Kıbrıs Barış Harekâtımızın 44. Yıl Dönümünde Düşündüklerim
Türk Milletinin en büyük zaferlerinden olan 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtımızın 44. Yıldönümü ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Barış ve Özgürlük Bayramı kutlu olsun! Bu anlamlı bayramın KKTC’nin çatısı altında ilelebet kutlanmasını gönülden dilerim.
Kıbrıs Barış Harekâtımız, şanlı ve kahraman Silâhlı Kuvvetlerimizin en anlamlı zaferlerden biridir. Türkiye’nin güvenliğini koruma, Kıbrıs Türk varlığının idamesini sağlama ve Kıbrıs’ın bir Yunan adasına dönüşmesini kesin biçimde önleme amaçlarıyla gerçekleştirilmiştir.
Millî çıkarlarımızın korunması ve Kıbrıs’ın bir istikrarlı barış ve huzur adası haline getirilmesi uğruna Kıbrıs Barış Harekâtımızda şehit olan kahramanlarımızı rahmet, minnet ve tazimle anıyorum. Kahraman gazilerimizi şükran, minnet ve saygıyla kucaklıyorum.
Kıbrıs Barış Harekâtımız, Yunanistan’ın ve Kıbrıslı Rumların Kıbrıs adasını Yunanistan’ın egemenliği altına sokma – ENOSİS – tarihî emel ve hedeflerinin gerçekleştirilmesine Türk Milleti’nin izin vermeme azim ve iradisinde olduğunu açık ve somut biçimde ortaya koymuştur.
20 Temmuz 1974 Cumartesi günü olağanüstü toplanan millî iradenin tecelligâhı TBMM Genel Kurulu’nda yapılan konuşmalar, Türk Milleti’nin Millî Dava hakkındaki heyecanını, Türkiye’nin çıkarlarını koruma ve Kıbrıs Türk varlığının idamesi sağlama azim ve iradesini yansıtmaktadır.
Günümüzde Kıbrıs Millî Davamızı yürütmekle görevli olanların 1950’li yıllardan itibaren Millî Dava hakkında TBMM’de tecelli etmiş olan iradeyi gösteren zabıtları satırların altlarını çize çize okumalarını tavsiye ederim. Hepsi de çok öğreticidir.
Kıbrıs uyuşmazlığında Kıbrıs konusu günlük bir konu değildir. Konunun tarihî geçmişine dair hafızası ve yeterli bilgisi olmayanlar, görev ve yetkileri ne olursa olsun, Kıbrıs Millî Davamız hakkında konuşurken, fikir beyan ederken çok dikkatli ihtiyatlı olmalıdır.
Kıbrıs’ta çözüm için bütün dünya barış dilini kullanır. Ama her ülkenin, her gücün Kıbrıs’ta “çözüm” ve “barış” sözcüklerine yüklediği anlam birbirinden çok farklıdır. Kıbrıs sorunu hakkında konuşurken münhasıran Türk tezine uygun terminolojiye bihakkın vakıf olmak gerekir.
Devlet adamlarımızın resmî ziyaret için KKTC’ne hareket etmeden önce “Kıbrıs’a gidiyorum” dediklerine rastlamaktayım. “KKTC” başkadır; “Kıbrıs” başkadır. Resmî terminolojide “Kıbrıs” adanın tamamında egemen olduğu varsayılan sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti’dir.”
Kıbrıs Barış Harekâtımız Ada’da Rumların Kıbrıs Türk halkına karşı 21 Aralık 1963’de başlattığı ve 11 yıl süren etnik temizlik amaçlı silâhlı saldırıları ve uyguladığı ekonomik ablukayı Ada sathında sona erdirmiştir.
Ada’nın her tarafına hâkim olan bir sükûnet yaratmıştır. Bu sükûnet ortamı istikrarlı biçimde halen sürmektedir.
Ada’yı kapsayan sükûnet ortamı BMGS’nin raporlarında da kaydedilmiş olan bir olgudur. Meselâ, BMGS’nin 22 Haziran 1999 tarihli (S/1999/707, para. 6) raporunda “uzun zamandan beri devam eden ihtilâfa ve devam eden gerginliklere rağmen son 25 yıldır çatışmaların yeniden başlamamış olması Kıbrıs için bir talihtir” denilmektedir. 1999’daki bu rapordan 25 yıl geriye gittiğimiz zaman 1974 tarihi ile karşılaşmaktayız.
24 Nisan 2004 referandumlarında Annan Plânı’nın Rumlar tarafından reddedilmesi üzerine BMGS yayınladığı 26 Mayıs 2004 tarihli raporunda (S/2004/427) “referandumların ışığında UNFICYP’in görev talimatının, kuvvet seviyesinin ve harekât konseptinin gözden geçirilmesini” Güvenlik Konseyi’ne teklif etmiştir. Konsey’in bu teklifi onaylaması üzerine gerekli çalışmayı yapan Gözden Geçirme Ekibi “geçen birkaç yıl içinde Ada’daki güvenlik durumunun ziyadesiyle elverişli (benign) hale geldiği; bu durumda Kıbrıs’ta çatışmaların yeniden başlamasının büyük ölçüde ihtimal dışı olduğu” sonucuna varmıştır (24 Eylül 2004, S/2004/756). Bu değerlendirmeyi BM Güvenlik Konseyi 22 Ekim 2004 tarihli ve 568 sayılı kararı ile benimsemiştir.
BMGS’nin UNFICYP’in faaliyetleri hakkındaki Raporlarında da Kıbrıs’ın iki kesimini ayıran 180 km’lik tampon bölge boyunca sükûnetin hüküm sürdüğünü bildirilmektedir. Bu da Barış Harekâtımızın eseridir.
BMGS’nin iyi niyet görevi çerçevesindeki müzakere sürecinin anlamlı bir mahiyette başlaması ve günümüze kadar çeşitli aşamalar halinde sürmesi de Kıbrıs Barış Harekâtımızdan sonraki şartlarda mümkün olmuştur.
Ne yazık ki, Rum – Yunan ittifakı ve BM, 1974’de Kıbrıs sorununun yaşayabilir çözüm şekli için Ada’da yaratılan iki kesimli siyasî ve fizikî coğrafyadan kalıcı çözüm için yararlanma cihetine gitmemişlerdir.
BMGS’nin iyi niyet görevi çerçevesinde yürütülen Kıbrıs müzakere sürecinin ana hedefi, Kıbrıs Barış Harekâtımızın Kıbrıs sorununun çözümü için Ada’da yarattığı olguları, gerçekleri ortadan kaldırmak ve sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” temelinde zamanla aşınacak bir “iki kesimli” düzen kurmak olmuştur.
BM’nin diğer temel hedefi de Türkiye’nin 1960 Andlaşmalarıyla Kıbrıs üzerinde elde ettiği “etkin” ve “fiilî” hak ve yetkileri ortadan kaldırmaktır. Böylece Ada’nın Türkiye’nin etki ve yetki alanından çıkarmaktır.
Kasım 2002 Annan Plânı yukarıdaki hedeflere yönelikti. Annan Plânı’nın temel unsurları 20 Haziran 1999’da Köln’deki G-8 Zirvesi’nde belirlenmişti. Sonradan BM Güvenlik Konseyi’nce onaylanmıştı. Merhum Rauf Denktaş’ın uyarıcı itirazlarına karşın Türkiye bu plânı benimsemişti.
Annan Planı’ndan sonraki dönemde müzakere zemininin Türk tarafının aleyhine daha da aşınmasına sebep olan tutumlar takınıldı. Şimdi BMGS Guterres açıkça “Kıbrıs için 1960 garanti sistemi sürdürülemez” şeklinde görüş beyan etmiş bulunmaktadır. Bu görüş Rum – Yunan tarafının on yıllardır savunduğu tezdir.
Barış Harekâtımızın 44. ve KKTC’nin kuruluşunun 35 yılında hâlâ BM parametreleri temelinde ve BMGS’nin “iyi niyet görevi” çerçevesinde Kıbrıs sorununa çözüm aramak abesle iştigaldir. Bu yolda yürümek Türkiye’nin millî güvenliğini ve Kıbrıs Türk varlığını tehlikeye atar.
Önümüzdeki dönemde TBMM’ye özellikle Millî Dava Kıbrıs’ın savunulmasında ve Ada’daki “gerçekler” temelinde millî menfaatlerimize uygun bir kalıcı anlaşma elde edilmesinde tarihî görevler düşmektedir.
Rum – Yunan ittifakının ana hedefi Türkiye’yi Ege’den sonra Kıbrıs’a hâkim olarak Türkiye’yi güneyden de kuşatmaktır.
Kıbrıs’taki hak ve yetkilerimiz elimizden alınırsa, Irak ve Suriye hududumuz boyunca oluşturulmasına çalışılan şer kuşağının kırılıp yok edilmesi için bunca çaba sarfeden, şehitler veren Türkiye’nin emekleri, boşa gitmiş olacaktır.
Kıbrıs sorunu çözülürse Türkiye’nin AB tam üyeliği yolu açılır görüşü ham hayalden ibarettir. Türkiye’nin tam üyelik yolunda önünde duran engellerin gerçek nitelikleri AB kaynaklı raporlarda yazılıdır.
Türkiye’ye AB adaylık statüsü verildiği dönemde Almanya Federal Cumhuriyeti nezdinde Büyükelçi olarak görev yaptım. Kıbrıs’taki çözümsüzlüğün AB üyeliğimiz için yaratılan sun’i bir engel olduğunu bilenlerdenim. Ne yazık ki, Türkiye’de Kıbrıs engeline kananlar, inananlar oldu.
AB’nin Türkiye’nin AB üyeliğimiz için ortaya attığı sözde Kıbrıs engelinin tek maksadı vardır. Bu da Türkiye’de kamuoyunun Kıbrıs için “millî dava” ruhunu yok etmektir. Toplum mühendisliğinin algı operasyonu Türkiye’de bu maksatla uygulanmıştır; uygulanmaktadır. Dikkatli olalım!