“Ne Mutlu Türküm Diyene!”
Yersiz Tartışma
Türkiye Cumhuriyeti Devleti için çağdaş anlayışlara ve normlara uygun daha demokratik bir Anayasa hazırlamak amacıyla yapıldığı söylenen çalışmalarda “Türk Milleti” ve vatandaşlıkla ilgili olarak “Türk” gibi temel kavramlar ve deyimler üzerinde süren tartışmaları, vatandaş olarak yersiz, ulusal bütünlüğümüzün geleceği için sakıncalı ve tehlikeli bulanlardanım.
TC Diplomatik Pasaportu İçin Barzani ve Talabani’den Teşekkür
Bakanlıklar ve kurumlar arası bir karma heyetin başkanı olarak 1993 yılının Nisan ve Eylül aylarında Kuzey Irak’a gittim. Dohuk, Zaho, Erbil ve Süleymaniye’de incelemelerde, temas ve görüşmelerde bulundum. Salahadin’deki karargâhında Mesut Barzani; Süleymaniye’de Celal Talabani ile görüştüm. Her ikisi de Türkiye’nin kendilerine Diplomatik Pasaport vererek yurt dışına seyahatler yapabilmelerine imkân sağladığı için, görüşmeler sırasında yeri geldiğinde, teşekkür ettiler.
“Ne Mutlu Türküm Diyene” Vecizesinin Anlamı
Bu teşekkür ifadeleriyle ilgili olarak o zaman zihnimden şunların geçtiğini hatırlıyorum: “İşte ‘ne mutlu Türküm diyene’ vecizesinin esas anlamı budur. Belli ki, Türkiye Cumhuriyeti pasaportuna sahip olmak Barzani’ye ve Talabani’ye ihtiyaç duydukları bir imkân sağlamış. Kürt etnik kimliklerine rağmen seyahatlerinde kullandıkları pasaport dolayısıyla ‘Türk vatandaşı’ olarak görünmekten, uyrukları sorulduğu zaman ‘Türk’ şeklinde cevap vermekten ve kayıtlara ‘Türk’ olarak geçirilmekten, rahatsızlık duymamışlar. Aksine, Türk vatandaşı olarak görünmek kendilerine güven ve huzur vermiş.”
Gerçek odur ki, Anadolu’daki vatanperver ve kahraman halk da yedisinden yetmişine kadar Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde al renkli, beyaz hilal ve yıldızlı Türk bayrağının altında aynı ülkü etrafında toplanmış, aynı düşmana süngüleriyle “Allah Allah” nidalarıyla saldırarak mücadele vermiş; vatanımızı işgalden kurtarmış; istiklal savaşını zafere ulaştırmıştır. Onlar bizlerin dedeleri ve babalarıydı. Analarımız, ninelerimiz, bir taraftan bizlere bakar ve korurken, aynı zamanda savaşta sırtlarında ağır top mermilerini taşımışlardı. Hür ve bağımsız yaşama uğruna şehit düşmüşler, gazi olmuşlardı. Cumhuriyet niteliğiyle kurulan bağımsız “Türkiye Devleti’ni” kendilerinin güvenlik, huzur, refah ve geleceklerinin teminatı olarak görmüşlerdi.
Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin 10. yıldönümünün mutluluk ve iftihar duygusu yaratan havası içinde, vatandaşlarına daha fazla güven duygusu aşılayabilmek ve Türkiye Cumhuriyeti’nin, vatandaşlarının güvenliği, huzuru ve refahı için tek ve temel teminat olduğunu vurgulayabilmek maksadıyla “Ne Mutlu Türküm Diyene” vecizesini dile getirmiştir. Bu vecize onun bilinen dehasının eseridir. Irkçı düşüncenin, ırk ayırımcılığının ifadesi olan dışlayıcı ve zorlayıcı bir söz değildir. Aksine, etnik köken farkı gözetilmeden Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çatısı altında gönüllülük esasına göre kıvançta ve tasada bir ve beraber olarak tek bir ulus halinde hür ve bağımsız yaşanmasını sağlama arzusunun ve iradesinin ifadesi olan toplayıcı ve birleştirici bir çağrıdır. Dikkat edilmelidir ki, ulu önder Atatürk “ne mutlu Türk olana” gibi bir söz kullanarak çağdışı bir iddiada bulunmamıştır.
TC Vatandaşı Olan Musevî Almanlar
1930’lu yıllarda, aralarında Prof. Dr. Ernst Hirsh ve Ernst Reuter gibi Yahudi asıllı ünlü ilim adamlarının ve siyasetçilerin de bulunduğu şahsiyetler ve aileleri Almanya’daki ırkçı Nazi rejiminden kaçmış ve Türkiye’ye gelmişlerdir. Onlar için, belirli bir dönemle de sınırlı olsa, “Türk vatandaşı” olmak ve T.C. pasaportu almak ve “Türküm” diyebilmek, hayatta kalabilmelerinin teminatı olmuştur.
“El Turco”
1992 yılında, Arjantin’in o dönemdeki Cumhurbaşkanı Carlos Menem resmî ziyaret için Türkiye’ye geldi. Ankara’da kendisinin Arjantin’deki lâkabının “el Turco” olduğunu söyledi. Annesinin ve babasının Osmanlı Devleti zamanında Suriye’de doğup büyüdükleri ve sonradan Arjantin’e göç ettikleri için “El Turco” olarak adlandırıldıklarını anlattı. Osmanlı ülkesinden gelenlere Lâtin Amerika’da “el Turco” denildiğini vurguladı.
Avrupa dillerinde “Türk kafası” (tête de Turc), “Türk gibi kuvvetli” (fort com un Turc), “Anne Türkler geliyor” (mama li Turchi) gibi deyimler vardır.
“Türk kahvesi”, “Türk hamamı” “Türk mutfağı” gibi kavramlar da dünyaca bilinmektedir.
Bütün bu olgular uluslararası plânda tarihî olarak Anadolu dahil Osmanlı ülkesinde yaşayanların Türk olarak algılandıklarını ortaya koymaktadır.
Bunun içindir ki, Osmanlı Devleti döneminde 1571’den itibaren Anadolu’dan gelip Kıbrıs’a yerleşmiş olanlara “Kıbrıs Türk halkı” denilmektedir.
Çeşitli ırklardan ve farklı kültürlerden gelen unsurlardan oluşan Osmanlı Devleti’nin tebaası tarihte bütün halinde “Türk” olarak adlandırılabiliyorsa, Türkiye Devleti’nin vatandaşlarına da ırk ve din farkı gözetilmeden “Türk” denilmesini doğal ve uygun karşılamak ve bundan rahatsız olmamak gerekir.
Azerbaycan İle İlişkilerde “Tek Millet, İki Devlet” Anlayışı
Bugüne kadar Azerbaycan devletiyle olan ilişkilerimizin temelinde “tek millet, iki devlet” anlayışının yattığını söyleye geldik. Başbakan Sayın Erdoğan da bu anlayışı birçok kereler dile getirdi. Bu çerçevede zikredilen “tek millet” kavramı “Türk Milleti’ni” ifade etmiyor mu? Biz “Türk Milleti” kavramını terk edersek Azerbaycan ile olan ilişkilerimize yön veren anlayışı da herhalde değiştirmemiz gerekecektir.
Batı Trakya “Türk Azınlığı”
Kendi vatandaşını “Türk” olarak niteleyemeyen Türkiye Devleti’nin, antlaşmalara göre azınlık statüsünde olan Batı Trakya’daki ahalinin “Türk” sıfatıyla nitelenmesini yasaklayan Yunanistan’ı eleştirmesi tutarlı bir davranış olarak görülebilecek mi?
“Türk Sporcu, Türk Askeri, Türk Parlâmenteri, Türk Diplomatı” Kavramları
Şurası bir gerçektir ki, çeşitli spor dallarındaki millî takımlarımızda ve/veya dış temas yapan takımlarımızda yer alan sporcularımıza, etnik kökenleri düşünülmeden, sırf göğüslerindeki ay yıldız dolayısıyla, dışarıda “Türk sporcu”; uluslararası görev yapan TSK mensuplarına “Türk askeri”; TBMM üyelerine “Türk parlâmenteri; diplomatlarımıza “Türk diplomatı” denilmektedir.
Bazı Kurumlarımızın İsimlerindeki “Türk” Kelimesi
Muhtemel yeni bir anayasada “Türk Ulusu” ve vatandaşlıkla bağlantılı olarak “Türk” kavramına yer verilmemesi düşüncesinin hakim olması halinde, çok geçmeden, başında “Türk” sıfatının yer aldığı kurum ve kuruluşlarımızın isimlerinin, (örneğin “Türk Silâhlı Kuvvetleri”) değiştirilmesi taleplerinin de gündeme getirilmesi ihtimalinden ziyadesiyle endişe ederim.
Diğer Devletlerin Anayasaları
Kendilerinin insan hakları ve hukuk standartlarını örnek aldığımız Devletlerin anayasalarında “Alman”, “Fransız”, “İtalyan”, “Yunan” gibi kavramların yer aldığını görüyoruz. Örneğin, Almanya Federal Cumhuriyeti’nin Anayasasında “Alman” ve “Alman vatandaşlığı” kavramları ve deyimleri kullanılmıştır (m. 116). Keza, Fransa Cumhuriyeti’nin Anayasası’nda da “Fransız”, “Fransız halkı”, Fransız vatandaşlığı” deyimleri vardır. Yunanistan’ın anayasasında çok sayıda “bütün Yunanlar”, “Yunan vatandaşı”, “Yunan toprağı” kavramları ve deyimleri geçmektedir. Almanya’da yaşayıp Alman vatandaşı olmuş bulunan Türkiye’den göç etmiş Türk ve Kürt veya başka etnik asıllı insanlar ve onların orada doğan çocukları vardır. Almanya kanunlarına göre Almandırlar. Alman veya Fransız veya İtalyan vatandaşı olan insanlar Alman, Fransız, İtalyan vb. kabul ediliyor da, Türk vatandaşı neden Türk kabul edilmesin?
MGK Bildirisi
MGK 29 Aralık 2010 günkü toplantısında “tek bayrak, tek millet, tek vatan, tek devlet anlayışını ve Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî dilinin Türkçe olduğu gerçeğini değiştirmeğe yönelik hiçbir girişimin kabul edilemeyeceğine” dair ortaya koyduğu iradenin anlamı ve amacı gayet açıktır. Adı “Türkiye” olan devletin, tek olan bayrağına “Türk bayrağı” denildiği gibi, tek olan “millete” de “Türk milleti” denilecektir. Bu “tek millet” anlayışının kaçınılmaz bir gereğidir.
“Türk milleti” ve ”Türk vatandaşı” kavramına itiraz eden ve bu itirazını kabul ettiren zihniyetin, bugün sesini fazla yükseltmese bile, yarın devletin “Türkiye” olan adına da aynı gerekçelerle itiraz etmesi beklenmelidir.
Birbirimizin Etnik Kökenini Sorgulamadık
Kuruluşundan bu yana Türkiye Cumhuriyeti’nin çatısı altında birbirimizin etnik kökenini sorgulamadan millet olarak kaynaşarak yaşadık. Yine birbirimizin etnik kökenini merak dahi etmeden aşka ve sevgiye dayalı evlilikler yaptık. Mesut yuvalar kurduk. Çocuklar yetiştirdik. Kopmaz dostluklar, arkadaşlıklar yarattık. Vatan hizmetini beraber yaptık; silâh arkadaşı olduk. Türkiye Cumhuriyeti devletinde memur olarak Türk milletine sadakatle hizmet ettik. Devletin en üst yönetim mevkilerinde bulunduk. Devlet sırlarını taşıdık. TBMM’nin çatısı altında siyaset yaptık.
“Terör Sorununun” Üstesinden Gelmenin Çaresi
Türkiye Cumhuriyeti’nde başta “terör sorunu” olmak üzere sorunların üstesinden gelmenin çaresi, Anayasa’daki “Türk milleti” ve “Türk vatandaşı” kavramlarını silmek değildir. Aksine, bunu yapmak, daha büyük sorunların ortaya çıkmasına sebep olmak demektir. Türkiye Devleti, etnik kökeni ne olursa olsun, bütün vatandaşlarının temel hak ve hürriyetlerinin, huzur ve refahının, korkudan azade güvenlik ve sağlık içinde yaşamalarının, onların maddî ve manevî varlığını korumalarının ve geliştirmelerinin, iş ve aş sahibi olmalarının, herkesin bir gün başvurduğu adaletin terazisinin doğru işlemesinin güçlü teminatı olabildiği ölçüde, sorunların üstesinden gelinebilecektir.
Bir binanın kuruluşundaki temel taşlarla gelişi güzel oynanmasının er geç binanın çökmesine yol açması kaçınılmazdır.