin:“ Sayın Teodoru’nun iddialarının daha önce de gündeme getirildiğini ve bizzat Rum yönetimin diğer bakanları tarafından yalanlandığı” ifade etmiştir.[xxx] Her ne kadar daha önceki Türk tarafını suçlayıcı iddialardan bir netice alınmamışsa da Kıbrıs Hükümeti bu türden sansasyonel provakosyonlar yapmaya devam etmiştir. Alınan bir telefon üzerine Çeçen kampı iddiasının ardından bu defa da Rusya'nın Lefkoşa Büyükelçiliği'ne yönelik tehdit bulunduğu konusunda GKRY, RF Büyükelçiliği’ni uyarmıştır. İddiaya göre adanın kuzey kesiminden güney kesimine yasa dışı olarak silah nakledilmiş ve kimliği belirsiz teröristler bu silahları diplomatik temsilciliğe saldırmak için kullanmayı hedeflemiştir. Rus diplomatlar bu konuda bilgilendirilerek Büyükelçiliğin geçici olarak kapatılması sağlanmıştır. Bu iddialar üzerine polisler köpekleriyle birlikte Büyükelçilik sahasını, yakındaki evleri ve parkı incelemiş fakat şüpheli hiçbir şey bulamamışlardır. Zira bu defa da tehdidin asılsız olduğu anlaşılmıştır. Kıbrıs polisi ise Rusya Büyükelçiliği'ne telefon eden Kıbrıslı Rumu yakaladığını açıklamıştır. Yakalanan kişi daha önce de bu tür davranışlarda bulunmuş bir Rum çıkmıştır.[xxxi]
Rusya’nın Teodoru’nun KKTC’de terör kampları olduğu ve diğer asılsız telefon iddialarının mevcut konjöktürde Rusya- Türkiye ile ilişkilerini ve Rusya’nın KKTC’ye ilişkin yumuşama politikasını temelde olumsuz etkilemeyeceğini söyleyebiliriz. Ancak, konunun Rusya yönetimi tarafından gerektiğinde bir koz olarak öne sürülebileceği ihtimalini de gözardı etmemek gerekmektedir.
Nitekim bu durum Rus basınının da gözünden kaçmamıştır. 27 Eylül 2004 tarihinde www.utro.ru internet haber sitesinde GKRY’nin KKTC’ye yönelik çeşitli zamanlarda bu türden suçlayıcı açıklamaları olduğunu okuyucularına hatırlatmıştır. Utro’dan “Rusya Türkiye’yi Bombalayacak mı?” isimli yazıda Rum kesiminin suçlamalarında Rusya için hassas olan “Çeçenistan” konusunun seçilmesi de tesadüf olmasa gerek diye yorumda bulunulmuştur.[xxxii]
Erdoğan’ın Moskova Ziyareti ve Kıbrıs Sorunu
Türk-Rus ilişkilerinde son dönemde Kıbrıs sorununun gündemin baş sıralarına oturması, Başbakan Erdoğan’ın 10-12 Ocak tarihlerini kapsayan Moskova ziyareti kapsamında yapılan açıklamalarla olmuştur. Ziyaret sırasında Başkan Putin, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ı aradığını ve kendisine Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin çabalarını desteklediğini söylemiştir.[xxxiii] İşte bu açıklamalara, biraz tercüme hatası[xxxiv] ve Türk basınının abartılı yorumları da eklenince Rusya’nın Kıbrıs konusunda tamamıyla Türk tezlerini desteklediği gibi “temelsiz” bir görüntü ortaya çıkmıştır.
Başkan Putin, görüşmeler sırasında Kıbrıs sorunu ile ilgili olarak şu açıklamada bulunmuştur: “Kıbrıs konusunda referandumdan önce BM Güvenlik Konseyi’ne getirilen kararı veto ettik. Veto hakkımızı kullanmamızdaki gayemiz referandumda iki halkın vereceği kararı etkilememekti. Bu konuda o zaman Türk Dışişleri Bakanlığı’nı bilgilendirdik. Referandum yapıldı ve bitti. Şimdi BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs konusundaki çabalarını destekliyoruz. Hatta bugün (11 Ocak) erken saatlerde ben Sayın Annan’ı telefonla arayarak, Kıbrıs konusundaki girişimlerine destek vereceğimizi bildirdim. Sayın Annan’ın adını taşıyan planı destekliyoruz. Annan Planı sonrasında varılacak bir çözüm tarafımızdan desteklenecektir.”
Rusya Devlet Başkanı, "Kuzey Kıbrıs'ın ekonomik tecridinin adil olduğunu düşünmediklerini" de sözlerine eklemiştir.[xxxv] Putin, Kofi Annan ile aynı zamanda Kuzey Kıbrıs ile ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi ve uzun yıllardan beri devam eden ekonomik ambargonun kaldırılması konularını da görüştüğünü bildirmiştir.[xxxvi] Ayrıca doksanlı yılların ortalarında KKTC’yi ziyaret eden ve konuya oldukça vakıf olan Başkan Putin’in (GKRY için) Kıbrıs Cumhuriyeti yerine Türk terminolojisinden alınma "Güney Kıbrıs" ifadesini kullanması da dikkat çekici bir gelişme olmuştur.[xxxvii]
Putin, Erdoğan'ın ziyareti sırasında Türkiye'yi memnun eden açıklamalar yapsa da Rusya'nın Annan'ın adadaki referandum sonrası BM Güvenlik Konseyi'ne sunduğu, KKTC'ye tecridin kaldırılmasını içeren rapor ile ilgili olarak ise net konuşmaktan çekinmiştir. Putin, Türk gazetecilerin Rusya'nın BM Güvenlik Konseyi'nde nasıl oy kullanacağına ilişkin sorularına açık cevap vermekten kaçınmış ve "bunun hangi metnin oylamaya getirileceğine bağlı olduğunu" söylemiştir.[xxxviii] Rusya Devlet Başkanı, "ülkesinin, Türkiye dahil ilgili bütün taraflarla yapıcı bir şekilde işbirliğinde bulunacağını" ifade etmiştir.[xxxix] İşte bu açıklama, önce Türk basınında ardından da Yunanistan ve Rum basınında hararetle tartışılmaya başlanmıştır. Türk basınında Putin’in BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ı araması “sürpriz” bir gelişme olarak aktarılmış ve Rusya’nın Türkiye’yi desteklediğini duyuran başlıklarla verilmiştir.[xl] Oysa konu daha derinden araştırılmış olsaydı ortada Rusya açısından ne ciddi bir politika değişikliği ne de Putin’in Kofi Annan’ı aramasının sürpriz olmadığı anlaşılacaktı.
Rusya Devlet Başkanı'nın 5-6 Aralık 2004 tarihlerini kapsayan Ankara ziyareti sırasında Recep Tayyip Erdoğan, Kıbrıslı Türklere uygulanan ambargonun kaldırılmasına yönelik Annan Planı’na karşı olmamasını istemişti. Bunun üzerine Putin, “kapalı kapılar ardında” Rusya’ya dönüşünde Annan’ı arayarak bundan sonraki çabalarına destek vereceklerini belirtmişti. Bu sebeple aslında Başkan Putin, Ankara’da verdiği söz üzerine Annan ile görüşmüştür ve ortada “sürpriz” olarak nitelendirilebilecek bir gelişme bulunmamaktadır.
Putin’in Ankara ziyaretinin hemen ardından Moskova’yı ziyeret eden Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis ile bir araya geldiğinde de Putin aslında benzer ifadeler kullanmış ve çözümün her iki kesimi de tatmin etmesi gerektiğinin altını çizmiştir. Görüşmede Putin, “Kıbrıs’ta çözüm konusundaki tavrımızı mevcut BM Güvenlik Konseyi kararları ve BM Genel Sekreteri tarafından yakın zamanda önerilen plan çerçevesinde kapsamlı ve kalıcı bir çözüm yönünde ortaya koymuştuk” demiştir. Putin, Kıbrıs sorunun adadaki topululukların görüşlerinin gözönünde bulundurularak çözülmesi gerektiğini ifade etmiştir.[xli]
Kıbrıs'taki referandumun arifesinde Rusya'nın BM Güvenlik Konseyi'nde veto hakkını kullanması konusunda bir açıklama yapan Putin, Rusya'nın aleyhte oy kullandığını, bu konuda da önceden Türkiye'yi bilgilendirmiş olduğunu söylemiştir. Rus Devlet Başkanı, "bunu, bilinçli olarak, kararın alınmasını bloke etmek için değil referandumun neticelerinin dışarıdan herhangi bir etki altında kalmasını önlemek için yaptık." demiştir.[xlii]
Putin’in bu açıklamalarından, aslında referandumda Rusya’nın karar tasarısını veto edeceği konusunda Ankara’yı önceden bilgilendirdiği de ortaya çıkmıştır. Nitekim buna benzer bir açıklama Rusya'nın Ankara Büyükelçisi Petr Stegniy’den gelmişti. Stegny, Ağustos 2004’te Ankara'da yaptığı açıklamada, Rus vetosunun dolaylı bir şekilde Türkiye tarafından da istendiğini belirtmişti. Rum basınının iddiasına göre, aslında Türk Hükümeti de o dönemde, ülke içinde sarsıntılar yaratması olası Kıbrıs sorunundan kurtulmak ve AB'ye doğru yolunu açabilmek amacıyla Kıbrıslı Rumların "hayır" demesini istemiştir ve dikkatli bir şekilde elindeki Rusya kartını oynamıştır.[xliii] Ancak, Rusya’nın Nisan vetosunun aslında Türklerin mi, yoksa Rumların mı işine yaradığı tartışmalıdır. Zira halen Türkiye ve KKTC’de bu vetonun Türk çıkarlarına “olumlu” ve “olumsuz” katkı yaptığını savunan taraflar bulunmaktadır.[xliv]
Putin’in Açıklamalarına Tepkiler
Putin’in açıklamalarına en büyük tepki KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’tan gelmiştir. Denktaş, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in, Annan planını desteklediğini açıklamasının kendilerini şaşırttığını ve üzdüğünü söylemiştir. ''Rumların reddetmesi nedeniyle Annan Planının ortadan kalktığını'' dile getiren Denktaş, ''Sayın Putin'in, 'ambargoların kalkması, izolasyonun sona ermesi gerekir' çağrısının ardından 'Annan Planını desteklediği' yönündeki beyanatı bizi üzmüştür. Çünkü Annan Planı ortadan kalkmıştır.'' açıklamasında bulunmuştur. Denktaş, Türk tarafının Annan Planı’nı kabul etmesinin, ''devletten ve egemenlikten vazgeçtik, Rumlarla birleşeceğiz.'' şeklinde yorumlanmasının haksızlık olduğunu belirterek, Putin'in Annan Planını desteklediğini açıklamasının kendilerini şaşırttığını kaydetmiştir.
Putin'in daha önce, ''Kıbrıs meselesi iki halk arasında, iki taraf arasında halledilebilir, dıştan müdahale istenmez.'' yönünde demeç verdiğine işaret eden Denktaş, ''O daha gerçekçi bir yaklaşımdı.'' demiştir. Denktaş, Kıbrıs sorununun halledilebilmesi için Rumlara, Kıbrıs Türklerinin hükümeti olmadığının ve olmayacağının söylenmesi ve Kuzey'deki insanların bağımsız bir halk olduğunun hatırlatılması gerektiğini kaydetmiştir. Cumhurbaşkanı Denktaş, ''Bağımsızlığına kavuşmuş insanların ve halkların bağımsızlıklarını hiçbir yerde ve hiçbir zaman gönüllü olarak ortadan kaldırdıkları görülmüş bir şey değildir. Bizden istenen budur. Kıbrıs Türk halkı da şerefli bir halktır. Böyle bir şey yapacak değildir diye düşünüyoruz.'' ifadesini kullanmıştır.[xlv]
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, “Kıbrıs Girit Olmasın”[xlvi] isimli kitabında da Annan Planı’na karşı fikirlerini açıklamakta ve aynı zamanda Türkiye’nin bu plana sahip çıkmasına bir anlam veremediğini ifade etmektedir.
Başbakan Erdoğan, Vladimir Putin'in yaptığı açıklamalar için, "Rusya önemli bir ülke, umut ediyoruz ki bu açıklamalar Kıbrıs konusu hakkındaki politikamızda yeni olanaklar yaratır." demiştir.[xlvii] Açıklamalarını Annan Planı üzerinde yoğunlaştıran Erdoğan, Kıbrıs sorununun çözümünde planın adının değil, içeriğinin önemli olduğunu söylemiştir. Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Putin'in Kıbrıs konusunda Türkiye'yi destekleyen açıklamalarına Denktaş'ın tepki gösterdiği ifade edilerek, Türkiye'nin bundan sonraki adımlarının ne olacağı ve Türkiye ile Denktaş arasında yaklaşım farklılığı bulunup bulunmadığının sorulması üzerine şunları söylemiştir: ''Burada öyle zannediyorum ki bir şeyi anlamakta zorlanıyoruz. Öne sürülecek olan veya önümüze gelecek olan mevcut bir Annan Planı şüphesiz ki olmayacaktır. Bunun adının, Annan Planı olup olmaması da önemli değildir. Önemli olan, bunun içeriğidir ve bu içerik bir çözüm önermelidir. Bir çözümü içerecek plana, kimsenin karşı çıkacağına inanmıyorum. Adı Annan Planı olmuş, başkası olmuş, bunlar önemli değil. Bir şeyi, bir makam sahibi götürüyorsa, onun ismini alması, tarih boyunca bir teamüldür, bir alışkanlıktır, bu böyle de devam eder.”[xlviii]
Erdoğan, Putin’in “KKTC’nin üzerindeki tecridin adil olmadığını düşünüyoruz” şeklindeki jestine karşılık, Türkiye’nin, 24 Ocak’ta Davos’ta düzenlenecek Dünya Ticaret Örgütü toplantısında Rusya’nın üyeliğini destekleyeceğini söylemiştir.
KKTC Başbakanı Mehmet Ali Talat, Rusya'nın tutumunu ve Başkan Putin’in son açıklamalarını memnuniyetle karşıladığını ifade etmiştir. Talat, aynı zamanda "Bu, özellikle bizim izolasyonların kaldırılması konusunda verdiğimiz mücadeleye katkı yapacak önemli bir gelişmeydi. Bu haklı talebimizi karşılamak için Güvenlik Konseyi'nin konuyu ele alması sırasında Rusya'nın tutumu oldukça önemli olacaktır. Bununla ilgili olumlu sinyaller geldi." demiştir.[xlix]
Putin’in açıklamalarının Türk basını tarafından abartılı bir zafer olarak yansıtılması Rum basınını da telaşa düşürmüştür. Rum basınında bir taraftan Türkiye’nin Putin’in ifadelerini abarttığını ileri sürerken, diğer taraftan da bazı yayın organlarında Rusya’yı suçlayıcı yazılar yayınlanmıştır. Politis Gazetesinde Makarios Drusiotis’un yazdıkları Rusya açısından ciddi dersler çıkarılacak niteliktedir.