İran’da Cumhurbaşkanlığı Seçimleri: Sistem İçi Mücadeleden, Sistemle Mücadeleye
İran’da 12 Haziran 2009 tarihinde yapılan seçimler başlangıçta bir sistem içi mücadele olarak başlamıştı. Anayasayı Korucular Konseyi’nin (Şuray-ı Nigâhban) onayından geçen dört aday sistemin bir parçasıydı ve yürüttükleri mücadele de aslında sistemin içerisinde bir yarıştı. Mir Hüseyin Musevi, 1981 yılından itibaren önce dışişleri bakanı ve ardından da 1989 yılına kadar başbakanlık yapmıştır. Savaş yıllarının tüm imkansızlığında başarılı bir başbakanlık dönemi geçirmiş, sisteme bağlı bir isimdir. Mehdi Kerrubi iki dönem İran Meclis Başkanı olarak görev yapmış reformist bir din adamıdır. Muhsin Rızai ise 1981-1997 yılları arasında Devrim Muhafızlarına komutanlık etmiştir. Sistemin içinden gelmeyen ama sisteme çabuk adapte olarak kendi sistemini yaratma mücadelesine girişen mevcut Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad bir dönem Devrim Muhafızlarına katılmış, ardından önce Tahran Belediye başkanlığı yapmış ve sonrasında ise cumhurbaşkanı seçilmiştir. Ahmedinejad Velayet-i Fakıh’a bağlı bir isim olarak gözükse de aslında dini liderin mutlak hakimiyetinden rahatsız olan ve güvenlik birimlerini arkasına alarak kendi sistemini yaratmak isteyen halk adamı hüviyetini ön plana çıkaran bir liderdir. Ahmedinejad sistem dışından gelmiş olmasına rağmen sistemle entegre olan din adamı kimliği bulunmayan ve sistemi Rusya benzeri (Siloviki) bir yapıda güvenlik güçlerinin etkinliği altına sokmaya çalışan bir lider portresi çizmektedir.
Onaylanmış dört adayın seçim mücadelesi mevcut Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad’ın devlet imkanlarını kullanmasına rağmen genel olarak demokratik bir mücadeleye sahne olmuştu. Ancak seçim sonuçlarının açıklanmasıyla beraber seçimleri kazandığı ilan edilen Ahmedinejad’ın aldığı oy oranı karşısında rakipleri Mir Huseyin Musevi, Mehdi Kerrubi ve Muhsin Rızayi seçimlere hile karıştırıldığını öne sürerek itirazlara başladılar. İtirazların İran geneline yayılması ve halkın çeşitli tabakalarına inmesi İran’da sistem içi çatışmayı sistemle çatışma haline dönüştürmeye başlamıştır.
İran’da başlayan itiraz dalgasının yer yer çatışmaya dönüşmesi üzerine Velayeti Fakıh Ayetullah Ali Hamaney’in Cuma hutbesi merakla beklenmiştir. Hamaney Cuma hutbesinde seçimleri Ahmedinejad’ın kazandığı ve göstericilerin artık evlerine dönmesi gerektiğini açıklamıştır. Oldukça sert sayılabilecek bu açıklamada Hamaney tarafını net bir şekilde ortaya koymuştur. Hamaney’in Cuma hutbesinden sonra gösterilerin zayıflaması bekleniyordu. Ancak öyle olmadı. Gösteriler azalmadığı gibi Mir Hüseyin Musevi de aynı sertlikte dini lidere cevap verdi. 1989 yılından beri ilk defa dini lider bu kadar açık ve sert biçimde eleştirildi.
Mir Hüseyin Musevi İnternet’te yayınlanan açıklamasında, İranlıların ‘yalanları ve hileleri’ protesto etme hakkına sahip olduğunu bildirdi. Bununla birlikte Musevi, destekçilerinden şiddetten kaçınmaları ve itidalli davranmalarını istedi. Musevi isim vermemekle beraber Hamaney’i ''İslam cumhuriyetinin cumhuriyetçi özelliğini tehdit etmek ve yeni siyasal bir sistem dayatmayı amaçlamakla'' suçladı.
İran’da seçimlerle başlayan olayların giderek sistem çatışmasına dönüşmeye başlandığı da açıkça görülmektedir. Zira en başından beri kendisini “reformcu” veya “muhafazakar” tanımlamaları içine hapsetmeyen, sisteme karşı çıkmayan ve İslam’ı daha iyi yaşama çağrıları yapan Mir Hüseyin Musevi, artık sisteme yönelik eleştiriler yapmaya ve bu manada dini lideri eleştirmeye başlamıştır. 12 Haziran’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimleri ve sormasına yaşanan gelişmeler bize şunu göstermektedir ki, bu kriz nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın İran’da Velayet-i Fakıh makamı ilk kez tartışılır hale gelmiştir.
Cuma hutbesiyle açıkça taraf olan Hamaney’in ve Anayasayı Koruyucular Konseyi’nin bundan sonra nasıl bir tutum takınacağı önemlidir. İra’daki durum artık seçim itirazlarından öte sisteme yönelik itirazlar halini almış, göstericilerin tutumu da Ahmedineja’a karşı gelmenin ötesinde karakollara ve devlet binalarına yönelmiştir. Açıkçası İran’da itirazlar sadece Ahmedinejad’a değil, aynı zamanda devlete ve dini lidere de yönelmiştir.
Anayasayı Korucular Konseyi yaklaşık 50 kentte seçim usulsüzlüğü olduğu ancak bunun seçimleri etkileyecek boyutta olmadığı gerekçesiyle seçimlerin iptaline gerek görmemiştir. Şimdi göstericilerin sokaklardan çekilmesi için rejimin önünde iki yol vardır ve her ikisi de rejim için tam bir çıkmaz olacaktır. Bunlardan ilki seçimlerin iptali ve yenilenmesidir. Bu durumda gösteriler sona erebilir ama burada da iki ciddi sorun vardır. Birincisi yenilenecek seçimleri Musevi’nin kazanması ihtimali yüksektir. İkincisi de dini liderin açık ve net bir şekilde seçimlerde usulsüzlük yoktur açıklamasından sonra seçimlerin yenilenmesi ülkede dini liderin otoritesini yerle bir eder ki, bu da sistemin çatırdaması anlamına gelir. Bu sebeple seçimlerin yenilenmesi çok olası gözükmemektedir. Diğer bir ihtimal ise rejimin giderek sertleşmesidir. Zaten Devrim Muhafızlarının yaptığı açıklama da bu yöndedir. Ancak gelinen noktada rejimin sertleşmesi de bu saatten sonra fayda vermeyecek ve hatta ters bile tepebilecektir. Ve hatta gösterilerim sert şekilde bastırılması kısa vadede bir sonuç veriyor gibi gözükse de orta vadede bunun daha kötü sonuçları ortaya çıkabilecektir. Şunu da belirtmek gerekir ki, hem dini lider ve hem de Ahmedinejad İran halkını çok iyi tanıyamamış ve son yıllarda büyük değişim geçiren İran halkının neler yapabileceğini iyi hesaplayamadıkları anlaşılmaktadır.
Burada bir önemli husus daha vardır. Bu da siteme ve seçimlere karşı yapılan itirazlara İran’ın ikinci büyük etnik unsur olan yaklaşık 35 milyon civarındaki Türk nüfusun şimdilik dahil olmamasıdır. Zaten Güney Azerbaycan’ın başkenti Tebriz’e baktığımızda bu bölgede cidi bir gösteri yapılmadığı görülmektedir. İran Türkleri İran’da yaşananları sistem içi mücadele olarak görmekte ve şimdi bunun dışında kalmayı tercih etmektedirler. Zira bu seçimde ve sonrasında yaşanan olaylarda İran Türkleri için herhangi bir yeni durum görmemektedirler. Hatta İran Türkleri daha önce kendi mücadelelerine bu kesimlerin hiçbir destek vermediğini de ileri sürmektedirler. Burada Mir Hüseyin Musevi’nin Türk olmasına rağmen şimdilik sessiz kalan İran Türklerinin bundan sonra nasıl bir tavır takınacağı hususu İran olaylarının bundan sonra hangi seyiri izleyeceği hakkında da ipuçları verecektir. Unutmamak gerekir ki, 1979 yılında yapılan devrimde İran Türkleri ciddi katkılarda bulunsa da Humeyni iktidara geldikten sonra İran Türklerine hiçbir açılım getirmediği gibi var olan birçok haklarının da ellerinden alındığını ve hatta devrim önce kendi çocuklarını yer prensibinin burada devreye girdiğini ileri sürmektedirler.
İran’da gösteriler arttıkça İran’ın batıya yönelik eleştirilerinin dozu da artacaktır. İran gösterileri elbette bir Turuncu Devrim olarak gözükmemektedir ve daha çok iç dinamikler ile hayata geçirilen itirazlar olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak batının da sütten çıkan ak kaşık olmadığını, İran’daki olayları yönlendirme gücüne sahip olmasa da yaşanan olayları memnuniyetle izledikleri söylenebilir. Bundan sonra rejim muhtemeldir ki bu hareketleri bir Turuncu Devrim olarak algılamakta ve “kökünü” dışarıda aramaktadır. Bu çerçevede İran’ın bir başka suçlaması da olaylara karışanların çeşitli terör örgütü üyelerinin olduğu iddiasıdır. Bu çerçevede rejime muhalif Halkın Mücahitleri Örgütü’nün önümüzdeki günlerde daha fazla gündeme gelebileceğini öngörebiliriz.
Halkın Mücahitleri Örgütü’nün olaylara karışması ve/veya rejim tarafından böyle bir suçlamanın ortaya çıkması İran ile Türkiye arasında bazı sorunların çıkmasına da sebep olabilir. Zira Türkiye’de İran’dan gelerek yaşayan bazı kesimlerin İran tarafından Halkın Mücahitleri Örgütü üyesi olma suçlamasıyla karşı karşıya kalınabileceğini de unutmamak gerekir.
İran her durumda kolayca durulacak gibi gözükmemektedir. Ahmedinejad’ın yönetimde kalması durumunda İran’da önümüzdeki dönemde uzun süredir kış uykusunda olan terör örgütlerinin ve ayrılıkçı örgütlerin yeniden faalleşmesi mümkündür. Ancak İran’da bugün yaşananları anlamak için Dini Lider Ali Hamaney’in oğlu olan ve aynı şekilde din adamı olmasına rağmen daha çok Besiç Paramiliter güçlere komutanlık eden ve irandaki ticareti yönlendirmeye çalışan, aynı zamanda da Dini Liderin yerine hazırlandığı iddia edilen Müçteba hamaney’in dikkatli bir şekilde izlenmesi gerekmektedir.
Yeri gelmişken bir hususa da değinmek gerekir. Dış politikada ülkeleri yakından takip etmek ve nüanslar vakıf olmak uzun vadede sizin hata yapma riskinizi önemli ölçüde azaltır. Tersine üstünkörü bilgiler ile yapılan değerlendirmeler ise kısa vadede başarı olarak görülse bile orta ve uzun vadede sizi hataya sevkeder. Bunun en iyi örneğini komşu ülkelerde yapılan seçimlerde Türkiye’nin tutunduğu tavırda gördük. Türkiye daha önce seçim sonuçlarının netleşmesini beklemeden Türkiye ile uzlaşmadan yana Levon Ter Petrosyan’a karşı alelacele Serj Sarkisyan’ı tebrik ederek ciddi bir hata yapmıştı. Şimdi benzer bir hata İran seçimlerinde de yapılmıştır. Zira İran’da bütün seçimler ancak Anayasayı Korucular Konseyi’nin onaylamasından sonra geçerli sayılmaktadır. Oysa Türkiye Anayasayı Korucular Konseyi’nin onaylamasını beklemeden Mahmut Ahmedinejad’ı seçimi kazanması sebebiyle tebrik etmiştir. Ancak Ahmedinejad’ın İran’da seçimleri kazandığı açıklansa da bu daha resmen ilan edilmemiştir. Ve hatta artık resmen ilan edilse bile koltuğunda çok rahat oturacak gibi gözükmemektedir. Ancak bir önemli uyarıda da bulunmak gerekir. İran toplumu her zaman dış tehdide karşı birleşebilen bir toplumdur. Bu sebeple İran rejimi içeride yaşanan huzursuzluğu sona erdirmek ve dikkatleri başka yöne çekebilmek için bölgede bir maceraya girişebilir.