“KKTC Sonsuza Dek”
BMGS: Müzakerelerde “Yeterli İlerleme Olmadı”
BMGS Ban Ki-moon 21 Nisan 2012 günü yaptığı açıklamada Kıbrıs sorununa çözüm bulmak amacıyla Eroğlu ile Hristofyas arasında sürdürülen görüşmelerde öze ilişkin konularda “uluslararası konferans düzenlenmesini haklı kılacak yeterli ilerleme meydana gelmediğini” ifade etti.
BMGS’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Alexander Downer da 27 Nisan’da düzenlediği basın toplantısında, iki lider arasındaki yüz yüze görüşmelerin sona erdiğini teyit etti. Gelecek 15 gün içinde çözüm arayış sürecinin bundan böyle nasıl yürütülebileceğini araştırmak maksadıyla BM'nin taraflar arasında mekik diplomasisi uygulanacağını açıkladı. “3 yılı aşkın bir süredir devam eden müzakerelerin nasıl ilerleyeceği konusunda BM'nin karar vermeyeceğini; sürecin Kıbrıslı olması nedeniyle bu görevin de liderlere düştüğünü” belirtti. Devamla “BM'nin taraf olamayacağını ve herhangi bir başarı ya da başarısızlıktan da taraflardan birini suçlamayacağını” ifade eden Downer, BMGS’nin sonuçtan “büyük hayal kırıklığına uğradığını” da sözlerine ekledi.
BM Rumları Suçlamaktan Bu Kere de Kaçınıyor
BM’nin “taraflardan birinin suçlanmayacağını” vurgulaması sürecin Rumlar tarafından baltalandığının zımnen ifadesi anlamına gelmektedir.
Çünkü, geçmiş tecrübeler de ortaya koymuştur ki, BMGS ve özellikle BM Güvenlik Konseyi, müzakere sürecinin Rum tarafının gösterdiği açık olumsuzluklar yüzünden kesildiği hallerde dahi Rum tarafını suçlayan bir tutum almaktan kaçınmıştır. Örneğin, 1985 ve 1986’da böyle olmuştur. ANNAN Plânı 24 Nisan 2004 referandumda büyük bir oy çokluğuyla Rumlar tarafından reddedildiği zaman da, Güvenlik Konseyi, bırakınız Rumları suçlayan bir karar almayı, BMGS’nin hazırladığı raporu dahi görüşmemiştir. Raporu rafa kaldırmıştır. Hatırlatmak isteriz ki, oysa, ANNAN Plânı sürecinde merhum Rauf Denktaş’ın 2003 Mart ayında La Haye’de takındığı bize göre haklı ve gerekli tutum sebebiyle Güvenlik Konseyi suçlayıcı sert tepki gösteren bir karar (1475 sayılı) almakta beis görmemiştir.
“T” Kavşaktayız
Erişilen aşamada, 1968’den bu yana süren çözüm arayışının yedinci defa olarak Rumlarca engellenmiş olduğunu söyleyebiliriz. Bu durumda Kıbrıs sorununda “T” şeklindeki tarihî bir kavşağa gelindiği görüşündeyiz.
Adadaki çözümsüzlükte önemli sorumluluk payı olan uluslararası çevreler, kendi sorumluluklarını gizleme çabası içinde, çözüm arayışındaki her başarısızlıkta Kıbrıs Türk tarafını ve özellikle kasıtlı olarak “millî kahraman” Rauf R. Denktaş’ı ve ayrıca Türkiye’yi suçlama kolaycılığını göstermişlerdir.
Son 8 yıldır Rauf Denktaş siyaset sahnesinde yer almamıştır. Çözüm yine ortaya çıkmamıştır. Bu durum fevkalâde ifşa edicidir. Umarız, kendi sorumluluklarını ve gerçek niyetlerini bu vakte kadar Denktaş’ın arkasına gizlenerek saklamaya çalışmış olan çevreler, bundan böyle gerçekleri teslim ederler ve kabullenirler. Çözümün Rum-Yunan ortaklığının işine gelen varsayımlardan hareket edilerek ve Türkiye’nin AB’ne tam üye olma isteği istismar edilerek değil, Ada’daki ve Kıbrıs sorunu ile ilgili gerçeklerden yola çıkılarak varılabileceğini idrak ederler.
Ulaşılan tarihî kavşakta, Kıbrıs Türk halkının ve Türkiye’nin de, Ada’da biri Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), diğeri Rumların “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak adlandırdıkları devlet olmak üzere iki bağımsız ve egemen devletin varlığına dayanan status quo’nun gerçekçi bir siyasî çözüme temel teşkil etmesi yönünde kararlı bir tutum ortaya koymalarında ve bu kararlılığın kamuoyumuzca da desteklenmesinde zaruret vardır.
Bu dönemde, 2010 ve 2012’de KKTC Girne’de toplanan 1. ve 2. Dünya Kıbrıs Türkleri Kongresi için belirlenen ve bizim de yazımıza başlık yaptığımız “KKTC Sonsuza Dek” sloganına ulusal bir netlik ve yaygınlık kazandırılmasına da ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz.
KKTC’nin İsminin Değiştirilmesi Abesle İştigal
İşte böyle kritik bir dönemde, güya Rumların çözüm sürecini engelleyen tutumuna tepki olarak, KKTC’nin isminin değiştirileceği, yerine “Kıbrıs Türk Devleti” isminin kullanılacağı yolunda haberleri hayretle ve kaygıyla okuyoruz. Bu çerçevede hattâ “Kıbrıs Türk Devleti’nin resmen ilan edilmesi” gibi çağrılara da rastlıyoruz.
Böyle bir konuyu gündeme getirmek veya getirme teşebbüsünde bulunmak, görüşümüze göre, eski deyimle “abesle iştigaldir”. Millî Dava’ya yararı olmayacak bir düşüncedir; tasavvurdur.
Abesle iştigaldir; çünkü, Kıbrıs Türk halkı “self-determination” hakkını kullanarak bağımsız Devletini 15 Kasım 1983 tarihinde “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” adıyla kurmuştur. Gelecek yıl KKTC’nin kuruluşunun 30. Yıldönümü kutlanacaktır. Devlet’in ismi Ada’daki gerçekler dikkate alınarak saptanmıştır.
Neden KKTC
“Kuzey Kıbrıs”, Ada’daki coğrafî iki kesimliliği yansıtmaktadır. Çözüm çerçevesindeki muhtemel toprak ayarlamalarında Türk tarafının idaresi altında olacak toprağın iki veya üç parçalı olmasını önlemeye matuftur. Bilindiği üzere Rumlar Karpas’ın tamamının veya bir kısmının kendi idareleri altında olmasını istemektedir.
“Türk” sıfatı Ada’da iki halk yaşadığını vurgulamak içindir.
“Cumhuriyet” Devlet’in şeklini ortaya koymaktadır.
KKTC Anayasası’nın Değiştirilemez Maddeleri
Abesle iştigaldir; çünkü, KKTC’nin, 5 Mayıs 1985 günü halk oylaması ile kabul edilip KKTC Resmî Gazetesi’nin (sayı:43) 7 Mayıs 1985 tarihli nüshasında yayınlanarak yürürlüğe girmiş olan Anayasası’nın “Değiştirilemeyecek Kurallar” başlığını taşıyan 9. maddesi, görüşümüze göre, KKTC Devleti’nin isminin değiştirilmesine cevaz vermemektedir.
9. maddenin hükmü şöyledir: “Bu Anayasanın 1. maddesi ile 2. maddesinin (1). ve (2). fıkrasında ve 3. maddesinde yer alan kurallar değiştirilemez ve değiştirilmesi önerilemez.”
Anayasa’nın “değiştirilemez” ve “değiştirilmesi önerilemez” mahiyetteki maddelerinden olan 1. madde’de “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti” ismi yer almaktadır.
Maksat Nedir?
İsim değişikliğine gidilmek istenmesinin maksadı nedir? Maksat, BM Güvenlik Konseyi’nin 541 ve 550 sayılı kararlarının etrafından sessizce dolaşılarak Kuzey Kıbrıs’taki Devlet’in diğer bazı, meselâ, İslâm İşbirliği Teşkilâtı (İİT) üyesi devletler tarafından da tanınmasının sağlanması ise, bundan umulan sonucun tatmin edici ölçüde elde edilememesi ihtimali yok değildir.
Doğu Akdeniz’de ve özellikle Kıbrıs’ta birbirleriyle çelişen ve hattâ çatışan stratejik çıkarlar peşinde olan uluslararası toplumun önde gelen aktörlerinin sırf “KKTC” ismi ortadan kalktı diye “tanımaya” hayırhahlıkla bakacaklarını; diğer devletlerin tanıma beyanında bulunma niyetleri karşısında sessiz ve hareketsiz kalacaklarını düşünmek ve bunu beklemek, “safdillik” demesek bile aşırı iyimserlik olur.
KKTC’nin bu vakte kadar Türkiye dışında başka bir devlet tarafından tanınmamış olmasında hakim faktör kesinlikle “KKTC” ismi değildir.
Çünkü, Güvenlik Konseyi’nin, özellikle, 541 ve ayrıca 550 sayılı kararla ortaya koyduğu tepki, kuzey Kıbrıs’ta münhasıran KKTC isimli bir Devlet kurulmasına yönelik değildir. 541 sayılı kararın birinci giriş paragrafında “Kıbrıs Türk makamlarının kuzey Kıbrıs’ta bir bağımsız Devlet yaratmak iddiasıyla 15 Kasım 1983 tarihinde yayınladıkları deklarasyonu kaygıyla karşılayarak” ifadesine yer verilmiştir. Daha sonra bu “deklarasyonun” 1960 Antlaşmalarıyla “bağdaşmadığı” öne sürülmüştür.
“Kıbrıs Türk Devleti” İsmiyle İlgili Gerçekler
Basın haberlerine göre “KKTC” yerine tercih edildiği belirtilen “Kıbrıs Türk Devleti” isminin kaynağına ve mahiyetine gelince:
Bu ismin kaynağı ANNAN Plânı’dır. İçinde açıkça ifade edilmese bile, Kıbrıs müzakere sürecine ilişkin teknik terminolojiyi ve yıllar boyunca oluşmuş bulunan kavramsal çerçeveyi, ayrıca, tarafların bunlara ilişkin tercihlerini, BMGS raporlarında ve Konsey kararlarında parametreler hakkında yapılmış olan tarifleri ve yorumları bilenlerin kolayca anlayacağı üzere, Plân, “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” temelinde ve çatısı altında yeni bir anayasa ile, fazla uzak olmayan bir gelecekte aşınmaya mahkûm, iki kesimli bir federal düzen yaratmayı amaçlamıştı. Federasyon iki eyaletten oluşacaktı. Bu eyaletler, ANNAN Plân’ında “Kıbrıs Türk Eyaleti” ve “Kıbrıs Rum Eyaleti” olarak adlandırılmıştı. İngilizce olarak “Turkish Cypriot State” – “Greek Cypriot State” şeklinde ifade edilmişti. İngilizce “state” kelimesinin Türkçe’de “devlet” anlamına da gelmesinin verdiği imkân ve kolaylıktan yararlanılarak, ANNAN Plânı Türk kamuoyuna sanki “iki devletli” çözüm öngörüyormuş gibi yansıtıldı. Oysa bunun böyle olmadığı Plân’da açıkça yazılıdır.
Gerçekten, Plân’ın parçasını oluşturan “Kuruluş Anlaşması’nın” 2. Maddesinde “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, O’nun Federal Hükûmeti’nin ve oluşturucu eyaletlerinin (constituent States) statüleri ve aralarındaki ilişkiler, İsviçre’nin, O’nun federal hükûmetinin ve kantonlarının statüleri ve aralarındaki ilişkiler model alınarak düzenlenmiştir” şeklinde bir hüküm mevcuttur.
İngilizcesi şöyledir: “The status and relationship of the United Cyprus Republic, its federal government, and its constituent states, is modeled on the status and relationship of Switzerland, its federal government and its cantons.”
İsviçre’de “kantonların” bağımsız ve egemen devlet statüsünde olmadığı bilinmektedir.
ANNAN Plân’ında “state” kelimesi değil de “canton” (kanton) veya 1992’deki Fikirler Dizisindeki gibi “federated state” (federe devlet) kelimeleri kullanılsaydı, yine de çözüm şeklinin “iki devletli” olduğunu söyleyebilecek miydik?
KKTC’nin yerine “Kıbrıs Türk Kantonu” veya “Kıbrıs Türk Federe Devleti” isimlerinin kullanılmasını önermeyi aklımızın ucundan geçirebilecek miydik?
İİT’de “Kıbrıs Türk Devleti”
Şimdi, gelelim İİT’de Kıbrıslı Türklerin “Kıbrıs Türk Devleti” olarak katılmakta olduğu konusuna:
1976 yılında İstanbul’da toplanan İİT 7. Dışişleri Bakanları toplantısında Kıbrıs konusunda alınan kararda “Kıbrıs Türk Müslüman Toplumunun temsilcilerinin İslâm Konferansı’nın gelecekteki toplantılarına katılmağa davet edilmeleri” hükmüne yer verildi.
1979’da Fas’ın Fez kentindeki Dışişleri Bakanları toplantısına Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD) gözlemci statüsünde iştirak etti. Nihai Bildiri’de “Gözlemci Devletler” başlığı altında Nijerya ile birlikte KTFD, İngilizce ismiyle “Turkish Federated State of Cyprus” şeklinde kaydedildi. Böylece Kıbrıslı Türkler kendi yönetimlerinin anayasadaki ismiyle İİT Konferansı’na katıldı. Ama bu ilk ve son defa oldu!
Rumlardan gelen itirazlar ve yapılan baskılar sonunda İİT geriledi. Bir daha “KTFD” ismini resmi belgelerinde kullanmadı. Kıbrıslı Türklerin İİT toplantılarına gözlemci statüsünde katılmaları belgelere uzun yıllar “Kıbrıs’ın Müslüman Türk Toplumu”, “Kıbrıs Türk Müslüman Toplumu (Turkish Muslim Community of Kibris)”, “Kıbrıslı Türkler”, “Kıbrıs Türk Toplumu” gibi isimlerle kaydedildi.
1983 Aralık ayında Dakka’da toplanan İİT Dışişleri, Bakanları toplantısında gözlemci KKTC Temsilcisinin oturduğu masaya Türkçe olarak “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” tabelası konuldu. Belgelere bu isim geçmedi.
2004 yılında İstanbul’da toplanan İİT 31. Dışişleri Bakanları toplantısında alınan 2/31-P sayılı kararın 8. maddesinde “Kıbrıs’ın Müslüman Türk halkının İİT’nin bütün organlarının çalışmalarına, faaliyetlerine ve toplantılarına BMGS’nin kapsamlı çözüm plânında öngörülen isimle katılmağa devam etmesi kararlaştırılmıştır” hükmüne yer verildi. [8. Further decides that the Turkish Muslim people of Cyprus should continue to participate in the work, activities and meetings of all OIC organs under the name envisaged by the UN Secretary- General’s settlement plan.]
O dönemde bu karar, kamuoyuna, Kıbrıs Türk toplumunun devlet statüsünde var olduğunun İİT çerçevesinde kabul görmesi şeklinde takdim edildi. Oysa, İstanbul’da alınan kararda doğrudan doğruya “Kıbrıs Türk Devleti” kavramına yer verilmekten kaçınılmış ve sadece “BMGS’nin kapsamlı çözüm plânında öngördüğü isimden” söz edilmişti. BMGS’nin öngördüğü isim ise, Ada’da federal bir düzen kurulduğu zaman KKTC’nin yerine, merkezî hükûmete tâbi olarak ortaya çıkacak “federe” yapının (birimin) ismiydi.
Kaldı ki, İstanbul’da bu karar alındığı zaman BMGS’nin kapsamlı çözüm plânının Rumlar tarafından reddedilmesinin üstünden iki ay geçmişti. Plânın rafa kaldırıldığı da belli olmuştu.
2004’den sonraki İİT Dışişleri Bakanları ve Zirve Konferansı’nın kararlarına, bildirilerine göz attığımız zaman “Kıbrıs Türk Devleti” isminin çok nadiren kullanılmış olduğunu görüyoruz. Kararlarda, sürekli olarak, “Kıbrıs Türk Toplumu”, “Kıbrıs Türk halkı”, “Kıbrıs Müslüman Türk Halkı”, “Kıbrıslı Türkler”, “Kıbrıs Türk Tarafı” gibi kavramlara yer verilmektedir. Örneğin, KKTC’nin İİT’ne tam üyelik talebine destek verilmesi konusunda dahi “Kıbrıs Türk Tarafı’nın” talebinin desteklenmesinden söz edilmektedir. Ziyaretlerin ve çeşitli temasların arttırılması isteği dile getirilirken de yine “Kıbrıs Türk Devleti” değil “Kıbrıslı Türkler” veya “Kıbrıs Müslüman Türk Halkı” veya “Kıbrıs Türk Tarafı” gibi kavramlar zikredilmektedir.
Karalarda sadece 3 vesileyle “Kıbrıs Türk Devleti” isminin geçtiğini görüyoruz. Bunlardan biri “Kıbrıs Türk Devleti’ne ISSF’de gözlemci statüsü verilmesini memnuniyetle karşılıyoruz” şeklindedir. Diğer ikisi de İİT’nin iki etkinliğinin “Kıbrıs Türk Devleti’nde” düzenlenmesi hakkındadır.
KKTC Bir Olgu ve Gerçektir
Sonuç olarak şunu açıkça ifade etmek isteriz: Rumların ve onların tezlerine arka çıkan; bu vakte kadar Kıbrıs’taki ve Kıbrıs sorununa ilişkin gerçekleri göz ardı eden tutumlar takınarak Rumları Ada’da siyasî çözüme ihtiyaç duymaz ve çözümsüzlükten rahatsız olmaz duruma getirmiş olan uluslararası çevrelerin BM’nin siyasî nitelikteki kararlarıyla KKTC hakkında ortaya koydukları tepkiler, görüş ve değerlendirmeler ne olursa olsun, KKTC bir olgu ve gerçek olarak vardır. Diplomatik tanınmaya mazhar olmuş bir Devlet’tir. Çünkü Türkiye tanımıştır. Türkiye gibi güçlü bir Devlet tarafından tanınmış olmasının başlı başına bir önemi, değeri, anlamı ve ağırlığı vardır.
Türkiye’nin KKTC’ni Tanımış Olmasının Önemi
Şayet Türkiye tanımasaydı da, KKTC, Nikaragua, Venezuela, Nauru, Vanuatu, Tuvalu ve Transdinyester (bu Devletler Güney Osetya’yı ve Abhazya’yı tanımışlardır) gibi Devletler tarafından tanınmış olsaydı, uluslararası plânda daha güçlü hale mi gelmiş olacaktı!?
Rusya Federasyonu tarafından tanınmadan Abhazya’nın ve Güney Osetya’nın yukarıda isimlerini saydığımız Devletler tarafından tanınmasının bir anlamı ve kıymeti olacak mıydı?
Unutulmamalıdır ki, haksız biçimde de olsa, uluslararası toplumun birçok üyesi tarafından tanınmış durumda olan “Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti” bugün Türkiye gibi büyük ve güçlü bir Devlet tarafından tanınmamış olmanın eksikliğini hissetmekte ve ezikliğini yaşamaktadır. Türkiye tarafından zımnen olsun tanınabilmek için çeşitli manevralar yapmaktadır.
İsim Değişikliği Yanlış Mesaj Verir
KKTC’nin isminin “Kıbrıs Türk Devleti” haline getirilmesi düşüncesinin, Rumlara ve dünyaya “Rum tarafı bu sefer de çözüm sürecini sonuçsuz bıraksa, biz yine, Kıbrıs Türk halkı olarak, ANNAN Plânı’nda öngörülen şekildeki federasyon hedefine sadık kalıyoruz. Bunu göstermek için Devletimizin adını bile değiştirmeye ve müstakbel federasyonun eyaletinin ismini kullanmağa ve karşı taraf ne zaman isterse bu temelde anlaşma yapmağa hazırız” şeklinde yanlış bir mesaj verilmesine yol açmasından endişe ederiz.
Bu yöndeki mesaj Kıbrıslı Türkler ve Türkiye tarafından 1975 yılında Kıbrıs Türk Federe Devleti ilân edilirken verilmiştir. O dönemin iç ve dış şartlarında böyle bir mesajın verilmesi uygundu ve gerekliydi. Henüz KKTC kurulmamıştı. Ancak, bu mesaj ne Rumları Federasyonu kabule sevketmiş, ne de uluslararası toplumu Türk tarafının lehine etkilemiştir.
Gereksiz ve Yararsız
Basında çıkan haberler ve yapılan yorumlar gerçeği yansıtıyorlarsa, Kuzey Kıbrıs’taki Devlet için yeni bir isim belirlenmesi düşüncesini ve bu düşüncenin fiiliyata geçmesi ihtimalini, Kıbrıslı Rumları müzakerelerde sıkıştıkları köşeden kurtaracak, onları rahatlatacak, diplomaside yüksek ve haklı zemine çıkmalarını sağlayacak, Türkiye aleyhinde istismar için ellerine malzeme verecek, aynı zamanda Kıbrıs Türk halkının ve Türkiye’nin çıkarları bakımından da gereksiz ve yararsız olacak bir girişim olarak gördüğümüzü belirtmek isteriz.
Zaman, KKTC ve Türkiye kamuoylarının KKTC’nin isminin değiştirilmesi gibi Millî Dava’ya ve Kıbrıs sorununun çözümüne hiçbir katkısı olmayan düşüncelerle meşgul edilmesine müsait değildir. Çünkü, artık, Kıbrıs’ta iki ayrı bağımsız ve egemen Devletin varlığı gerçeğine dayanan bir çözüm şeklinden başka seçeneğin kalmadığı mesajının uluslararası topluma açık biçimde verilmesinin ve bunun kamuoylarının güçlü desteğiyle soğukkanlı ve ikna edici biçimde anlatılmasının zamanı gelmiştir.
KKTC’de Referandum Yapılmalıdır
1 Temmuz 2012 tarihine kadar Kıbrıs sorununu nihai olarak kapsamlı çözüme ulaştıracak “çok taraflı konferansın” (Kıbrıs’taki 2 taraf ve 3 garantör Devlet) toplanması mümkün olmadığı takdirde, bu yönde bir ilk adım olarak, KKTC’de, 15 Kasım 1983 tarihli Bağımsızlık Bildirisi’nin 22. Paragrafının federasyon kurulmasına kapıyı açık bırakan (b) ve bu amaçla BMGS’nin iyi niyet görevini sürdürmesini ve görüşmelere devam edilmesini isteyen (c) alt paragraflarının iptal edilmesi için halk oylaması düzenlenmesi hatırımıza gelmektedir.
“İlhak” Sözü Sakıncalıdır
İçinde bulunduğumuz nazik dönemde KKTC’nin Türkiye tarafından “ilhakı” gibi düşüncelerin dile getirilmesini de sakıncalı bulduğumuzu belirtmek istiyoruz. Çünkü, Türkiye Kıbrıs Türk halkıyla birlikte “Millî Dava’yı” yürütürken hiçbir zaman Doğu Akdeniz’de toprak kazancı hedefi gütmemiştir. “İlhak” sözünün Türkiye’de özellikle resmî şahsiyetler tarafından telâffuz edilmesinin, sadece Rumlara Türkiye aleyhine istismar edeceği yeni bir malzeme oluşturacağı kuşkusuzdur.