Kurumumuz Bünyesinde Stajyer Alınacaktır.

13 Şubat 2023

Staj Başvurusu
Kurumumuz Bünyesinde Grafik Tasarım Uzmanı Alınacaktır!

13 Mart 2023

İş Başvurusu
DUYURULAR
Millî Dava Kıbrıs

Kıbrıs konusu 1950’li yılların başından itibaren Türkiye’de “millî dava” olarak benimsenmiş. “Anavatan – Yavru Vatan” sıcak kucaklaşması ve kenetlenmesi gerçekleşmiştir.  Kıbrıs Türk halkı ile beraber Türk kamuoyunun, gençliğiyle ve basınıyla, Kıbrıs konusuna “millî dava” anlayışıyla sahip çıkması, Türk Hükûmetinin tutumunu da etkilemiş ve şekillendirmiştir. Millî Dava anlayışı ilk defa olarak 1954 ve 1957’de Başbakan Adnan MENDERES tarafından kurulan 22. ve 23. Hükûmetlerin programlarına yansıtılmış ve Kıbrıs konusu “millî dava” olarak zikredilmiştir.  “Millî Dava” kavramı daha sonra, İsmet İnönü, Suat Hayri Ürgüplü, Süleyman Demirel, Ferit Melen, Naim Talu ve Mesut Yılmaz tarafından kurulan Hükûmetlerinin programlarında da kullanılmıştır.

Kaynakları incelediğimiz zaman, Kıbrıs Adası’nın Türkiye’nin başta ulusal emniyeti olmak üzere çeşitli ulusal çıkarları ve Kıbrıs’taki Türk varlığının mukadderatı bakımından taşıdığı öneminin ve konunun “millî/ulusal dava” vasfının bu vakte kadar, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Devlet adamlarımız tarafından vurgulanmış olduğunu görmekteyiz. Bu çerçevede öne çıkan aşağıdaki isimleri zikretmek mümkündür: Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Osman Bölükbaşı, Süleyman Demirel, Fahri Korutürk, İhsan Sabri Çağlayangil, Bülent Ecevit, Murat Karayalçın, Necmettin Erbakan, Alpaslan Türkeş, Mesut Yılmaz, Abdullah Gül, Bülent Arınç, Recep Tayyip Erdoğan, Devlet Bahçeli, Kemal Kiliçdaroğlu, Yıldırım Tuğrul Türkeş, Meral Akşener ve Temel Karamanoğlu.

Kaynaklarda, ATATÜRK’ün, 1930’lu yıllarda Türkiye’nin güney bölgelerinde düzenlenen bir askerî tatbikatta kurmaylara Kıbrıs Adası’nın Türkiye için olan değerini ve önemini şu sözlerle dile getirdiği kayıtlıdır: “Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece, Türkiye’nin ikmâl yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu ada bizim için çok önemlidir.” [i]

Kıbrıs Konusunda Millî Duruşumuzdan Örnekler

TBMM’nin arşivinde de 1950’li yıllardan bu yana Kıbrıs konusunda alınmış çok sayıda karar ve yayınlanmış bildiri vardır. Tümünde de, Kıbrıs Türk halkının haklı mücadelesine ve ortak millî davaya kararlı destek beyan edilmiştir. Basınımızın arşivleri de o dönemlerde Kıbrıs konusunda millî heyecan yaratan haberler ve bu heyecanı kuvvetlendirip sürekli kılan yorumlarla doludur.

1980’li yılların ikinci yarısına kadar, Türkiye’nin dış politikasının uygulanmasında bir başka konuda hedefe ulaşabilmek için Kıbrıs konusunda geri adım atmak, taviz vermek gibi bir anlayış ne hükûmetlerimizde görülmüştür ne de kamuoyunu besleyen gazetelerimizde.  Üniversite öğrencisi olduğum yıllarda Türkiye, 12 Eylül 1963 günü Ankara’da Avrupa Ekonomik Topluluğu ile Ortaklık Anlaşması imzalayarak Avrupa ile siyasî ve ekonomik bütünleşme yolunda tarihî adımı atmıştır.  Diğer taraftan da Türkiye, yaklaşık 100 gün sonra 21 Aralık 1963 günü Kıbrıslı Rumlar Kıbrıs Türk halkına silahlı saldırılara başlayınca, 25 Aralık günü savaş uçaklarını Kıbrıs semalarında uçurarak; donanmasını Kıbrıs karasularına sokarak soydaşlarının yanında olduğunu dünya göstermişti.  Basınımız hükûmetin her iki tutumuna da destek vermiştir.

21 Aralık 1963 günü Rumların Kıbrıs’taki soydaşlarımızı hedef alan etnik temizlik hareketini başlatmalarından sonraki gelişmeler içinde Batı dünyasının ve bilhassa NATO’nun, bir taraftan Türkiye’nin askerî müdahalesini önleyen hareketlerde bulunması, diğer taraftan da Ada’daki katliamı durdurmada enerjik davranmaktan kaçınması karşısında dönemin Başbakanı İsmet İnönü 16 Nisan 1964’te Time dergisine verdiği demeçte Türk siyasî hayatının literatürüne giren şu sözleri dile getirmiştir: “Müttefikler tutumlarını değiştirmezlerse, Batı ittifakı yıkılabilir… Yeni şartlarda yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de bu dünyada yerini bulur.”

9 Eylül 1967’de Keşan’da Başbakan Süleyman Demirel ile Yunanistan Başbakanı Kolias arasında bir buluşma gerçekleşmiştir. Toplantının başında Yunan Başbakan Kıbrıs konusunda “sadece enosis temelinde görüşme yapabileceğini” beyan etmiştir. Bu beyan karşısında Demirel “o zaman sizinle görüşebileceğimiz hiçbir şey yoktur” diyerek, mecazi anlamında değil, kelimenin tam anlamıyla yumruğunu masaya vurmuş ve masadan kalkmıştır. Henüz 5 aylık bir Dışişleri aday meslek memuru olarak bu olaya şahit olmam benim için paha biçilmez bir meslekî tecrübe oluşturmuştur. Demirel üç gün sonra Ankara’da düzenlediği basın toplantısında Yunanistan Başbakanı ile buluşması hakkında bilgi vermiş ve Kıbrıs konusunun Türkiye için “millî ve hayatî bir dava” olduğunu vurgulayarak şunları söylemiştir: [ii][iii] “….Çağımızda uluslararası ihtilâfları zor kullanarak çözmek yolu arkada kalmıştır. Eğer bir çatışmayı önlemek, her millet için bir vecibedir. Fakat bu lüzum, millî ve hayatî bir dava haline gelen Kıbrıs meselemizde, şeref ve haysiyetimizden bir fedakârlık yapılmasına elbette ki imkân bırakmaz.  Türk Milleti şeref ve haysiyeti için her türlü fedakârlığı yapabileceğini tarih boyunca ispat etmiştir. Bu itibarla şerefimize uymayan bir çözüm yolunu veya şerefimize tecavüz sayılacak bir hareketi veya bir emrivaki hiçbir zaman kabul etmeyeceğimiz muhakkaktır….”

Demirel – Kolias görüşmelerinden sonra  11 Eylül 1967 günü bir demeç veren Muhalefet Lideri İsmet İnünü Başbakan Demirel’in Yunan tarafından gelen “enosis” teklifi karşısındaki tutumu hakkında şunları söylemiştir: “…Enosis’i hiçbir surette kabul etmeyeceklerini Sayın Başbakan tekrar beyan etmiştir. Olup bitti teşebbüslerine ve hazırlıklarına karşı Başbakan’ın bu beyanının Milletçe tam desteklendiğini tekrar belirtmek isterim…..”[iv]

Kıbrıs’ta Rum – Yunan işbirliği ile 15 Temmuz 1974’de gerçekleştirilen “enosis”  teşebbüsü ile başlayan ve Türkiye’nin 20 Temmuz 1974 Barış Harekâtı ile devam eden gelişmelerin akışı içinde “millî dava” anlayışının ve bu anlayıştan kaynaklanan iktidar  – muhalefet dayanışmasının en güzel örnekleri sergilenmiştir.

Bunlardan birini burada kaydetmek istiyorum: Barış Harekâtımızın başladığı 20 Temmuz 1974 Cumartesi günü TBMM birleşik olarak (Senato ve Millet Meclisi) olağanüstü toplanmıştır. Gizli celse halinde cereyan eden toplantıda Adalet Partisi Grubu adına Genel Başkan ve Muhalefet Lideri Süleyman Demirel söz almıştır.  TBMM üyelerinin sık sık alkışladıkları konuşmasına Demirel, TBMM’nin millî meselelerde Türkiye’nin güçlükleri, zor ve çetin sorunları göğüslemede nasıl tek bir kalp gibi atması lazım geldiğini gösterme fırsatını elde ettiğine işaret ederek başlamıştır.  TBMM’nin millî meseleler karşısında bütün iç çekişmelerini bir kenara atıp, cihan âleme karşı tek vücut halinde hareket etmesinin, aynı zamanda, Milletimizin de millî meseleler karşısında yekvücut olduğunun kanıtını oluşturacağını vurgulamıştır.  Devamla, “Kıbrıs davası, aslında Türkiye için ne bir toprak davasıdır  ne de sadece Kıbrıs’ta yaşayan 150 bin soydaşımızın güvenliği davasıdır. Bunları çok aşan bir davadır” dedikten sonra Kıbrıs davasının “1829’da Mora yarımadasından başlayarak hep Osmanlı İmparatorluğu aleyhine gelen Elen idealizmine, megali  idea ‘ya ‘dur’ deme davası” olduğunu söylemiştir.  Bu örnekleri daha da çoğaltmamıza bu yazının çerçevesi imkân vermemektedir.

AB Faktörü – Bir Adım Önde Yürüme Yaklaşımı

Bununla beraber, Yunanistan’ın 1981 yılında AB’ne tam üye olarak kabul edilmesini izleyen dönemlerde ve bilhassa Türkiye’nin Turgut Özal’ın Başbakanlığı sırasında Nisan 1987’de AB’ne tam üye olmak için başvuruda bulunmasından ve 1990’da da Kıbrıs Rum Yönetimi’nin tam üyelik müracaatı yapmasından sonra, AB faktörü, Türkiye ve KKTC kamuoylarının – belirli kesimlerinin – “Millî Kıbrıs Davasına” bakış açılarında ve kullandıkları dilde değişikliklere de  sebep olmuştur.

3 Kasım 2002 seçimlerinde Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) iktidara gelmesiyle birlikte kurulan 57. Hükümet’in Programında “Avrupa Birliği’ne tam üyelik, ekonomik ve demokratik gelişimin sağlanması bakımından öncelikli hedefimizdir” ifadesine yer verilmiştir. Kıbrıs konusunda da “Kıbrıs sorununa mutlaka bir çözüm bulunmasının gereğine inanıldığı” beyan edilmiştir. AKP Genel Başkanı Erdoğan 1 Ocak 2003’de verdiği bir demeçte “Kıbrıs’ta 30-40 yıldır sürdürülen siyasetin sürdürülmesinden yana değilim…. Kıbrıs Sayın Denktaş’ın kişisel olayı değildir” demiştir. Ardından, Hükûmetimiz, Annan Plânı temelinde başlayan çözüm sürecinde esneklik ve taviz anlayışına dayalı “bir adım önde yürüme” stratejisini uygulayacağını açıklamıştır. Hükûmet yetkilileri AB’den Türkiye’nin tam üyelik müzakerelerinin başlayacağı tarihin alınabilmesi için Kıbrıs’ta ödün verilebileceğinden söz etmişlerdir. Böylece, AB’nin Kıbrıs konusunu Türkiye’nin AB süreciyle bağlantılı olarak ele alma düşünce ve hevesine uygun bir ortam yaratılmıştır

Algı Operasyonu?

Şahsî izlenimime göre, Kıbrıs konusunda Annan Plânı döneminde Türkiye’de ve KKTC’de toplum mühendisliğinin oldukça mahir bir algı operasyonu uygulanmıştır.  Türk kamuoyunun, Kıbrıs konusunun çözümünde ilerleme sağlanması ve bunda Türk tarafının katkısının olması halinde Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde tam üyelik istikametinde gelişme meydana geleceğine inandırılması amaçlanmıştır.  Bu operasyon basınımızın ve liberal aydınlarımızın önemli bir kesiminde etkili olmuştur.  Daha önceleri KKTC’nin Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın “millî davadaki” duruşuna güçlü destek veren ve övgüyle söz eden basın mensupları, 2003’den itibaren, O’nu, zaman zaman ölçüsüzlüğe de kaçan şekilde yermişlerdir. Bazı kanaat önderleri Denktaş’ın tutumu yüzünden Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin zarar gördüğünü iddia etmişlerdir. Denktaş’ın Türkiye’de kamuoyunu Kıbrıs ile ilgili gerçekler hakkında aydınlatma faaliyetlerinde bulunmasına resmî çevrelerce tepki gösterilmiştir.

ABD’nin Müdahalesi

O dönemde ABD ve AB’nin Annan Plânı’nın Kıbrıs Türk halkı tarafından benimsenmesini sağlamak maksadıyla çeşitli yöntemlerle çalışmış olmalarını da varsaymak lâzımdır.  ABD Kongresine sunulan 27 Haziran 2006 tarihli bir raporda ABD’nin “Kıbrıs Özel Koordinatörü Thomas Weston’ın, çözüm şanslarını arttırmak için (KKTC’deki) Aralık 2003 seçimlerinden önce Kıbrıs Türk siyasî muhalefetine açık biçimde yardım ettiği” ifade edilmiştir. [v] Bu rapora internetten erişmek mümkündür. Bu Amerikan raporu da ortaya koymaktadır ki, ABD, KKTC’de tercihini, dilinde “anavatan – yavru vatan” ve “millî dava” söylemi bulunmayan siyasî liderlerden yana koymuş; Türkiye sevdalısı ve “millî davanın” önderi Rauf R. Denktaş’ın ve ona bağlı siyasî güçlerin itibarsızlaştırılması ve tasfiyesi için çalışmıştır. Nitekim KKTC’deki Aralık 2003 genel seçimlerini Annan Plânı’na dayalı çözümü destekleyen ve Denktaş’a Derviş Eroğlu’na muhalif olan Mehmet Ali  Talat liderliğindeki Cumhuriyetçi Türk Partisi kazanmıştır. Dikkate şayandır ki, günümüzde dış müdahalelere karşı haklı duyarlılık gösteren siyaset ve basın çevreleri o zaman bu gibi müdahalelere karşısında sessiz kalmış; bunlar üzerinde durmamışlardır.

Törensel Söylem

Böylece Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki millî heyecanını ve davaya olan kararlı desteğini yansıtan duruşunda, 2002 sonunda gündeme gelen BM’nin Annan çözüm plânı süreciyle beraber ciddi ve hızlı bir aşınma gelmeye başlamıştır. “Millî Dava” sözü devlet adamlarımızın dilinde sadece KKTC ile ilişkilerimizde 20 Temmuz’un, 15 Kasım’ın yıldönümleri gibi törensel vesilelerle telâffuz edilir olmuştur.

Kıbrıs’ta Bulanık Suda Balık Avlama Heveslileri

Türkiye demokrasi hayatımızın yeni bir Cumhurbaşkanlığı ve Genel Seçimi arifesinde bulunmaktadır. Bu seçim ülkemizde çeşitli çevrelerce “kader seçimi” ve “beka ve güvenlik meselesi seçim” gibi sözlerle nitelenmektedir. Bu seçimler, anıları, ne anlama geldiklerini bilmeden çocukça algılamalarla çocukluk hafızamda yer etmiş olan 1946 seçimlerinden bu yana vatandaş olarak yaşadığım, yanılmıyorsam, 19. genel seçim olacak. Bu seferki seçimler hakkında yapılan “kader seçimi” ve “beka ve güvenlik meselesi seçim” gibi nitelemelerin, önceki seçim dönemlerinde kullanılmış olduğunu hiç hatırlamıyorum.  Türkiye’nin dikkati son bir yıla yakın zamandır ve özellikle 18 Nisan’dan bu yana bütün kurum ve unsurlarıyla giderek artan ölçüde 24 Haziran 2018 seçimlerine odaklanmış bulunmaktadır. Türkiye’yi de etkileyen sonuçları belirsizliklere dolu dış olaylar hızlı gelişmeler göstermektedir. Kıbrıs sorununda da bulanık suda balık avlama heveslilerinin gayretleriyle hareketlilik gözlenmektedir.

Akıncı ve Guterres Belgesi Non – Paper

Bu hareketlilik, KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı’nın, BM Genel Sekreteri Guterres’in Crans – Montana’daki müzakerelerde tıkanıklığı  giderebilme gayreti içinde taraflara önce 30 Haziran günü şifahen bildirdiği, daha sonra da   6 Temmuz 2017 akşamı “belge olmayan belge” (non – paper) şeklinde yazılı olarak da elden verdiği düşüncelerinin temelinde – bunları Anastasiadis’in de olduğu gibi kabul etmesi halinde – müzakerelere başlamaya hazır olduğunu 30 Nisan 2018 günü açıklamasıyla belirginlik kazanmıştır.

Guterres Belgesi olarak kamuoyuna yansımış olan ve 6 satırbaşından oluşan non – paper [vi] şu konu başlıklarından oluşmaktadır: Toprak, siyasî eşitlik, mülkiyet, eşdeğer muamele ve güvenlik – garantiler.

Bu 5 başlıktan oluşan non – paper’ın muhtevasını bu yazıda tahlil etmek istemiyorum. Şu kadarının altını çizmem gerekir ki, BMGS’nin güvenlik ve garantiler başlığı altında ortaya koyduğu düşünce Türk tarafınca hiçbir surette müzakereye konu edilmemelidir. Çünkü, BMGS GUTERRES göreve başladıktan bu yana açıkladığı görüş ve düşünceleri meyanında 1960 Garanti ve İttifak Antlaşmalarında hükme bağlanmış olan “güvenlik ve garanti sisteminin günümüzde sürdürülebilir olmadığını düşündüğünü” tekrarlayıp durmaktadır. Bu düşüncesini 2017 Ocak ayındaki Cenevre Konferansı vesilesiyle o zaman açıklamıştı. Buna rağmen Türk tarafı maalesef Haziran 2017’de Crans – Montana’da da masaya oturmakta bir sakınca görmemişti.

BMGS, şimdi KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı’nın şartlı da olsa kabul ettiğini söylediği non – paper’da aynı düşüncesini tekrarlamaktadır. Rum tarafı non – paper’da yer alan diğer başlıklarda Türk tarafının önerilerini ve taleplerini kabul etse dahi, Türkiye’nin 1960 Garanti ve İttifak Antlaşmalarıyla Kıbrıs için elde etmiş olduğu etkin (müdahale hakkı) ve fiilî (sürekli askerî birlik konuşlandırma yetkisi) hak ve yetkilerini, değil kaldıran, sulandıran bir anlaşma Türkiye ve KKTC için kabul edilebilir olamaz. Aksi takdirde, Kıbrıs adası fazla uzun olmayan bir zaman zarfında Türkiye’nin ulusal güvenliğine yönelik her türlü tehdit ve tehlikenin yuvası haline gelebilir.

Akıncı’nın bu açıklamasına Türkiye Dışişleri Bakanlığından destek gelmiş değildir. Dışişleri Sözcüsü 3 Mayıs’ta yaptığı açıklamada, Akıncı’nın demecine atıfta bulunmadan “Rum tarafında esaslı bir zihniyet değişikliği olmadığı sürece biz aynı oyunu oynamaya niyetli değiliz. Rumların zihniyetiyle bir federal çözüme ulaşılamaz.  Artık yeni bir yol denenmesi gerektiğini düşünüyoruz” demiştir.

İngiltere ve ABD Devrede Mi?

Halen, Kıbrıs konusunda perde arkasında İngiltere’nin ve ABD’nin devrede olduğunu tahmin etmeme müsait bazı gelişmeler de vardır. Sayın Cumhurbaşkanı ERDOĞAN, resmî ziyarette bulunmak ve Türk-İngiliz Tatlıdil Forumu’na katılmak maksadıyla 13 Mayıs 2018 günü Birleşik Krallık’a gitmiştir. Hareketinden önce yaptığı açıklamalar meyanında İngiliz muhataplarıyla “iki garantör ülke olarak Kıbrıs’la ilgili son durumu gözden geçireceklerini” de ifade etmiştir. Ziyaretin tamamlanmasından sonra Cumhurbaşkanı’nın İngiltere’de yaptığı temaslara dair haberlerde Kıbrıs konusunda bir bilgiye rastlamadım. Bununla beraber, İngilizlerin sırf Ada’daki kendi çıkarlarını gözeterek, Türkiye’ye içinde bulunduğumuz şartlarda bazı konularda destek verme karşılığında Kıbrıs’a ilişkin bazı düşüncelerini de bize kabul ettirme emelini güdüyor olmalarını varsaymaktan kendimi alamıyorum. Çünkü İngiltere’nin, 1878’de Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne saldırısı üzerine Padişah II. Abdülhamid’e sözde kara gün dostu gibi yanaşarak Kıbrıs adasını nasıl ele geçirdiğini ve sonra da ilhak ettiğini açıkladığını bilenlerdim.

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, 4 Haziran günü Vaşington’da ABD’nin yeni Dışişleri Bakanı ile vaki buluşmasından sonra yaptığı açıklamada, görüşmede Türkiye-ABD ikili ilişkilerini, Menbiç Yol Haritası dahil Suriye meselesini ve diğer bölgesel konuları ele aldıklarını söylemiştir. Şüphe yoktur ki, diğer bölgesel konular meyanında Kıbrıs konusu da konuşulmuştur. Kıbrıs konusu gibi “millî bir davanın” diğer konular meyanında mütalâa  edilip geçiştirilmesi kabul edilemez. Şayet Kıbrıs konusu Vaşington’da ele alınmış ise Dışişleri Bakanı’nın bunu açıklaması gerekir.  Gerek Sayın Cumhurbaşkanı’nın İngiltere’deki, gerek Dışişleri Bakanı’nın Vaşington’daki temaslarında Kıbrıs konusunun ele alınıp alınmadığı hakkında kamuoyuna bilgi verilmediğine göre, bunun Kıbrıs için yeni bir plânın hazırlanmakta olduğunun işareti olarak algılamasının yanlış olmayacağını düşünüyorum.

BMGS’nin Yayınlanması Beklenen Raporu

BMGS’nin Haziran sonunda Kıbrıs’taki BM Barış Gücü’nün görev süresinin uzatılması maksadıyla Güvenlik Konseyi’ne sunması gereken devrevî Raporunun önümüzdeki günlerde resmen yayınlanması gerekir. Bu raporunda BMGS’nin geçen yıl Crans – Montana’da taraflara ilettiği düşünceleri çerçevesinde müzakerelerin yeniden başlatılabilmesi dileğini ifade etmesi beklenir.

Türkiye’deki seçimlerin sonuçlanmasından ve yeni anayasal düzenin resmen uygulanmasına geçilmesinden sonra da BMGS’nin Kıbrıs müzakere sürecini başlatmak üzere teşebbüslerini başlatması muhtemeldir. Öyle görülüyor ki ülkemizde seçimlerden sonra kurulacak yönetimin pozisyon alma ve karar verme durumunda kalacağı ilk dış politika konulardan biri Kıbrıs müzakere süreci olacaktır.

 

[i]  Prof. Dr. M. Derviş MANİZADE, 65 Yıl Boyunca Kıbrıs,  Kıbrıs Türk Kültür Derneği (İstanbul Şubesi) Yayınları, No.9, Mart 1993, s. 75

[ii] Başbakan Demirel’in 12 Eylül 1967 tarihinde yaptığı basın toplantısındaki ifadeleri 13 Eylül 1967 tarihli Cumhuriyet ve Milliyet gazetelerinde yer almaktadır.

[iii] Cumhuriyet Gazetesi, 17 Nisan 1964, s.1.

[iv] Bknz. 13 Eylül 1967 tarihli Milliyet Gazetesi, s. 1 ve 7.

[v] (Carol Migdalowitz  CRS Report for Congress, Cyprus: Status of U.N. Negotiations and Related Issues,  June 27, 2006, s. 19.

https://www.fas.org/sgp/crs/row/RL33497.pdf

[vi] Non – Paper diplomatik müzakerelerde arabulucu rolündeki 3. tarafın veya sorunun taraflarının şifahen ortaya attığı görüşlerinin  ve/veya tekliflerinin ana noktalarını satırbaşları halinde ihtiva eden bir nevi hatırlatma notudur. Non – paper’in bağlayıcılığı yoktur. Bu kağıdı veren ve alan taraflar bakımından aslında yok hükmündedir. Non – paper’daki fikirler üzerinde taraflar arasında mutabakat ortaya çıktıktan ve toplantı belgesi olarak sunulduktan sonra bağlayıcı olur.