Lozan Dengesi
Vatanı elinden alınmak istenmiş olan Türk Milleti, Mustafa Kemal Paşa’nın emsalsiz önderliğinde 19 Mayıs 1919 Pazartesi günü Samsun’da başlattığı kurtuluş, millî istiklâl ve egemenlik mücadelesini 9 Eylül 1922 Cumartesi günü kesin bir askerî zaferle sonuçlandırmıştır. Bu zafer, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın yakın silâh arkadaşı, İstiklâl Savaşımızda I. ve II. İnönü meydan muharebelerinden zaferle çıkan Garp Ordularımızın Komutanı ve TBMM Hükûmeti’nin Dışişleri Bakanı İsmet Paşa’nın 24 Temmuz 1923 Salı günü Lozan Barış Konferansı’nda imzaladığı Barış Antlaşması ile taçlanmıştır. Taçlanmıştır, çünkü, o gün Türk Milleti, kendi tam bağımsız ve egemen Devleti’nin – benzetme yerindeyse – doğum belgesini ve tapusunu uluslararası camia önünde elde etmiştir.
Bu tapu gelecek kuşaklara, yani bizlere, titizlikle muhafaza etmemiz gereken pahabiçilmez değerde bir miras olarak bırakılmıştır. Büyük Atatürk “…Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır [sonsuza kadar yaşayacaktır (TDK)]” sözünü dile getirirken Türkiye Cumhuriyeti’nin gelecek kuşaklar tarafından korunup yaşatılacağına olan inancını da ortaya koymuş bulunmaktadır.
Türkiye, Barış Konferansı’na, Yunanistan’ın kuruluşundan itibaren Bizans’ın ihyası emeliyle “megali idea” doğrultusunda Anadolu’ya doğru yayılmacı bir siyaset ve hareket tarzı ortaya koyduğunun bilinci içinde katılmıştır. Bu bilinçle, TBMM Hükûmeti, Anadolu yarımadasının batı ve güney kıyılarının hasım güçler tarafından kuşatılmasını önleyecek dengeli düzenlemeleri öngören bir andlaşmanın ortaya çıkması için çaba sarfetmiştir.
Savaşmış iki komşu devlet ve millet arasında barışın, iyi komşuluk ilişkilerinin devamını istikrarlı kılacak bir menfaat dengesinin yaratılmasının, karşılıklı husumet duygularını bastırabileceği düşüncesi ile hareket etmiştir.
Sonucunda da, Türkiye, Lozan’da, genel olarak dış siyasetimizin, özel olarak da Kıbrıs ve Türk – Yunan münasebetlerine dair strateji ve politikalarımızın yürütülmesinde on yıllar boyunca gözettiğimiz dengelerin oluşturulmasını da sağlamıştır. Bu dengeler manzumesi dış siyaset terimler kılavuzumuzda “Lozan dengesi” şeklinde yer almıştır.
Lozan Dengesinin Unsurları
Lozan’da Türkiye ile Yunanistan arasında kurulan stratejik dengenin unsurları şunlar olmuştur:
- Türkiye ile Yunanistan arasındaki Trakya hududunun belirlenmesi;
- İngiltere’nin Kıbrıs’ı ilhakının tanınması;
- Yunanistan’ın ülkesine dahil edilen Limni, Semadirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya gibi Doğu Ege adalarının Türkiye’nin güvenliği ile ilgili hususlar dikkate alınarak asker ve silâhtan arındırılmış bir statü altına konulmaları;
- Türkiye’ye bırakılan İmroz (Gökçeada) ve Bozcaada için özel bir idarî düzenleme getirilmesi;
- İtalya’nın Oniki Ada üzerindeki egemenliğinin devam etmesi;
- Anadolu’da İstanbul dışında yaşayan Rumlarla ve Yunanistan’da Batı Trakya dışında yaşayan Türklerin mübadeleye tabi tutulmaları;
- İstanbul’da yaşayan Rum Ortodoks, Batı Trakya’da yaşayan Müslüman (Türk) ahaliye azınlık statüsünün verilmesi ve hakların hukukun teminatı altında tutulması;
- Andlaşma’da hükme bağlanmamış olmakla beraber, Türkiye’nin tek taraflı bir tasarrufu neticesinde Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin, siyasî faaliyette bulunmaması şartıyla bir Türk kurumu olarak İstanbul’da kalması;
- Türkiye ile Yunanistan’ın Ege denizindeki karasuları genişliklerinin antlaşmada (Madde 12) zımnen 3 mil olarak saptanmış bulunması;
- Aynı şekilde, Lozan döneminde iki ülkenin millî hava sahaları da, devletler hukukunun teamülî kurallarına uygun olarak karasularının genişlikleri kadar, yani 3 mil olmuştur.
Bu incelemede esas itibariyle “Lozan dengesinin” Kıbrıs adasına, Ege’deki adaların hukukî statüsüne ve karasularına ilişkin unsurları üzerinde durmak istiyorum. Zira, Yunanistan’ın dengeyi lehine bozma teşebbüsleri 1950’li yıllardan bu yana etkin ve sürekli biçimde başlıca bu unsurlarla ilgili olarak tecelli etmiş ve iki ülke arasında ciddi gerginliklere sebep olmuştur.
Akdeniz ve Ege’deki Adalar
Tarihin akışı içinde, Akdeniz’i, Mezopotamya’yı ve Orta Doğu’yu kontrol etmek isteyen güçler arasında, Ege Deniz’indeki ve Akdeniz’deki, Sicilya, Sardunya, Kıbrıs, Korsika, Girit, Rodos (Oniki Ada), Malta, İmroz (Gökçeada), Bozcaada Limni, Semadirek, Midilli, Sakız, Sisam ( vs ) gibi stratejik önem ve değer taşıyan adaları ele geçirmek için sürekli bir rekabet ve çatışma yaşanmıştır. Üstünlüklerini diğerlerine kabul ettiren, baskın çıkan güç veya güçler, bu adaları egemenlikleri altına alabilmişlerdir.
Osmanlı Devleti Güçlü Döneminde Adalara Sahip Oluyor
Osmanlı Devleti yükselme devrinin ortalarından itibaren Taşoz, Semadirek, Limni, İmroz (Gökçeada), Bozcada, Midilli, Eğriboz, Şeytan, Sisam, Rodos gibi adaları ve diğer Menteşe Adalarını, Kerpe, Çoban, Kiklat Adalarının tamamını, Sakız ve civarındaki adaları birer birer kendi topraklarına dâhil etmiş bulunuyordu. 16. yüzyılın üçüncü çeyreğinde de Osmanlı İmparatorluğu yükselme devrinin zirvesine ulaşmıştı. Sınırları, Avrupa’da Viyana önlerinden başlıyor; bugünkü Macaristan ve Balkan ülkelerini içine alıyor; Karadeniz’in kuzeyinden geçerek İran’a ulaşıyor; güneye Basra Körfezi’ne uzanıp Arap yarımadasını ve Kuzey Afrika’yı kapsıyordu. Akdeniz’in çevresinin yaklaşık dörtte üçü Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarıyla çevriliydi. Ege’deki, Orta ve Doğu Akdeniz’deki adaların, ada gruplarının, Kıbrıs ve Girit hariç, tamamı Osmanlı egemenliği altına alınmıştı. Osmanlı Devleti bir dünya gücü haline gelmiş; kuvvetler dengesinin belirleyici unsuru olmuştu.
Kıbrıs ve Girit, devrin Akdeniz’deki güçlü denizci devleti Venedik’in elinde bulunmaktaydı. Venedikli korsanlar bu adaları üs olarak kullanarak Osmanlı Devleti’nin Orta ve Doğu Akdeniz’deki çıkarlarına zarar vermekten geri durmuyorlardı. Gelişmeler öncelikle Kıbrıs adasının ele geçirilmesini Osmanlı Devleti için bir zorunluluk haline getirmişti. Ada’nın fethi 11 ay süren bir kuşatma harekâtının sonunda 1 Ağustos 1571 tarihinde tamamlanmıştır. Böylece Anadolu ile Mısır ve Suriye arasındaki deniz yolunun güvenliği sağlanmış; doğu Akdeniz’in tamamına Osmanlı Devleti hâkim olmuştur. Girit’in fethi için başlatılan harekât 24 yıl sürmüştür. Adanın tamamının Osmanlı egemenliği altına alınması 1669’da gerçekleşmiştir.
Osmanlı Devleti en son olarak 1718 yılında Ege’deki İstendil (Tinos) adasını topraklarına katmıştır.
Osmanlı Devleti Zayıf Döneminde Adaları Kaybediyor
Osmanlı İmparatorluğu, yüzyıl kadar sürecek olan yıkılma devrinde ise, maalesef, Ege’deki adalarını kaybetmeğe başlamıştır. Elenlerin 1830’da bağımsızlıklarını ilân etmeleri bu kayıpları hızlandırmıştır. Çok sayıda adasını İtalya ile yapılan Trablusgarp harbi (1911 – 1912) ve Balkan savaşları (1912 – 1913) sonucunda kaybetmiştir.
Girit’in Elden Çıkışı
Girit adası, Avrupalı güçlerin de müdahil oldukları – bugün Kıbrıs konusunda yaşamakta olduklarımıza benzer biçim ve nitelikteki – çeşitli entrikalarla dolu bir asırdan uzun bir süreç sonunda 1908’de fiilen Yunanistan’ın hâkimiyeti altına girmiştir. Osmanlı Devleti’nin uğradığı Balkan bozgunu neticesinde de 1913 yılındaki Londra Antlaşması ile hukuken Yunanistan’ın olmuştur. Böylece, Yunanistan Girit’te “enosis” emel ve hedefine ulaşmıştır.
Osmanlı Devleti’nin Kıbrıs’ı Fiilen Kaybedişi
Kıbrıs adasına gelince: Osmanlı Devleti, Kıbrıs’ı 1878 yılına kadar 307 yıl hukuken ve fiilen egemenliği altında tutmuştur. Gücünü yitirdiği “Yıkılma Devrinde” 1878 yılında ise İngiltere tarafından işgal edilmesine rıza gösterme zaruretini duymuştur.
Osmanlı Devleti, 1877’den itibaren Rusya’dan Anadolu topraklarına yoğunlaşarak yönelen çok ciddi tehdit ve tehlikelerle karşı karşıya kalmıştır. Rusya ile Batıda ve Kuzey Doğuda iki ayrı cephede savaşmıştır. Rus ordusu İstanbul önlerine kadar gelmiştir. Doğuda Kars, Ardahan ve Batum’u almıştır. Kıbrıs adasını ele geçirmek için o zamana kadar yıllardır fırsat ve imkân kollamakta olan İngiltere, Osmanlı Devleti’ne yardım ve işbirliği teklifinde bulunmakta gecikmemiştir. Karşılığında da Rusya’dan yönelen tehdidin ortadan kalkmasına değin Kıbrıs’ı geçici olarak işgal etmeyi önermiştir. Ayrıca, 1878 Berlin Barış Konferansı’nda siyasî ve diplomatik destek vermeyi vadetmiştir. Savaşta ve savaşın sonucunda, hem doğu Anadolu’da, hem Balkanlarda parçalanma sürecinin en ağır toprak kayıplarına uğrayan Osmanlı Devleti, İngiltere’nin bu sinsi yaklaşımını ve kötü niyetli teklifini çaresiz kabul etmiştir. İngiltere’nin Kıbrıs’a fiilen el koyması bu ülkenin Osmanlı Devleti’ni parçalama siyasetinin başlangıcını oluşturmuştur.
Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşına Almanya’nın yanında katılma kararını verdiği 5 Kasım 1914 tarihinde de İngiltere Kıbrıs’ı ilhak ettiğini açıklamıştır. Osmanlı Hükûmeti İngiltere’nin bu kararını tanımamış; ancak tanımadığını silâhlı kuvvet kullanarak fiilen ortaya koyacak gücü kendisinde bulamamıştır.
Kıbrıs İçin “Enosis” Hayali Güçleniyor
Kıbrıslı Rumlar ve Yunanistan, Kıbrıs’ın İngiltere tarafından ilhak edildiğinin açıklanmasını sevinçle karşılamışlardır. Ada’nın fiilen Osmanlı idaresinden kurtulmuş olmasını, fazla uzak olmayan bir gelecekte “enosis” ülkülerinin gerçekleşmesini sağlayacak bir gelişme olarak değerlendirmişlerdir. Kıbrıs’taki Başpiskopos Cyril II beraberinde Rum yerel meclisinin bazı üyeleri olduğu halde İngiliz Vali’yi ziyaret etmiştir. Vali’ye Ada’nın İngiltere tarafından ilhak edilmesinden Rumların duydukları memnuniyeti dile getirmiştir. Rum papaz “bu olayı bizim, anamız olan Yunanistan’ın kollarına kavuşmamızı kolaylaştıracak bir aşama olarak görüyoruz” demeyi de ihmal etmemiştir.[i]
O dönemde İngiltere’de Başbakan olan Asquith, 1915 Nisan’ında Yunanistan’ı Müttefik Devletler safında harbe girmeğe ikna edebilmek için, Kıbrıs’ın Yunanistan’a devredilmesi teklifini yapmıştır. Ancak, Yunanistan Almanya’ya karşı harbe girmeyi hemen göze alamamış ve teklifi reddetmiştir.
Rumlar İngilizlerin Kıbrıs’ı Yunanistan’a verme teklifinden de sevinç ve gurur duymuşlardır. 1915 Kasım ayında Başpiskopos yanına Ada’nın Rum meclisinden bazı üyeleri alarak yeni İngiliz valiyi ziyaret etmiş ve “Britanya tahtına, hükûmetine ve halkına Kıbrıs’ı Yunanistan’a verme yönünde İngiltere’nin yüce gönüllülükle yaptığı teklif için” minnet beyanında bulunmuştur.[ii]
Lozan Konferansı Başlarken Ege’deki Adaların Aidiyeti
Konferans’ın başladığı 22 Kasım 1922 tarihi itibariyle Osmanlı Devleti Bozcaada, İmroz (Gökçeada), Tavşan Adası hariç, Egedeki ve Akdeniz’deki adalarını kaybetmiş bulunuyordu. Oniki Ada İtalya’nın egemenliği altındaydı. Anadolu yarımadasının hemen karşısındaki Midilli, Sakız, Sisam, Nikarya, Limni Semadirek gibi adalar Yunanistan’a verilmişti.
Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı’nda yenilmesi üzerine imzaladığı Sevr Adlaşması uygulanabilmiş olsaydı, Ege’de İmroz (Gökçeada) ve Bozcaada gibi önemli iki adayı da kaybetmiş olacaktı.
Lozan’da Türk Heyeti Adaların Askersizleştirilmesini İstiyor
TBMM Hükûmeti Lozan’da İstiklâl Savaşımızın ertesinde Türkiye ile Yunanistan arasında istikrarlı bir barış ortamı yaratacak dengelerin kurulması amacını güderken, Ege’deki adaların ve Kıbrıs adasının, Türkiye’nin huzur ve güvenliği bakımından taşıdığı hayatî önemin bilinciyle hareket etmiştir. Yunanistan’a bırakılan adalar bakımından egemenlik hakkını sınırlayıcı tedbirler önermiştir. Bu çerçevede adaların askersizleştirilmesi gereği üzerinde ısrarla durmuştur.
İngiltere’nin 1914’de ilhak ettiğini açıkladığı Kıbrıs ile ilgili olarak da Konferans’ta Ada’nın Rumların ve Yunanistan’ın tarihî emelleri istikametinde kullanılmasına yol açacak bir karar alınmasını önlemek için çalışmıştır.
İsmet Paşa’nın Adalar Hakkındaki Konuşması
İsmet Paşa, Konferans’ın I. Komisyonu’nun 25 Kasım 1922 Cumartesi günü öğleden sonraki oturumunda Ege ve Akdeniz’deki adalar konusunda yaptığı konuşmada başlıca şunları ifade etmiştir: [iii]
“…Coğrafya bakımından, Küçük Asya’ya bağlı parçalar olan Akdeniz ve Ege adalarının, Anadolu’nun huzuru ve güvenliği için büyük bir önem taşımaktadırlar… Bu adalar kıyıdan az uzaklıkta ve karasuları içinde bulunan ufak adalarla, büyük adaları kapsamaktadır. Karasuları içindeki ufak adalar, Küçük Asya’nın barışını pek yakından tehdit edebilirler. Bu bölgenin tamamlayıcı birer parçası olduklarından, bu adaların Türkiye’nin egemenliği altına konulmaları kesin olarak zorunludur. Kaldı ki, bunlar Türk karasuları içinde bulunduklarına göre, bunların Türk egemenliği altında olmaları gerekmektedir.”
“Büyük adalara gelince: kaderi 17/30 Mayıs 1913 tarihli Andlaşma uyarınca Büyük Devletlerce saptanması gerekli olan Bozcaada ve İmroz üzerinde Türkiye’nin hakları, aynı Devletlerin 14 Şubat 1914 tarihli ortak notalarıyla doğrulanmıştır. Bu yüzden bu iki ada Türk egemenliği altına konulmuş bulunmaktadır.”
“Öte yandan, Türk kıyısı ile Boğazların yakınında bulunan Semadirek ( Samothrace ) adasının da, Türkiye’de kalması gereklidir ve hak gözetirliğe uygundur.”
“Limni, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya (Lemnos, Mitylène, Chio, Samos, Nikaria) adaları, Büyük Devletlerce Yunanistan’a bırakılmıştır. Türkiye’nin güvenliği bakımından bu adalar hayatî önem taşımaktadırlar. Üstelik bu adaların ekonomik ihtiyaçlarının karşılanabilmesi de Küçük Asya ile birleşmelerini zorunlu kılmaktadır. İşte bu yüzden [ Büyük ] Devletlerin bu adalara ilişkin olarak aldıkları kararı Türkiye kabul etmemiştir.”
“Yunanistan’ın, yakın zamanlarda bütün dünyaca öğrenilen, Anadolu üzerindeki emperyalist emelleri, Anadolu’da bir Yunan İmparatorluğu kurmak için kendi ülkesinde yapmacık tutkular yaratan bir Yunanistan elinde, adları yukarıda belirtilen bu adaların nasıl tehlike yaratacağını Türkiye’ye göstermiştir.”
“Böyle olunca, genel barış yararına, bu adaları tüm olarak askerlikten arındırma yükümünün benimsenmesi zorunludur. Bu adalarda bulunan istihkâmlar ve bataryalar yok edilmeli ve silâhları yok edilmelidir. Gelecekte de oralarda hiçbir yeni tahkimat yapılamamalıdır. Bu adalardan hiçbiri deniz üssü olarak kullanılamamalıdır. Bu adalar uçaklar getirilememeli; uçaklar için burada sundurmalar ( hangarlar ) yapılamamalıdır. Söz konusu adalarda asayişi sağlamaya yetecek sayıda jandarmadan başka hiçbir silâhlı kuvvet bulundurulamamalıdır. Bundan başka bu adalar halkı, kışkırtıcılara yataklık edememeli; kaçakçılara sığınak olamamalıdır. Son olarak, bu konularda kabul edilecek yükümlerin her zaman yürürlükte tutulacağı konusunda Türkiye’ye garanti verilmelidir.”
Barış Antlaşmasında ve Boğazlar Sözleşmesi’nde Adalar
Lozan Barış Konferansı’nda Ege’deki adalar konusuna Barış Andlaşması’nda ve Boğazlar Sözleşmesinde yer verilmiştir. Bu belgelerde adalar hakkında iki çeşit düzenleme yapılmıştır:[iv] Birinci düzenleme ile adaların hangi devletin egemenliği altına gireceği belirlenmiştir. İkincisi, adaların hukukî statüsüne dairdir.
Adalar Üzerindeki Egemenlik Hakkı
Antlaşmanın 12. maddesinde, daha önce ikinci Balkan Savaşından sonra akdedilen Mayıs 1913’deki Londra ve Kasım 1913’deki Atina Adlaşmalarına ve bunlara dayanılarak “büyük devletler” tarafından alınan 13 Şubat 1914 tarihli karara atıf yapılmıştır. 12. Madde’de anılan karar teyit edilmiştir. Böylece, Doğu Akdeniz adalarının ve özellikle Limni, Semadirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya adalarının, Andlaşma’nın 15. Madde hükümleri saklı kalmak üzere, Yunanistan’ın egemenliği altında olduğu, dolaylı biçimde belirlenmiştir. İmroz, Bozcaada ve Tavşan adalarının Türkiye’nin egemenliği altında kalması hükme bağlanmıştır.
12. Madde’de ayrıca, Andlaşma’da aykırı bir hüküm bulunmadıkça ve Asya kıyısından 3 milden az bir uzaklıkta yer alan adaların Türk egemenliği altında kalacağı ifade edilmiştir.
Andlaşma’nın 15. Maddesi’nde de, Türkiye’nin, o günkü durumda, esasen İtalya’nın işgali altında bulunan Stampalia, Rodos, Kalki, Skarpanto, Kazos, Piskopis, Miziros, Kalimnos, Leros, Patmos, Lipsos, Simi, İstanköy adaları ile bunlara bağlı adacıkların ve Meis adasının üzerindeki bütün haklarından ve sıfatlarından İtalya yararına vazgeçtiği hükmü yer almıştır.
15. Madde’de zikredilen adalar İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 10 Şubat 1947 tarihinde galip devletlerle İtalya arasında yapılan Paris Barış Andlaşması’nın 14. Maddesi uyarınca İtalya tarafından Yunanistan’a devredilmişlerdir. Bu maddenin 2. fıkrasında “bu adalar askersizleştirilmiş olacak ve askersizleştirilmiş kalacaktır” [ These islands shall be and shall remain demilitarized.] hükmüne yer verilmiştir.
Adaların Hukukî Statüsü
Adaların hukukî statülerinin düzenlenmesine gelince:
Bu düzenlemeye dair hükümler Lozan Barış Andlaşması’nın 12. ve 13. maddeleri ile Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin 4. ve 6. maddelerinde yer almaktadır. Konferans zabıtları, adalar konusunun tartışıldığı oturumlarda gerek heyet Başkanı İsmet Paşa’nın, gerek heyet mensuplarının Yunanistan’a bırakılan Anadolu’nun bitişiğindeki ve yakınındaki adaların Türkiye’nin güvenliğine tehdit oluşturmasını önlemek amacıyla askerden, silâh, askerî yapı ve tesislerden arındırılması gerektiği fikrini işlediklerini; bu fikirler istikametinde öneriler yaptıklarını göstermektedir. Neticede Barış Antlaşması’nın adaların hukukî statüsünü düzenleyen maddeleri büyük ölçüde Türk heyetinin görüşlerini ve tekliflerini yansıtan muhtevaya sahip olmuştur.
Barış antlaşmasının adaların hangi devlete ait olacağını düzenleyen 12. Maddesi’nde, yukarıda da işaret ettiğim üzere, 1913 yılındaki Londra ve Atina Antlaşmalarına göre “Büyük Devletler” tarafından alınan 13 Şubat 1913 tarihli karar doğrulanmıştır. Bu kararda Yunanistan’ın egemenliği altına konulan adalarda İstihkâm yapılmaması, deniz üssü kurulmaması ve adaların askerî amaçlarla kullanılmaması öngörülmüştür. Buna göre, 12. Madde’de zikredilen ve Yunanistan’a bırakılmış olan Adaların askerden arındırılmış statüde oldukları kuşkusuzdur.
Lozan Barış Andlaşması’nın 13. Maddesi’nde “barışın sürekli olmasını sağlamak amacıyla” Yunan Hükûmeti’nin Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya adalarında çeşitli “kısıtlamalara” uymayı yükümlendiği ifade edilmiş ve bu kısıtlamalar sıralanmıştır.
Öngörülen kısıtlamalar özetle şunlardır: Anılan adalarda hiçbir deniz üssünün kurulmaması, istihkâm yapılmaması; Yunan askerî uçaklarının Anadolu kıyısı toprakları üzerinde uçmalarının yasaklanması; bu adalarda ada halkından müteşekkil ve sayısı Yunan ülkesindeki jandarma ve polis sayısı ile orantılı sayıda jandarma ve polis kuvveti bulundurulması.
Bu Maddede Yunanistan’ın egemenliği altına konulan belirli adalar için öngörülen askersizleştirme tedbirlerine ilişkin hükmün başında “barışın sürekli olmasını sağlamak amacıyla” [ With a view to ensuring the maintenance of peace] ifadesi anlamlı ve önemlidir. Bu hüküm, Yunan hükûmetinin üstlendiği yükümlülükleri yerine getirmemesinden ve sonucunda barışın bozulmasından sorumlu tutulacağına işaret etmektedir.
Adaların ait oldukları devletin bu adalar üzerindeki egemenlik yetkilerine getirilen kısıtlamalar Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin 4. ve 6. Maddelerinde de yer almaktadır.
Sözleşme’nin 4. Maddesi’nde Ege denizinde Limni, Semadirek, İmroz (Gökçeada), Bozcaada ve Tavşan adalarının askersizleştirileceği hükme bağlanmıştır.
Askersizleştirme sadece sayılan adalarla sınırlı değildir. Boğazların her iki yakasında ve mücavir bölgeler için de askersizleştirme öngörülmüştür. 6. Madde de askersizleştirme hakkındadır ve tedbirleri genişletici bir mahiyettedir.
Limni ve Semadirek adaları için öngörülen askersizleştirme tedbirlerinin Türkiye’nin güvenliği açısından Sözleşmede yer aldığı bellidir.
1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi
Arasöz olarak belirtmekte fayda görüyorum: 20 Temmuz 1936 yılında imzalanan Montrö (Montreux) Boğazlar Sözleşmesi 1923 Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin yerine geçmiştir. Montrö Sözleşmesi ile Türkiye Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve İstanbul Boğazını kapsayan Boğazlar Bölgesi’nin askerîleştirme mutlak hakkını elde etmiştir.
Günümüzde Yunanistan Ege’deki Adaların Hukukî Statüsünü İhlâl Ediyor
Yunanistan 1960’lı yılların başından itibaren Ege’deki adaların askerden ve silâhtan arındırılmış hukukî statülerini ihlâl eden hareketlerde bulunmaktadır. Bu konuda Türkiye Yunanistan nezdinde gereken uyarıları on yıllardır yapagelmektedir. Son yıllarda basınımızda Yunanistan’ın Ege’de Türkiye’ye ait adaları ve/veya adacıkları işgal ve gasp ettiğine dair fotoğraflı haberler yer almaktadır. Bunlarla ilgili olarak Dışişleri Bakanlığımız 1 Ekim 2016 tarihinde şu açıklamayı yapmıştır:[v]
“Türkiye’nin 2003 yılından itibaren Ege denizindeki bazı ada ve/veya adacıkların egemenliğini başka bir ülkeye devrettiğine ilişkin iddia ve haberler tamamen gerçekdışıdır.
Öte yandan, komşumuz Yunanistan ile aramızda Ege bağlamında birbirleriyle bağlantılı bir dizi sorunun mevcut olduğu da bir vakıadır. Ege’de bazı adacık ve kayalıkların aidiyeti ve bununla bağlantılı olarak Türkiye ile Yunanistan arasında geçerli bir uluslararası anlaşmayla tespit edilmiş deniz sınırlarının bulunmaması da bu sorunlar arasında yer almaktadır.
Bilindiği gibi, Ege meseleleri Yunanistan ile aramızda mevcut diyalog kanalları çerçevesinde tüm yönleriyle ele alınmaktadır. Ege'deki ada, adacık ve kayalıkların hukuki statüsü bağlamında son 13 yıldır herhangi bir değişiklik olmamıştır.”
2017 Ocak ayında Yunanistan Denizcilik ve Ada Politikası Bakan Yardımcısı Yunan Hükûmeti’nin Ege’de isim vermeden 28 küçük adacıkta iskân ve bayındırlık plânlaması yaptığını açıklamıştır.
Dışişleri Bakanlığımızın bu konuda 12 Ocak 2017 tarihinde yaptığı açıklamada şunları ifade edilmiştir:[vi] “Ülkemiz, Yunanistan'ın statüsü tartışmalı coğrafi formasyonlar üzerinde yaratması muhtemel fiili durumları kabul etmeyeceğini ve bunların hukuki açıdan hiç bir sonuç doğurmayacağını çeşitli kereler duyurmuştur.
Komşumuz Yunanistan’ın, gerek Hükümetimiz, gerek kamuoyumuz nezdinde büyük hassasiyet arzeden bu konuda sağduyulu davranmasını bekliyoruz.”
2017 Şubat ayında Yunan medyasında Yunan özel kuvvetlerine bağlı olduğu belirtilen paraşütçülerin İstanköy (Kos) adasına indirme tatbikatı yaptıkları yönünde haberlere çıkmıştır. Bu konuda Dışişleri Bakanlığımız 3 Şubat 2017 tarihinde şu açıklamayı yapmıştır:[vii]
“1947 Paris Barış Antlaşması, silahsızlandırılmak koşuluyla İtalya tarafından Yunanistan'a bırakılmış olan İstanköy (Kos) adası üzerinde her türlü askerî eğitim faaliyetini yasaklamaktadır. Dolayısıyla, İstanköy’e yönelik bu tatbikat uluslararası hukukun açık bir ihlalidir.
Bu çerçevede; komşumuz Yunanistan’ı gerginliklere yol açacak, tırmanma potansiyeli bulunan tek taraflı, uluslararası hukuka aykırı, altından kalkamayacağı eylemlerden kaçınmaya davet ediyor; ülkemizin, Ege Denizi’ne yönelik siyasi ve hukuki pozisyonlarına uygun olarak, gerekli görülecek adımları bundan sonra da atmaktan imtina etmeyeceğini bildiriyoruz.”
Yunanistan Savunma Bakanı özellikle Kardak kayalıklarıyla ilgili olarak çeşitli tahrik hareketlerinde bulunmuştur. Çeşitli iddialar ortaya atmıştır. Yunan Başbakan Tsipras da 3 Şubat 2017 tarihinde Malta’da katıldığı AB Zirvesi sırasında basına şunlaroı ifade etmiştir:[viii]
“Ege'de aidiyeti belli olmayan ( gri bölgeler) bölge yoktur. Varılan şey Yunanistan'ın Avrupa ve uluslararası hukuk çerçevesinde tüm sorunları çözüme kavuşturmak kararlılığıdır. Diyalog, işbirliği istiyoruz dikkat çekici hareketler değil. Yunanistan karşı taraftan ihlal edilen ulusal haklarını, uluslararası hukuk ve Avrupa hukuku içinde koruma kararlılığındadır."
Yunanistan’ın Ege’deki adaların ve adacıkların hukukî statülerine yönelik ihlâl hareketleri Türkiye ile Yunanistan arasında tırmanma istidadı gösterebilecek ciddi gerginliklere yol açma potansiyeli taşımaktadır.
Lozan’a Doğru Kıbrıs
Yunanistan I. Dünya Savaşı’na sonucunun belli olmaya başladığı 1917 ortasında itilâf (anlaşma) devletlerinin safında katılmış ve galip devletler asında yer almayı başarmıştır. Bu da Yunanistan’ı ve Kıbrıslı Rumları ortak “enosis” davalarının geleceği bakımından umutlu ve cüretli kılmıştır.
Galip devletler, bir Kıbrıs Rum heyetinin 1919 Ocak ayındaki Barış Konferansı için Paris’e gelip Konferans çevreleriyle temaslarda bulunmasına imkân sağlamıştır.[ix] Rumlar ve Yunanistan Paris Konferansı’ndan sonra, Kıbrıs adasının İngiltere tarafından Yunanistan’a devredilmesi yolundaki taleplerini canlı tutabilmek için, sanki ortada böyle ciddi bir fikir ve ihtimal varmış gibi bir tutum ve davranış sergilemişlerdir. Örneğin, Yunanistan ile İtalya arasında 29 Temmuz 1919 tarihinde akdedilen bir Antlaşma ile İtalya’nın işgali altındaki Oniki Ada’nın İtalya tarafından Yunanistan’a devredilmesi hükme bağlanmıştır. Aynı Andlaşma’da İngiltere’nin Kıbrıs adası üzerindeki egemenliğinden Yunanistan lehine vazgeçmesi halinde, Rodos’un iki ülkeden (Yunanistan ve İtalya) hangisine ait olacağı konusunda plebisit yapılması hükmü yer almıştır. İtalya bu Andlaşmayı bir süre sonra feshettiğini açıklamıştır.[x]
Ayrıca, 28 Aralık 1920 tarihli “Suriye ve Lübnan, Filistin ve Mezopotamya Mandalarına İlişkin Belirli Noktalar Hakkındaki” Fransız – İngiliz Sözleşmesi’nin 4. Maddesinde de şöyle bir hüküm yer aldığı görülmektedir: “İskenderiye Körfezi’nin açıklarındaki Kıbrıs adasının coğrafî ve stratejik konumu nedeniyle, Britanya Hükûmeti önceden Fransız Hükûmeti’nin rızası alınmadan anılan adanın terkedilmesi veya üzerindeki hakların devredilmesi maksadıyla herhangi bir müzakere açmama hususunda mutabıktır.”[xi] Bu bahis çerçevesinde 20 Ağustos 1920 tarihli Sevr Antlaşması’nın Kıbrıs hakkındaki hükümlerini de hatırlatmak uygun olacaktır.
30 Ekim 1919’da imzalanan Mondros Mütarekesi’nden 10 ay kadar sonra Müttefik Devletlerle Osmanlı Devleti arasında imzalanan Sevr Andlaşması’nın 115. Maddesi’nde “Müttefik Devletlerin İngiliz Hükûmetince 5 Kasım 1914’de ilân edilmiş olan Kıbrıs’ın kendisine (İngiltere’ye) bağlanmasını tanıdıklarını bildirdikleri” hükmü yer almıştır.
Sevr’in 116. Maddesi’nde de Osmanlı Devleti’nin, “bu adanın Padişah’a ödenen vergi üzerindeki hakkını da içermek üzere, Kıbrıs üzerinde ya da Kıbrıs’a ilişkin bütün haklarından vazgeçtiği” hükmüne yer verilmiştir. 117. Madde’deki hüküm de “Kıbrıs adasında doğmuş ya da orada oturan Osmanlı uyrukları, yerel yasa koşulları içinde, Osmanlı uyrukluğundan ayrılarak, İngiliz uyrukluğunu alacaklardır” şeklindedir.
Bunlar ve bunlara benzer gelişmeler Yunanlarda ve Kıbrıslı Rumlarda, Lozan Barış Konferansı'nda Kıbrıs'ın Yunanistan'ın egemenliğine bırakılacağı ümidini ve beklentisini yaratmıştır. Konferans'ın açılışından önce ve açıldıktan sonra Kıbrıs'ın Yunanistan'a verilmesi için gayret sarfedenler ve bu amaçla Türk heyetine baskı yapanlar olmuştur. İsmet Paşa ve heyeti, bu gayretleri önlemede, baskılara karşı direnmede kararlılık göstermiştir.
Lozan Konferansı’nda Kıbrıs
Konferans çalışmalarının akışı içinde Andlaşma'nın ilk taslağı olarak hazırlanan belgede Kıbrıs adası bakımından da uygulanacak şöyle bir hüküm (Madde 16) yer almıştır:
“Türkiye, işbu Andlaşma'da belirtilen sınırlar dışında bulunan bütün topraklar üzerindeki ya da bu topraklara ilişkin olarak, her türlü hakları ve sıfatlarıyla, üzerinde [ Türkiye’nin ] kendi egemenliği tanınmış adalardan başka öteki adalar üzerindeki her türlü haklarından ve sıfatlarından vazgeçmiş olduğunu bildirir.
Türkiye, [ söz konusu ] bu topraklar ve adalar bakımından, bunların bir başka devlete verilmesi, bağımsızlığı, bu topraklar ya da adalar üzerinde herhangi bir başka rejim kurulması konusunda uygulanmış ya da uygulanacak olan hükümleri [ şimdiden ] kabul ettiğini ve uygun bulduğunu bildirir.” [xii]
Bu maddenin ikinci paragrafı ile Osmanlı Devleti’nin üzerindeki egemenliğini terk ettiği topraklarda ve adalarda (ki buna Kıbrıs adası da dâhil) gelecekte ilhak, bağımsızlık ilânı veya herhangi bir başka rejim kurulması yolunda alınacak kararları Türkiye Cumhuriyeti’nin önceden uygun bulması, kabullenmesi ve tanıması isteniyordu.[xiii]
Konferans’ta hazırlanmakta olan Barış Antlaşması’nın ilk taslağının 16. Maddesi Birinci Komisyon’un 25 Nisan 1923 Çarşamba günü İngiliz Sir Horace Rumbold’un başkanlığında yapılan oturumunda müzakere edilmiştir.[xiv]
Başkan 16. Madde hakkındaki Türk karşı tekliflerinde ikinci paragrafın çıkartılmış olduğuna işaret etmiş ve Türk heyetine bunun sebeplerini izah etmesi ricasında bulunmuştur.
İsmet Paşa’nın Konuşması
İsmet Paşa söz almış ve 16 Madde’nin ikinci paragrafının “Türkiye’yi Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan topraklara ilişkin olan ve Türkiye’nin bilmediği hükümleri onaylama ve kabul etme zorunda bıraktığını” söylemiştir. Devamla, “Türkiye’nin ileride kararlaştırılacak hükümleri de kabul etmesi istenmektedir. Açıkça bellidir ki, Türkiye, niteliğini ve kapsamını bilemediği hükümleri kabul etmeği yükümlenemez” demiştir.
Yunan Temsilci İtiraz Ediyor
Söz alan Yunanistan temsilcisi M. Caclamanos, Yunan heyetinin “bu hükmü ülke (toprak) sorunlarına ilişkin esaslı bir hüküm saymakta olduğunu; bu fıkranın metinde olduğu gibi tutulmasını gerektiğini düşündüğünü; çünkü Müttefik Devletlerin, bu toprakların ve adaların kaderine ilişkin olarak ileride konulabilecek hükümlere karışmayacağı konusunda, Türkiye’nin açık ve kesin bir yüküm kabul etmesini istediklerini” ifade etmiştir.
Antlaşma Taslağı Değişiyor
Müzakere sonunda 16. Madde ile ilgili taslak metin değiştirilmiştir.
16. Madde antlaşmada şöyle yazılmıştır:
“Türkiye, işbu Andlaşma’da belirtilen sınırlar dışında bulunan topraklar üzerindeki ya da bu topraklara ilişkin olarak, her türlü haklarıyla sıfatlarından ve [ Türkiye’nin ] egemenliği işbu Andlaşma’da tanınmış adalardan başka bütün öteki adalar üzerindeki her türlü haklarından ve sıfatlarından vazgeçmiş olduğunu bildirir; bu toprakların ve adaların geleceği [ kaderi ], ilgililerce düzenlenmiştir, ya da düzenlenecektir.
İşbu Madde’nin hükümleri, Türkiye ile sınırdaş olan ülkeler arasında komşuluk durumları yüzünden kararlaştırılmış ya da kararlaştırılacak olan özel hükümlere halel vermez.”
Yararlı olacağı düşüncesiyle, 16. Madde’nin Fransızca ve İngilizce metinlerine de aşağıda yer veriyorum:
[ Article I6. Turkey hereby renounces all rights and title whatsoever over or respecting the territories situated outside the frontiers laid down in the present Treaty and the islands other than those over which her sovereignty is recognised by the said Treaty, the future of these territories and islands being settled or to be settled by the parties concerned.
The provisions of the present Article do not prejudice any special
arrangements arising from neighbourly relations which have been or may be concluded between Turkey and any limitrophe countries.]
[ Article 16. La Turquie déclare renoncer à tous droits et titres, de quelque nature que ce soit, sur ou concernant, les territoires situés au delà des frontières prévues par le présent Traité et sur les îles autres que celles sur lesquelles la souveraineté lui est reconnue par ledit Traité, le sort de ces territoires et îles étant réglé ou à régler par les intéressés.
Les dispositions du présent Article ne portent pas atteinte aux stipulations particulières intervenues ou à intervenir entre la Turquie et les pays limitrophes en raison de leur voisinage.]
Kıbrıs adasının kendisine verilmesi ümit ve beklentisi içinde Lozan Konferansı’na katılmış ve Andlaşmayı imzalamış olan Yunanistan Antlaşma’nın Kıbrıs’ın İngiltere’nin egemenliği altına konulmasına ilişkin maddesi hakkında herhangi bir çekince beyan etmiş değildir. Böylece Yunanistan anılan maddeyi olduğu gibi bütün sonuçlarıyla kabul etmiş olmaktadır.
16. Madde’nin ilk yazım biçimini İsmet Paşa kabul etmiş olsaydı, Türkiye gelecekte Kıbrıs konusu hakkında hiçbir söz hakkına sahip olamayacaktı.
Türkiye’nin Lozan’da Kıbrıs’ın Türkiye’ye verilmesi üzerinde durmamış olmasını akılcı ve gerçekçi bir stratejinin icabı olarak değerlendiriyorum.
Bir kere, Kıbrıs adası 1878’den itibaren İngiltere’nin işgali altındaydı. 1914’de de ilhak ettiğini açıklamıştı. TBMM Hükûmeti Lozan’da Kıbrıs’ı egemenliği altına alma konusunda ısrarlı davransaydı, bu iddiasının arkasında gerektiğinde Kıbrıs’a askerî müdahalede bulunabilmesini mümkün kılacak bir askerî gücün bulunması gerekirdi. Bundan mahrum durumdaydı. O günlerde mevcut uluslararası güç dengeleri karşısında İngiltere’nin Kıbrıs adası üzerinde 1878’de elde etmiş olduğu fiilî hâkimiyetinden Lozan’da diplomasi masasında Türkiye lehine vazgeçmesi beklenemezdi.
İkincisi, Ankara Lozan’da Kıbrıs için İngiltere ile ipleri germiş olsaydı, bundan, Ada’nın kendisine verilmesi beklentisi yüksek olan Yunanistan’ın istifade etmesi ihtimaller dahiline girebilirdi.
Üçüncüsü, TBMM Hükûmeti’nin Lozan Konferansı için belirlediği temel hedef olan tam bağımsız ve egemen Türk Devleti’nin yaratılması için gerekli barış anlaşmasının ortaya çıkması tehlikeye düşebilirdi.
İsmet Paşa, Kıbrıs adasına İngiltere’nin egemenliği altında Yunanistan’ın da kabul etmek durumunda kaldığı bir statü kazandırmıştır. Bu suretle Yunanistan’ın Ada ile ilgili olabilecek talepleri bakımından İngiltere ile karşı karşıya kalmasını sağlamıştır.
İsmet Paşa’nın Konferans’ta değiştirilmesini ve yeniden kaleme alınmasını temin ettiği Andlaşma’nın 16. Maddesi, ileride Kıbrıs’ın statüsü hakkında yeniden bir karar alınması ihtiyacı ortaya çıktığı zaman Türkiye’nin “ilgili” devlet olarak görüşme masasına oturmasına kapıyı açan bir içeriğe sahip kılınmıştır.
Kıbrıs konusunun 30 yıl kadar sonra gösterdiği gelişme seyri, bu olguyu teyit eder mahiyette olmuştur.
Oniki Ada’nın 1947’de İtalya’dan Alınıp Yunanistan’a Verilmesi
İkinci Dünya Savaşından sonra galip devletler, 10 Şubat 1947’de Paris’te imzalanan Barış Antlaşması’nın 14. Maddesi’nde Oniki Ada’nın İtalya’dan alınıp, eski sahibi Türkiye’ye değil, Yunanistan’a verilmesini hükme bağlamışlardır. Bununla beraber, aynı Madde’de “bu adaların askerden arındırılacağı ve askerden arındırılmış olarak kalacağı” [ These islands shall be and shall remain demilitarized ] hükmü de yer almıştır.
Bu hüküm ile Türkiye’nin güvenlik ile ilgili kaygıları karşılanmak istenmişse de, Oniki Ada’nın Yunanistan’ın egemenliği altına konulması Lozan’da Türkiye ile Yunanistan arasında kurulmasına özen gösterilmiş olan dengenin Yunanistan lehine bozulmasına sebep olmuştur.
Türkiye ve Yunanistan Aynı Gün NATO Üyesi Oluyorlar
Türkiye ve Yunanistan’ın 1952 yılında aynı günde (18 Şubat Pazartesi) birlikte NATO’ya üye kabul edilmeleri şüphesiz bir rastlantı değildir. NATO’nun önderlerinin o dönemin dünya şartları ve dengelerinde, Batı ittifakının dayanışma içinde olmasına ve öyle kalmasına verdikleri önem ve önceliğin gereği olarak vuku bulmuştur. Türkiye ile Yunanistan arasında Lozan’da kurulmuş olan dengenin sürdürülebilmesi isteğinin bir tezahürüdür.
Ayrıca, Batılı liderlerin Oniki Adaların Yunanistan’ın egemenliği altına girmesi suretiyle Lozan Dengesinde ortaya çıkan bozukluğu giderme düşüncesiyle de hareket etmiş olduklarını düşünüyorum.
Yunanistan BM’de “Enosis” Girişimlerine Başlıyor
Oniki Adaların Yunanistan’a verilmesinin ardından Lozan’da kurulan dengenin Yunanistan’ın Türkiye’ye yönelik emelleri ve çıkarları doğrultusunda tamamen ortadan kalkmasını önleyen tek ana unsur olarak Kıbrıs adası kalmıştır.
Stratejik değerdeki Oniki Ada’nın âdeta bir hediye şeklinde kendisine verilmesinden cesaret bulan Yunanistan, Kıbrıs adasını da ülkesine katma ve böylece Türkiye’yi güneyden de kuşatıp Anadolu’ya hapsetme emeliyle hareket etmeye başlamıştır. Bunu da, 1950’li yılların başlarından itibaren – çeşitli dış faktörlerin de itmesiyle – Türkiye ile Yunanistan arasındaki münasebetleri kaplamış olan dostluk havası içinde yapmakta beis görmemiştir.
O dönemde Türkiye, iki ülkenin 18 Şubat 1952’de NATO’ya üye olmalarının yarattığı atmosfer içinde Yunanistan’la ilişkilerinde dostluğu ve işbirliğini esas alan bir politika izlemiştir. 1952 yılının ilk yarısında iki ülkenin Başbakanları Sofokles Venizelos ve Adnan Menderes; yılın ikinci yarısında da Cumhurbaşkanı Celâl Bayar ve Kral’ı Paulos karşılıklı resmî dostluk ziyaretleri gerçekleştirmişlerdir. Kral Paulos, Cumhurbaşkanı Bayar’ın 1952 yılının Kasım ayı sonlarında Atina’yı ziyareti sırasında misafirin şerefine düzenlenen yemekte yaptığı konuşmada “aramızda asırlarca süren ihtilâflara rağmen tarih ve mukadderatın tayin ettiği yolda bizlere milletlerarası bir vazifenin tevdi edilmiş bulunması bugün birleşmemizi tam ve mutlak hale getirmiştir” şeklinde dostane sözler dile getirmiştir.[xv]
Türkiye ile Yunanistan arasındaki bu yakınlaşma ve NATO stratejisinin icabı olarak sürdürülen Sovyetler Birliği’ni güneyden çevreleme gayreti, 1953’de Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya arasında Balkan Paktı’nı ortaya çıkarmıştır. Ortaya çıkmasına Türkiye’nin önderlik ettiği bu Pakt 1954’de Balkan İttifakı statüsünü kazanmıştır.
Balkan İttifakı’nın 9 Ağustos 1954’de Yugoslavya’nın Bled kentinde imza edilmesinden bir hafta sonra Yunanistan, Kıbrıs konusunun BM’nin IX. Genel Kurul toplantılarının gündemine dâhil edilmesi için başvuru yapmıştır. İngiltere’nin egemenliği altındaki Kıbrıs adasında yaşayan nüfus için “eşit haklar” ve “self-determination” (halkların kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesi) ilkesinin uygulanmasını talep etmiştir. Güttüğü amaç, tarihî ülkü ve emelleri doğrultusunda Kıbrıs adası ile “enosis” gerçekleştirebilmenin yolunu açmak olmuştur. BM Genel Kurul’u Kıbrıs sorunu hakkında karar alınmasının uygun olmadığını açıklayan ve Yunanistan’ın teklif ettiği başlık altındaki konunun müzakere edilmeyeceğini belirten bir karar almıştır.[xvi]
Yunanistan’ın BM Genel Kurulu nezdindeki bu teşebbüsleri, sonuç vermeden 1958 yılının sonuna kadar sürmüştür. Böylece, Kıbrıs konusu BM Genel Kurulu’nun gündemine ilk defa olarak girmiş ve uluslararası bir sorun mahiyeti kazanmıştır.
Kıbrıs’ta EOKA Terörü
Yunanistan’ın BM çerçevesindeki bu girişimlerine paralel olarak, Kıbrıslı Rumlar da oluşturdukları EOKA terör örgütü vasıtasıyla 1 Nisan 1955 tarihinden itibaren Ada’da İngilizlere ve Kıbrıslı Türklere karşı şiddet eylemlerine başlamışlardır.
Türkiye’yi Kıbrıs Konusunun Dışında Tutama Çabaları
Yunanistan’ın, Kıbrıs adasını “self-determination” ilkesinin uygulanması yoluyla ilhak etme hayaliyle BM Genel Kurulundaki girişimlerine hazırlandığı dönemde, Türkiye’yi Kıbrıs konusunun dışında tutabilmenin çarelerini araştırmıştır. Bu çerçevede Kıbrıs konusunun sadece İngiltere ile Yunanistan’ı ilgilendirdiği kanaatini uluslararası camiada yerleştirmeğe çalışmıştır. Örneğin, NATO Konseyi toplantısı vesilesiyle bulunduğu Lizbon’da 12 Şubat 1952 tarihinde bir basın toplantısı düzenleyen Yunanistan Dışişleri Bakanı Sofokles Venizelos, Kıbrıs konusundaki bir soruya verdiği cevapta “bu meselenin münhasıran Yunanistan ile İngiltere’yi ilgilendirdiğini” ifade etmiştir.[xvii]
Lozan’a Dayanarak Türkiye Kıbrıs Konusuna Taraf Oluyor
Lozan Andlaşması’nın Kıbrıs adasına ilişkin hükümleri karşısında Yunanistan’ın Türkiye’yi Kıbrıs konusunun dışında tutma çabaları boşa çıkmıştır.
Gerçekten de, Kıbrıs konusu 1954 yılının Eylül ayında BM Genel Kurulu’nda müzakere edilirken ilk sözü alan İngiltere Daimî Temsilcisi Selvwyn Llyod, Kıbrıs adasının coğrafî bakımdan Anadolu’nun bir parçası olduğunu; Ada’da yüz bin civarında bir Müslüman – Türk toplumunun yaşadığını; tarihte hiçbir zaman Yunanistan’a ait olmamış bulunan Kıbrıs’ın egemenliğinin Lozan Andlaşmasıyla Türkiye’den İngiltere’ye geçmiş bulunduğunu; Yunanistan’ın Lozan Andlaşması’nı imzalamakla egemenliğin İngiltere’ye geçtiğini de kabul etmiş olduğunu söylemiştir.[xviii]
Londra’daki Kıbrıs Konferansı’na Türkiye’de Davet Ediliyor
İngiltere, EOKA terör örgütünün Ada’daki şiddet eylemleri karşısında, 29 Ağustos – 7 Eylül 1955 tarihleri arasında Londra’da Kıbrıs konusunda bir Konferans düzenlemiştir. Konferans’a Türkiye ve Yunanistan’ı davet etmiştir. İngiltere böylece Kıbrıs konusunun Yunanistan’ı olduğu kadar Türkiye’yi de ilgilendirdiği; Kıbrıs konusunun taraflarından birinin de Türkiye olduğu ve Türkiye olmadan Kıbrıs konusunun çözümüne ilişkin bir karar alınamayacağı görüşünü taşıdığını ortaya koymuştur. İngiltere Konferans sırasında “enosis” temelinde bir çözüme de karşı çıkmıştır. İngiltere’nin tutumunu belirlerken Lozan Andlaşması’nın hükümlerini de göz önünde tuttuğu kuşkusuzdur.
Dışişleri Bakanı Zorlu Lozan’a Dayanıyor
Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Londra Konferansı’ndaki konuşmasında Türkiye’nin pozisyonunu Lozan Andlaşması’nın Kıbrıs hakkındaki hükümlerini esas alarak ve Lozan’da Türk heyetince açıklanan görüşlere atıf yaparak izah etmiştir. Zorlu, diğer hususlar meyanında şunları söylemiştir:[xix]
“Yunanistan’ın Türkiye’nin Lozan Antlaşması ile Kıbrıs üzerindeki bütün haklarından feragat ettiği iddiası mesnet bulamaz. Zira Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan parçalarla tamamen ilgisini kesmiş değildir. Şöyle ki: Lozan Andlaşması’nın 16. Maddesi Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan toprakların mukadderatının ‘alâkadarlar tarafından tayin edildiğini veya edileceğini’ beyan etmektedir. Hâlbuki o zaman Müttefiklerin teklif ettikleri Madde tasarısında bu ibare mevcut olmayıp ‘Türkiye bu arazi veya adaların devri, istikbali veya diğer herhangi rejimi hakkında alınan veya alınacak mukarreratı ( kararları ) tanır ve kabul eder’ deniyordu. Lozan’daki Türk delegasyonu bunu kabul etmemiş ve şöyle demiştir: ‘Türkiye’den, istikbalde alınacak mukarreratı tanıması ve kabul etmesi isteniyor. Şurası muhakkaktır ki, Türkiye, mahiyetini ve şümulünü bilmediği mukarreratı kabul etmek taahhüdüne giremez.’ Görülüyor ki, Türkiye, Lozan’da Kıbrıs ile ilgisinin kesilmesini kabul etmemiştir.”
Dışişleri Bakanı Zorlu konuşmasının sonunda Türkiye’nin görüşünü şu sözlerle özetlemiştir: “Kıbrıs’ta statükonun korunması gerekir. Yani İngiltere Ada’dan çekilmemelidir. Eğer bu statüko bozulacaksa, Ada Türkiye’ye iade edilmelidir.”
Londra Konferansı bir sonuç vermeden dağılmıştır. Bununla beraber, bu Konferans ile Yunanistan’ın Türkiye’yi Kıbrıs konusunun dışında tutma çabaları Lozan Andlaşması’na dayanılarak boşa çıkarılmış ve Kıbrıs konusunun sadece Yunanistan ile İngiltere arasında ele alınabileceği yolundaki iddiaları çürütülmüştür. Yunanistan Londra Konferansı’na katılmakla Türkiye’nin Kıbrıs sorununa taraf olduğunu kabul etmiş olmuştur.
“Enosis” Emelleri Karşısında Türkiye Sağlam Duruyor
Bir taraftan, Rum EOKA’nın Ada’da Kıbrıslı Türkleri de hedef alarak devam eden şiddet eylemlerinin yoğunluk kazanması, diğer taraftan Yunanistan’ın BM Genel Kurulu’nda başlatmış oldukları “enosis” amaçlı girişimlerinin sürmesi Türkiye’yi iktidarı ve muhalefetiyle birlikte, tepkili tavır koymaya sevketmiştir.
20 Nisan 1957’de demeç veren CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek şunları dile getirmiştir:
“….Kıbrıs Türkiye’nin savunması ve oradaki ırkdaşlarımızın selâmet ve bekaları bakımından birinci plânda millî bir davamızdır. Türkiye’nin tabiî ve meşru hakları göz önüne alınarak, hür dünyanın bu mühim ve nazik noktasında hür milletler arasındaki işbirliğini zarara sokmayacak bir hal çaresi bulunması gerekir ve bulunabilir de….” [xx]
Türkiye’de hükûmetin görüşlerini yansıtan Radyo Gazetesi’nin 27 Nisan 1957 akşamı yaptığı yayında şu hususlar vurgulanmıştır:
“….Oniki Adayı bir kolayını bulup aldıktan sonra, bir de İskenderun Körfezi’nin ağzını tutmak Türkiye’nin can damarına dokunmak demektir. Aşikâr bir şeydir ki Türkiye buna müsaade etmeyecek ve şiddetli müdahalesini, Kıbrıs şakası ciddileşir ciddileşmez derhal hissettirecektir. Yunanistan, toprak ilhakı mevzularında Türkiye’nin kendisine sükûnetle ve dostça ihtarını yapacağı noktaya gelmiştir….” [xxi]
Hürriyet Partisi’nin TBMM Grup Başkan Vekili Feridun Ergin de TBMM’de Genel Görüşme talep eden bir önerge vermiş ve bir demecinde “Yunanistan Kıbrıs’ı elde etmekle memleketimizin cenubunu da çevirmek istemektedir” demiştir.[xxii]
Kıbrıs Adası’nın Bağımsızlığına Yöneliş
Türkiye ve Yunanistan’ın 1952’de beraberce NATO’ya üye olmaları, iki ülkenin ilişkilerinde gerçeği yansıtmayan bir sözde bir dostluk dönemi başlatmıştır. Ancak bu olay, Yunanistan’ın kendi tarihî emelleri istikametinde Kıbrıs konusunda dostlukla bağdaşmayan teşebbüslerde bulunmaya başlaması yüzünden de, Kıbrıs konusunu doğrudan NATO içinde varlığı elzem olan müttefiklik dayanışmasını olumsuz biçimde etkileyen bir faktör haline getirmiştir.
Öte yandan,1950’li yıllarda ortaya çıkan sömürgeciliğin tasfiyesi sürecinde (decolonization) gelişmeler, sıranın giderek Kıbrıs’a da gelmesinin kaçınılmaz olduğunun işaretlerini vermeye başlamıştır. Bu yüzden de NATO üyesi ve ABD’nin yakın dostu ve müttefiki olan İngiltere’de Kıbrıs’a bağımsızlık verilmesi düşüncesi zemin kazanmıştır. Ancak, İngiltere ve ABD hem kendilerinin, hem de NATO’nun bölgesel ve küresel hedefleri bakımından stratejik önem ve değer taşıyan Kıbrıs adasının kaderinin sadece Rumlara bırakılmasının sakıncalı olacağını değerlendirmişlerdir. Çünkü, Kıbrıs’ta komünistler bir parti olarak daha 1926’da teşkilâtlanmış bulunuyorlardı. Bu temel kaygıyla, Kıbrıs’ın sadece Rum unsurunun hakimiyeti altında bağımsızlık kazanmasını önlemek için bağımsız Kıbrıs’ta Türkleri ve Rumları Yönetime eşit olarak ortak etmek ve kurulacak anayasal düzenin korunmasında İngiltere ile beraber Türkiye’yi ve Yunanistan’ı da hak ve yetki sahibi kılmak düşüncesi doğmuştur.
ABD – İngiltere Mutabakatı
Yunanistan’ın BM Genel Kurulu’ndaki “enosis” amaçlı diplomatik girişimlerinin sürdüğü dönemde ABD Başkanı Eisenhower ve İngiltere Başbakanı MacMillan 20-24 mart 1957 tarihlerinde Nassau’da buluşmuşlardır. Bu buluşmada Kıbrıs meselesini de görüşmüşlerdir. ABD Başkanı, İngiltere’nin Kıbrıs konusunda güttüğü politikayı tasvip ettiğini belirtmiştir. Bununla beraber, toplantıda, bundan böyle konuya NATO çerçevesinde önem verilmesi ve bu plânda ele alınması hususunda görüş birliğine varılmıştır. Ayrıca, Kıbrıs sorununun doğrudan doğruya Türkiye ve Yunanistan arasında bir anlaşma sağlayacak şekilde yürütülmesi de kararla