Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin “Gerekçeli” Kararı sonrası Protokoller ve Türkiye-Ermenistan İlişkileri
2007 yılında İsviçre’nin hakemliği ile başlatılan, ardından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “futbol diplomasisi” ile kamuoyu gündemine giren ve nihayet protokollerin imzalanması ile resmiyet kazanan Türkiye ile Ermenistan arasındaki yakınlaşma süreci Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin “gerekçeli” kararı sonrasında ciddi bir kriz ile karşı karşıyadır.
Hatırlanacağı üzere Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi süreci 2007 yılında başlatılmıştı. Yaklaşık iki yıl kapalı kapılar arkasında sürdürülen görüşmeler Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 6 Eylül 2008 tarihinde Türkiye-Ermenistan Dünya Kupası Avrupa elemeleri grup maçını izlemek üzere Ermenistan'ın başkenti Erivan'a gitmesiyle kamuoyu gündemine girmiştir. Ardından ABD’de iktidarın değişmesi ve yeni seçilen Barack Obama'nın ilk okyanus ötesi ziyaretini Türkiye’ye gerçekleştirerek dış politikasında Türkiye’ye verdiği önemi gösterdiği 6-7 Nisan tarihli Türkiye ziyaretinde Ermenistan ile ilişkilerin normalleştirilmesi ve sınırların açılması konusunu da gündeme getirmesi yıllardır kemikleşen bu sorunun çözümü için artık küresel bir iradenin de ortaya konulduğu anlaşılmıştır. Sonrasında bu alanda bir dizi çalışmalar devreye sokulmuştur. Önce 23 Nisan 2009 tarihinde Türkiye ile Ermenistan arasında sorunların çözümünü içeren bir “Yol Haritası” üzerinde anlaşılmıştır. Ardından 31 Ağustos 2009 tarihinde iki ülke arasında imzalanacak protokollerin parafe edildiği haberi gelmiş ve nihayet 10 Ekim 2009 tarihinde ABD, Rusya, Fransa, AB ve ev sahibi İsviçre’nin Dışişleri Bakanlarının huzurunda Türkiye ve Ermenistan Dışişleri Bakanları iki ülke ilişkilerini normalleştirmeyi sağlayacak protokoller imzalanmıştır.
23 Nisan’da başlayan ve 10 Ekim’de protokollerin onaylanması ile neticelenen süreçte Türk ve Ermeni kamuoyunun yanı sıra Ermenistan diasporası ve Azerbaycan’ın iki ülke arasındaki protokollere tepkisel itirazlar gösterdiği görülmüştür. Özellikle Ermenistan diasporasının tutumu Devlet Başkanı Serj Sarkisyan’ı çıktığı diaspora turunda güç durumda bırakmıştır. Ancak Ermenistan Devlet Başkanına içeride gösterilen tepki diasporanın tepkisinden çok daha cılız kalmıştır. Taşnakların yaptıkları itirazlara katılanların sayısı bin, bin beşyüz civarında olması bir yana bu katılımcıların birçoğunun ise “ücreti mukabili”, “profesyonel gösterici” olduğu anlaşılmıştır. Hal böyle iken Ermenistan ile “sorunsuz” gittiği düşünülen bir süreç nasıl kilitlenmiştir. Hem de herkes tarafından Türkiye’nin Dağlık Karabağ şartı ile sürecin kilitleneceği tahmini yapılırken süreci tıkayan Ermenistan olmuştur.
Ermenistan’ı yakından inceleyen ve bu konuda uzmanlaşmış bir kurum olarak TÜRKSAM (www.turksam.org) sorunun çözümüne yönelik çabaların ilk defa gündeme geldiği 6 Eylül 2008 tarihinden itibaren yazdığı analizlerde şu tespitlerde bulunmuştur. Öncelikle Türkiye’nin politikasını “komşularla sıfır sorun” ve bir iyi niyet üzerinde kurulduğu, Türkiye’nin gerçekten de bölgesinde barış istediğini, çeşitli riskleri olmasına rağmen insiyatif almaktan çekinmediğini; oysa Ermenistan’ın uluslararası camiada sözüne çok fazla güvenilen bir ülke olmadığı, Ermenistan’ın bu sürecin herhangi bir noktasında süreci tehlikeye sokabilecek manevralar yapabileceği, hatta bazı hususların Ermenistan’ı bile aştığını ve krizin Ermenistan tarafından ve/veya bölgedeki diğer güçler tarafından da çıkarılabileceği öngörüsünde bulunmuştuk. Hatta 10 Nisan 2009 tarihli yazımızda “…Zira Ermenistan şunun farkındadır ki, Türkiye ile ilişkilerinin geliştirilmesi durumunda ABD yönetiminin ve kongrenin “soykırım” konusunda girişimleri askıya alınacağı tahmin edilebilir. Ermenistan’ın yıllardır sürdürdüğü bir politikayı bugün neden askıya alacağının geçerli bir sebebi yoktur. Bize göre Ermenistan bugün Türkiye ile ilişki kurmak yerine en azından 24 Nisan’ı ve kongreye sunulacak tasarıyı bekleyecek ve yine en azından şansını deneyecektir…” tespitinde bulunmuştur. Yaşanan gelişmeler bu tespitleri haklı çıkarmış ve Erivan’ın barış yerine Türkiye’yi zora sokacak manevralar peşinde koştuğunu göstermiştir.
Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin 12 Ocak 2010 tarihinde açıkladığı gerekçeli kararı sonrasında Erivan yönetiminin bölgede gerçek bir barış istemekten son derece uzak olduğu ve Mahkeme kanalıyla Türkiye’ye yönelik manevra ve operasyona giriştiği görülmektedir. Ermenistan Anayasa Mahkemesi aldığı ilginç “siyasi” bir kararla protokollerin son tahlilde Anayasaya uygun olduğu tespitinde bulunmuş ancak gerekçeli kararıyla da bazı maddelerin Ermenistan Anayasa’sına ve Anayasa’nın atıfta bulunduğu 1990 tarihli bağımsızlık bildirgesi ile çelişemeyeceğini ifade etmiştir. Temyiz edilmesi ve hükümet kararıyla değiştirilmesi olmayan bu kararlarla Ermenistan Anayasa Mahkemesi Türkiye ve Ermenistan tarafından ABD, Rusya, Fransa, AB ve İsviçre’nin şahitliğinde imzalanan protokolleri adeta yeniden kaleme almıştır. Gerekçeli kararda Türkiye’nin protokollerdeki bütün kazanımları ortadan kaldırıldığı gibi şimdiye kadar Ermenistan hükümetinin Türkiye’ye yönelik açıktan ileri süremeye cesaret edemediği bazı hususları da resmiyete geçirmiştir.
Buna göre; Ermenistan öncelikle sınırların açılması için Türkiye’nin ileri sürdüğü Dağlık Karabağ şartının kabul etmediğini Anayasa Mahkemesi kararı haline dönüştürmüştür. İkinci olarak Ermenilere göre “soykırımın” kesin ve tartışılmaz olduğunu belirterek “Diplomatik İlişkilerin Tesisi Protokolü” ve “İkili İlişkilerin Geliştirilmesi Protokolü”nde yer alan Ortak Tarih Komisyonu kararının Ermenistan Anayasa’sına aykırı olduğunu dolayısıyla böyle bir komisyonun kurulamayacağını belirtilmektedir. Ayrıca Mahkeme bu kararıyla Bağımsızlık Bildirgesinde yer alan Türkiye’ye karşı “soykırım” suçlamalarının devam ettirileceğini de vurgulamaktadır. Üçüncü olarak “16 Mart 1921 Moskova ve 13 Ekim 1921 Kars antlaşmaları geçersizdir” diyerek Türkiye’nin protokollerdeki bu kazanımını da ortadan kaldırmaktadır. Yine bu kararla Türkiye’nin Nahçivan üzerindeki Garantörlük hakkını ve Karabağ’ın Azerbaycan’a ait olduğunu tasdikleyen anlaşmaları yok saymaktadır. Son olarak da Ermenistan’ın Bağımsızlık Bildirgesinde yer alan ve Türkiye’nin Doğu Anadolu bölgesi (kısmen de Güneydoğu Anadolu bölgesi) ile ilgili olarak protokollerde yer alan beşinci maddenin Ermenistan Anayasası’nın dibacesine atıfta bulunulan “Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesi’ndeki 11. Madde ile çelişemez tepitinde bulunuyor. Ermenistan Anayasa Mahkemesi bu kararıyla açıkça açılmasını istediği sınırları tanımadığını ortaya koyarak Türkiye’den toprak talebinde bulunuyor.
Ankara Ermenistan’ın bu manevrasına karşın derhal itirazda bulunuyor ve Dışişleri Bakanlığı yaptığı açıklamada “Söz konusu kararda, Protokollerin lafzına ve ruhuna aykırı önkoşullar ve kısıtlayıcı hükümlerin zikredildiği tespit edilmiştir” açıklamasını yapıyor. Türkiye başlattığı girişimlerle de Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının geçersiz olduğuna dair hem Ermenistan hükümetinden ve hem de uluslararası camiadan garantiler istiyor. Burada şunu da belirtmek gerekir ki, ne herhangi bir ülkenin vereceği garanti ve ne de Sarkisyan’ın imzalayacağı bir garanti mektubu Ermenistan Anayasa Mahkemesi kararını geçersiz kılamaz. Kaldı ki, Batılı dostlarımızın bu konudaki garanti ve sözlerine ne kadar sadık! Oldukları da önceki örneklerden malumdur.
Diğer yandan Erivan’ın Anayasa Mahkemesi kararının sonucunda “Anayasaya uygundur” kararı vermesi ve gerekçeli kararında ise aslında protokolleri adeta yeniden kaleme alarak Türkiye’ye yönelik klasik suçlamalarda ve taleplerde bulunması çabalarının Türkiye üzerinde girişilmek istenen bir manevra olduğu anlaşılmaktadır. Bölgesinde ekonomik olarak oldukça güç durumda olan, içi adeta boşalarak nüfusu 1.8 milyona düşen ve giderek de bölgedeki en büyük rakibi Azerbaycan karşısında güç dengesi aleyhine işleyen Ermenistan neden ve nasıl bu yola girmiştir. Ermenistan bu manevra ile ne yapmak istemektedir?
Şimdiye kadar protokollerin onaylanmasının önündeki en önemli engel olarak Dağlık Karabağ sorununda bir ilerlemenin olmaması gösterilmekteydi. Türkiye’nin bu ön şartı ve bu yönde Ermenistan üzerinde yoğunlaştırdığı küresel baskı Ermenistan’ı bu konuda köşeye sıkıştırmaktaydı. Ancak Ermenistan şimdi Anayasa Mahkemesi vasıtasıyla yaptığı manevra ile Dağlık Karabağ ön şartını bir anda gündemin alt sıralarına düşürmüştür.
Ayrıca Ermenistan Batının Türk-Ermenistan sınırlarının açılması ve ilişkilerinin normalleştirilmesi sürecinde ortaya çıkacak bir sıkıntıda ilk suçlanacak ülkenin Türkiye olacağını iyi bilmektedir. Türkiye’nin bütün iyi niyetine rağmen protokolleri çıkmaza sokan ülke yine Ermenistan olmuştur. Hatırlanacağı üzere protokollerin imzalandığı 10 Ekim tarihinde de yine Ermenistan ile önceden üzerinde anlaşılan metin konusunda Ermenistan sonradan fikir değiştirmiş ve ufak çaplı bir kriz çıkarmıştır. Bunu Emekli Büyükelçi James Holmes açık bir şekilde ortaya koymuştur. Holmes bu konu ile ilgili olarak yaptığı açıklamada şunları söylemiştir: “Türkiye ile Ermenistan arasında protokollerin imzalanmasından sonra başlayan sürecin yolunda gitmemesi halinde sorumlunun Türkiye olacaktır.” Görüleceği gibi Ermenistan Türkiye’nin bütün barışçıl çabaları karşısında hala küçük hesaplar peşinde koşmakta ve Türkiye’yi uluslararası arenada güç duruma düşürmeye ve bir fırsat yakalayıp Türkiye’ye yönelik soykırım iftirasını Amerikan Kongresinden geçirmeye çalışmaktadır. Diğer taraftan da Erivan diasporaya “Ermeni davasını satmadığı” mesajı vermekte ve içeride de Sarkisyan yönetimini güç durumda bırakacak suçlamalardan kurtulmaya çalışmaktadır.
Türkiye’nin tetiklediği Dağlık Karabağ sorununda artan girişimlere değinmek gerekir. Zira, Başbakan Erdoğan’ın hem ABD ve hem de Rusya ziyaretlerinde konuyu gündeme getirmiş ve Obama ile Medvedev’den Ermenistan’a baskı yapması istenmiştir. Bu çabalar sonrasında “Karabağ kilidini” Elinde tutan Rusya’nın çabalarında gözle görülür bir artış gözlemlenmiştir. Şimdi Rusya ve Ermenistan’ın bu süreçte Dağlık Karabağ sorununun çözümü için genel çerçeveli bir “Yol Haritası”na nail olunmaya çalışıldığı görülmektedir. Zira Azerbaycan ile Ermenistan arasında imzalanacak bir yol haritası Dağlık Karabağ sorununa kısa vadede bir çözüm bulmasa bile uluslararası camianın Türkiye’ye sınırları açması için baskı yapması açısından etkili bir araç olabilecektir. Dolayısıyla da bugün Dağlık Karabağ konusunda üzerinde çalışılan planlar bu soruna köklü bir çözüm getirmekten uzaktır ve daha çok Türkiye’nin sınırları açmasını sağlamaya yönelik faaliyetlerdir.
Sarkisyan yönetimi şimdi Türkiye’yi köşeye sıkıştırmanın zevkiyle bir yandan sınırların açılışına Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev’i de davet edeceğini açıklayarak adeta dalga geçmektedir. Diğer yandan da protokolleri Parlamentonun onayına sunarak 24 Nisan tarihine kadar Türkiye’yi uluslar arası camiada iyice zor durumda bırakmak ve kongreden iftira tasarısını geçirmeye çalışmaktadır.
Not: Bu yazının kısa bir özeti Zaman Gazetesi’nin 9 Şubat Salı günkü sayısında yayınlanmıştır. http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=949515&title=yorum-sinan-ogan-ermenistan-diasporaya-ulkeyi-satmadik-mesaji-veriyor