NGO Devrimlerinin Yeni Rotası: Orta Doğu’da Sedir Devrimi
ABD’nin etkinliğini yerleştirme projesi çerçevesinde Doğu Avrupa topraklarında başlatılıp daha sonra eski Sovyet coğrafyasına kaydırdığı “renkli” devrimlerin şimdi de Orta Doğu’da deneme aşamasında olduğuna şahit olunmaktadır. İlk devrimler, daha SSCB dağılmadan önce Soğuk Savaş’ın en şiddetli olduğu dönemlerde Doğu Avrupa’da fiiliyata geçirilmeye başlanmıştır. Soğuk Savaş’ın ekonomik yükünü kaldırmakta zorlanan Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecini tetiklemek için, 1980’lerin başlarında Batı desteği ile Polonya’da Lech Valesa liderliğindeki “Solidarnost” isimli işçi sendikası gibi örgütler aracılığıyla Doğu Avrupa’da Batı lehine önemli kazanımlar elde edilmiştir. O dönemde Sivil Toplum Örgütü (STÖ-NGO) devrimlerinin amacı Sovyet rejiminin “en zayıf halkası” olarak görülen Doğu Avrupa’nın, zayıflatılarak Sovyet kuşağından çıkışına zemin hazırlamaktır. Ancak gelişmeler o kadar hızlı yaşandı ki, ortada ne Sovyet kuşağı kaldı ne de Sovyetler Birliği.
Sivil ayaklanma planının ilk aşamasında Sovyet İmparatorluğunun yıkılması hedef alınmış ve bunda da başarı sağlanmıştır. İkinci aşamada ise bu defa yıkılan eski Sovyet kuşağında, Sovyetlerin yasal mirasçısı Rusya’nın etkisinin kırılmasına yönelik yeni bir plan devreye konulmuştur. Öncelikle NATO operasyonlarının da yardımıyla Yugoslavya’da Slobodan Miloşeviç rejimi devrilerek yerine Batı yanlısı bir iktidar getirilmiştir.
Dönemin Amerikan think-tanklerinde Sovyetler Birliği’ne karşı hazırlanan “halk devrimleri yoluyla rejim ihracı modeli” aslında kaynağını bizzat Sovyetler Birliği ideolojisinden almaktaydı. Lenin’in ölümünden sonra Stalin tarafından sürülen Lev Troçki’nin 1929’da İstanbul Büyükada’da sürgünde yazdığı “Sürekli Devrim” kitabında ilk kez bahsettiği halk hareketleriyle gerçekleştirilecek devrimler, şüphesiz ki Amerikalıların en büyük esin kaynaklarından birisini oluşturmuştur.
Troçki’nin işçi sınıfı için düşündüğü “Proleter Devriminin” şimdi yeni versiyonu Soros tarafından finanse edilen ve Amerikan Hükümeti tarafından da siyasi ve diplomatik yollarla desteklenen “Hollywood yapımı renkli devrimler” olarak karşımıza çıkmaktadır.
Doğu Avrupa’da çeşitli halk hareketleriyle mevcut iktidarların yıkılışlarına şahit olunduğunda henüz bu devrimlere renkli isimler verilmemişti. 1989'da Çekoslovakya'yı parçalayan harekete 'Kadife Devrim' dendi. Ardından Baltık ülkelerinin SSCB’den ayrılışına şahit olundu ve dünya burada “şarkılı türkülü devrimlerle” bu ülkelerin Sovyetlerden ayrılarak Batı bloğuna girişini kutladı. O dönemde Estonya'da şarkılarla gelen değişime de 'Şarkı Devrimi' dendi. Ardından devrimler tarihinde uzun süren bir sessizlik dönemine girildi. Ancak bu fırtına öncesi bir sessizlikti. Nitekim SSCB’nin dağılmasından sonra eski Sovyet Cumhuriyetlerinde yaşanan geçiş süreci, bir çok yeni cumhuriyet açısından oldukça sancılı bir dönemdi. Bu ülkelerin bazıları etnik çatışmalar ve toprak sorunları yaşamaya başladı. Bazılarında ise iç savaş ve darbelere şahit olundu. Oldukça kanlı sahnelerin yaşandığı bu dönemde, Soros ve ABD iyi bir hazırlık devresi geçirdi ve kurulan “Açık Toplum Örgütleri” vasıtasıyla devrimlerin altyapısı oluşturulmaya çalışıldı.
Aradan geçen yaklaşık on yıllık süreçten sonra ilk kıpırdanmalar Gürcistan’da yaşanmıştır. Ardından eski Sovyet Cumhuriyetlerinden Gürcistan, sivil darbe girişimlerinin eski Sovyet coğrafyasındaki ilk önemli sınav yeri olmuştur. Gürcistan bölgede Rusya ile en çok sorun yaşayan ülkeydi ve Devlet Başkanı SSCB’nin son Dışişleri Bakanı Eduard Şevardnadze, Ruslar tarafından SSCB’yi dağıtmakla ve Batı yanlısı olmakla suçlanmaktaydı. Gerçekten de Şevardnadze Batı yanlısı bir politikacıydı ancak, Batının çizdiği yeni “lider” tiplemesine uymamaktaydı. Bu sebeple 2003 yılının son günlerinde Şevardnadze, Batı (Soros ve ABD) tarafından yapılan bir devrimle yıkılarak yerine Batılı tiplemesine oldukça uyan genç bir lider Mihael Saakaşvili getirilmiştir. Amerika’da eğitim gören ve Hollandalı bir eşe sahip olan Saakaşvili ve taraftarları, uzun süre kuşatma altında tuttukları parlamentoya ellerinde güllerle girdikleri için Gürcistan’daki devrime “Gül Devrimi” dendi. Ancak literatürde bu devrim “Kadife Devrim” olarak da isimlendirilmiştir.
Gürcistan’da “Kadife Devrim” olarak adlandırılan rejim değişikliğinin birinci yıldönümünde, bu defa Batı ile Rusya arasında önemli bir tampon bölge olan Ukrayna’da tartışmalı bir seçim sonucunda halk ayaklanmaları gündeme gelmiştir. Bu halk hareketi sonucunda Ukrayna’da devrim gerçekleştirilmiş ve ülkede Batı yanlısı Viktor Yuşenko iktidara getirilmiştir. Yuşenko ve taraftarlarının turuncu kaşkollarla meydanlarda boy göstermesi sebebiyle Ukrayna devrimine “Turuncu Devrim” adı verildi. Rus medyası ise Kiev sokaklarında bolca bulunan kestane ağaçlarından esinlenerek, bu devrime 'Kestane Devrimi' denilmiştir. Eski Sovyet kuşağı ile beraber Orta Doğuda renkli devrimler dalgasının devam edeceği ve bu devrimlere yeni “renklerin” ekleneceği beklenmektedir.
Rejim ihracının eski Sovyet kuşağındaki yeni adresleri Ermenistan, Moldova ve Kırgızistan olabilir. Azerbaycan ise 2005 yılı parlamento seçimleri öncesinde bir hayli karışacağa benzemektedir. Zira şimdiden bunun ilk işaretleri alınmaya başlanmıştır. Ülkede gazetecilere karşı bazı tutuklamalar ile başlayan gerginlik, son olarak Monitor gazetesinin genel yayın yönetmeninin öldürülmesi ile iyice tırmanmıştır. BDT coğrafyasında Afganistan ile sınırdaş olan Tacikistan’da da sürpriz bir değişiklik beklenebilir.
Devrim dalgasının kısa vadede olmasa bile, orta vadedeki adresi Orta Asya olacaktır. Zira hem Batı ile olan coğrafi uzaklık, hem de bölgedeki demokrasi geçmişinin zayıflığı bu bölgelerdeki güçlü diktatör rejimlerinin elini güçlendirmektedir. Diğer yandan Orta Asya Cumhuriyetlerindeki muhalefetin genel itibariyle “İslamist” kökenli olması ve Batılı ülkelerle çok da iyi ilişkileri olmayışı bu ülkelerdeki muhalefetin en önemli çıkmazlarındandır. Orta Asya ile beraber Kafkasya’da devrimlerin devam edeceği tahmin edilmektedir.
Ermenistan’da, özellikle de Rusya destekli bir darbe ile 1997’de koltuğundan uzaklaştırılan Levon Ter Petrosyan liderliğinde bir hareket Batıdan gerekli desteği alabilecek durumdadır. Zira Petrosya’nın da Saakaşvili ve Yuşenko gibi “Batılı standartlara” birçok parametreler açısından uyduğu görülmektedir. Her üç lider de liberal ekonominin hüküm sürdüğü Batı yanlısı bir iktidar örneği sergilemek istemektedir. Gürcistan devriminin lideri Saakaşvili’nin eşi Hollandalı, Ukrayna devriminin lideri Yuşenko’nun eşi ise Amerikan vatandaşıdır. Son günlerde Ermenistan siyasi yaşamında giderek aktifleşen ve bu çerçevede de ABD’ye giderek Beyaz Saray ile yakın ilişkiler içine giren Petrosya’nın eşi ise Yahudi asıllıdır.
Sivil darbelerin şimdiye kadar uygulandığı üç ülkede de aynı örgüt şemasının, aynı finans kaynaklarının ve hatta benzer sloganların kullandıkları görülmüştür. İlk NGO devriminin gerçekleştirildiği Yugoslavya’da, devrimin motor gücünün “Otbor” (direniş) isimli bir gençlik örgütü olduğu görülmüştür. Benzer yapılanmanın Gürcistan’daki ismi “Kmara” (yeter) ve Ukrayna’daki fikirdaşları ise “Pora” (zamanı geldi) ismiyle boy göstermiş ve devrim liderlerinin yanındaki en önemli güçlerden birisini oluşturmuşlardır.
Otbor, Kmara ve Pora gibi gençlik örgütleri başta Geoge Soros'un Open Society Institute’u olmak üzere National Endowment for Democracy (NED), U.S. Agency for International Development (USIAD), National Democratic Institute ve International Republican Institute gibi Batı menşeli sivil toplum kuruluşları (NGO) tarafından desteklendikleri görülmektedir.
ABD’nin yeni dünya düzeni politikasının, ülkeler ve bölgeler için farklı enstrümanlarla devam ettiği görülmektedir. Bu yeni dünya düzeni eski Sovyet kuşağında sivil darbelerle hayata geçirilirken; Afganistan ve Irak gibi ülkelerde bizzat askeri müdahalelerle yapılmaya çalışılmaktadır. Yeni dünya düzeninin Türkiye gibi ülkelerdeki uygulama şekli ise bir sivil darbe veya askeri müdahaleden ziyade, sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla tetiklenmeye çalışılan içten devrim şeklindeki “Toplumsal Dönüşüm Projesi” olarak ortaya çıkmaktadır.
Afganistan ve Irak’ta askeri usullerle yapılan rejim değiştirme yönteminin, şimdi sivil metotlarla Orta Doğu ülkelerinde uygulanmaya konulduğunu görülmektedir. NGO devrimlerinin Orta Doğu’ya sıçramasıyla şimdi yeni bir aşamaya geçilmektedir. Bu aşamanın ilk merhalesine Orta Doğu’nun “en zayıf halkası” olan Lübnan’da “start” verilmiştir. Lübnan’da eski Başbakan Refik Hariri, konvoyuna düzenlenen saldırı sonucunda hayatını kaybetmiş ve ardından da hükümetin istifasına kadar giden gösteriler zinciri başlamıştır.
Hariri, Lübnan’ın en zengin ve en önemli politik liderlerden birisiydi. Lübnan’ın en iyi korunan siyasetçisi konumundaki Hariri’nin Beyrut’un merkezinde, gündüz vakti ve sıkı bir koruma altındaki konvoyuyla beraberken saldırıya uğraması gerçekten anlamlıdır. Suikastın ardından bütün gözler Suriye’ye çevrilmiş ve Şam bu suikastla doğrudan ilişkilendirilerek suçlanmıştır. Uluslararası kamuoyunun Suriye üzerinde baskılarının bu denli yoğunlaştığı bir dönemde, Suriye’nin böyle bir eyleme girişmesi adeta kendi ipini çekmesi anlamına gelmektedir. Bu sebeple önce Lübnan’dan başlamak üzere, daha sonra Suriye ve diğer Arap ülkelerine sıçrayacak bir devrimler dizisinin başlatılması için Hariri suikastının dominonun ilk taşı olarak kullanıldığı düşünülmektedir.
Lübnan’da üzerinde ‘sedir’ ağacının bulunduğu ulusal bayrakla Beyrut’un Şehitlik Meydanı’nda binlerce muhalif toplanmıştır. Göstericiler Suriye, askerlerini çekinceye kadar protestoya devam kararı almış ve neticesinde Suriye kısmi çekilmeyi kabul etmiştir. Bunun ardından ise hükümet istifa etmiştir. Şimdi, Suriye yanlısı olarak bilinen devlet başkanının da istifa etmesi beklenmektedir.
Özgürlükleri ve demokrasiyi yaymayı ikinci Bush döneminin öncelikleri arasına koyan ABD Dışişleri Bakanlığı’nın insan haklarından sorumlu müsteşarı Paula Dobriansky, ‘Gürcistan’da gül, Ukrayna’da turuncu, Irak’ta mor devrimden sonra simdi de Lübnan’da ‘sedir devrimi’ için halkın gücünü bir araya getirdiğini’ söylemiştir.
Suriye'nin dünya tarafından, Orta Doğu'da demokratik değişimin önünde engel olarak görülmeye başlandığını söyleyen Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Şam'ı Iraklı direnişçilerin topraklarını kullanmasına izin vermekle suçlamıştır.
Gelişmelerin ve yapılan açıklamaların ışığında, Lübnan’dan sonra NGO devrimlerinde sıranın Suriye’ye geleceği oldukça net bir şekilde görülmektedir. Ancak Suriye’de devrimin kendiliğinden gelişmesi sorunlu olabileceğinden ABD bu ülkede diplomasinin açacak küçük çaplı bir operasyon dahi düzenlenebilir. Giderek büyüyen tehlikeyi ensesinde hisseden Şam Yönetimi, ABD ile bozulan ilişkileri toparlamak için çeşitli çabalar içine girmiştir. Şam Yönetiminin, geçen hafta Sebavi İbrahim el Hasan el Tikriti'yi teslim etmesi bu kapsamda bir girişim olarak değerlendirilebilir. Saddam'ın üvey kardeşi olan el Tikriti Irak’taki direnişin önemli isimlerinden biridir. Ancak bu girişimlerin Suriye’yi kurtarmaya yeteceği düşünülmemektedir. Zira ABD, Irak’taki direnişçilerin Suriye’den destek aldığı konusunda hiçbir şüphe taşımamaktadır. Bunun dışında Irak’ın işgaliyle Sünnilerin iktidarına son veren ABD, hiç istemediği halde Irak’ı Şiilere teslim etmiş gözükmektedir. Suriye’deki iktidarın da Şiiliğin bir kolu olan Nusayrilerin (Arap Alevileri) elinde olduğu düşünülürse, şimdi Orta Doğu coğrafyasında ABD’nin kendi eliyle bir Şii kuşak oluşturduğu görülmektedir. ABD’nin Suriye’de iktidarı değiştirmek istemesindeki bir diğer amaç da buradaki Sünnileri iktidara getirerek İran-Irak-Suriye Şii hattını parçalamak olabilir.
Lübnan’ın zapt-u rapt altına alınmasının bir diğer önemli sebebi ise İsrail’in hemen yanıbaşında bulunan ve Hizbullah gibi terör örgütlerinin İsrail’e saldırı için kullanıldığı bir alanı kurutmaktır. Böylece Suriye ve İran’ın Lübnan topraklarını kullanarak İsrail’e karşı saldırılarda bulunmaları da engellenmesi hedeflenmektedir.
NGO devrimlerinin şimdi de ABD-İsrail ittifakı tarafından uygulanmaya çalışılan Büyük Orta Doğu Projesi’nin emrinde olduğunu görülmektedir. Lübnan ve Suriye ile beraber, Orta Doğu’nun lider ülkesi Mısır için de aynı senaryoların gündeme gelmesi şaşırtıcı bir gelişme olmayacaktır. Bu arada bu plan içinde İran’ın oynadığı kilit rol gözlerden kaçmamalıdır. Zira İsrail’in Orta Doğu’da nükleer bir devlete tahammül edemeyeceği açıktır. Bu sebeple önümüzdeki dönemde ABD-İsrail ittifakı İran’daki nükleer tesislere “sınırlı” bir hava operasyonu düzenleyebilir. Ardından özellikle Güney Azerbaycan’daki yaklaşık 30 milyon Azeri Türkü vasıtasıyla İran devrimi tetiklenmeye çalışılacaktır. İran’ın, kuzeydeki Azerbaycan Devleti’nden askeri üs için baskılarını yoğunlaştırmasının boşuna olmadığı düşünülmektedir.
Her ne kadar Rusya Savunma Bakanı Sergey İvanov, 'Demokrasinin bir bahçeden çıkarılıp diğerine dikilecek bir patates olmadığını' söylese de, Amerika’nın gözünde demokrasi ister sivil darbeler isterse de askeri metotlarla olsun mutlaka ihraç edilmesi gereken bir ürün olarak görülmektedir. Önümüzdeki dönemde “eski dünya” ABD’nin yeni NGO darbelerine sahne olacaktır. ABD NGO devrimleri için bir yandan eski Sovyet mekanında faaliyetlerini yoğunlaştırırken diğer yandan da bu bölgeden edindiği tecrübeyle devrimleri Orta doğuya yaymaya çalışmaktadır. Ancak burada ince bir ayrıntının olduğu da unutulmamalıdır. ABD BDT coğrafyasındaki devrimleri Sivil Toplum kuruluşları ve Think Tanklarla yapmaya çalışırken, Orta doğuda işin “Think” kısmına pek yer vermemekte ve “Tanklarla” yapma yolunu seçmektedir.
ABD’nin özgürlük ihracı politikası çerçevesinde Türkiye için düşünülen “içten değişim” sürecinin ülkemizi çok tehlikeli mecralara sürükleyebileceğini de gözden uzak tutmamamız gerekir. Özellikle bu değişim ile beraber devreye sokulmak istenen “bölünme” senaryolarına karşı bilhassa dikkatli olunmalıdır. Ancak buna karşın Türkiye’nin kesinlikle bir bölünme psikozuna girmemesi de gerekmektedir. Bu tür senaryolar Türkiye için düşünülen seçenekler arasında olmakla beraber Türkiye’nin, gelenekleri olan büyük bir devlet olduğu ve iç dinamikleri ile oynanan diğer ülkelerden ciddi farklarının bulunduğu da gözardı edilmemelidir.