Dr. Sinan OĞAN’ın, 24 Şubat 2012 Tarihinde TRT Avaz’da Konuk Olduğu Stüdyo Avaz Programının Yazılı Metni
Fulya AKBUGA: Ortak coğrafyanın avazından, TRT Avaz ekranlarından herkese merhaba. Stüdyo Avaz programına hoş geldiniz. Ben Fulya Akbuga. Türkiye'de saatler 17.00’ı gösteriyor. Bize Orta Asya, Kafkasya, Balkanlar, Kıbrıs ve Türkiye'den izleyen tüm sevgili izleyicilerimize mutlu akşamlar diliyoruz. Evet, haftanın son iş günündeyiz, haftanın son Stüdyo Avaz programı başlıyor. Bugün tarihteki acı olaylardan, büyük katliamlarından birini konuşacağız ve onun 20. yılı, Hocalı Katliamının 20. Yılı. 26 Şubat 1992 tarihinde Azerbaycan’da gerçekleşen, Dağlık Karabağ bölgesinde Ermenilerin gerçekleştirdiği büyük katliamın yıldönümü yaklaşıyor. Bununla ilgili çok değerli bir konuğumuz var. İsterseniz konuğumuzu sizlere takdim ederek başlayalım; MHP Iğdır Milletvekili Sayın Sinan Oğan bizimle birlikte. Hoş geldiniz.
Sinan OĞAN: Hoş bulduk, teşekkür ederim.
Fulya AKBUGA: Nasılsınız?
Sinan OĞAN: Çok teşekkür ederim iyiyim. Gerçi bu günlerde Hocalı’yı anıyoruz, Hocalı’nın yasını tutuyoruz ama bununla beraberde hayatın devam ettiğini ve Hocalı gerçeklerini de dünyaya anlatma yolunda da epey bir mesafe kat ettiğimiz içinde mutlu olduğumu ifade etmek istiyorum.
Fulya AKBUGA: Kesinlikle bir bilinçlenme söz konusu. Genç nesillerinde bu olayları öğrenmesi, pek çok anma etkinlikleri gerçekleşti İstanbul'da, Ankara'da ve tabi ki Azerbaycan'da. Bütün bunları konuşacağız önümüzdeki dakikalarda. Değerli izleyicilerimizde eğer katılmak isterlerse telefon numaralarımızı hatırlatalım…
…
Fulya AKBUGA: Evet, sayın Oğan isterseniz şimdi yirmi yıl geriye gidelim, 1992 yılına ve hiç bilmeyenler için o dönemki ortam, konjonktür nedir, bu olaylar neden yaşadı, nasıl oldu ve özellikle 25 – 26 Şubat 1992 tarihlerinde neler yaşandı? Bunları sizden dinleyelim.
Sinan OĞAN: Ben, öncelikle Türk dünyasının ortak sesi ve ortak avazı olan TRT Avaz’a teşekkür ediyorum, Türkiye’nin ve Türk dünyasının birçok sorununu gündeme getirdiği için. Hocalı meselesi de sadece Azerbaycan'ın sorunu değil, Azerbaycan Türklerinin sorunu değil Türkiye'nin de sorunu, Türk dünyasının da sorunu. Atatürk zamanında “Azerbaycan'ın sevinci sevincimiz, kederi kederimizdir” demişti. Azerbaycan’da da Haydar Aliyev’in “Azerbaycan ve Türkiye, bir milletin iki devletidir” sözü vardı. Bunu belki biraz daha çoğaltabiliriz; bir milletin bugün Allah'a şükür birçok devleti var. Bu devletlerin sorunları da var, yasları da var, acıları da var, kederleri de var, sevinçleri de var. Bugün bir acımızı paylaşıyoruz, bir acımızı dile getiriyoruz ve TRT Avaz’da buna katkıda bulunuyor. Bende bu vesileyle bütün kanal yönetimine, çalışanlarına çok teşekkür etmek istiyorum. Şimdi, 1992 senesi tabi bu olaylar 92’de başlamadı. Sovyetler Birliği’nin dağılacağı 1985’ten itibaren artık belli olmuştu. Mihail Gorbaçov’un “Glasnost” ve “Prestroyka” politikalarıyla yani açıklık politikalarıyla cumhuriyetlere biraz fazla yetki verilince Ermeniler o yıllardır içlerinde besledikleri, Azerbaycan topraklarını işgal etme, kendi topraklarını büyütme isteklerine kavuşmak için ciddi çabalar içerisine girdiler. Daha 1988’de çatışmalar başladı. Ermenistan’da bulunan yüz binlerce Azerbaycan Türkü Ermenistan’dan zorla göç ettirilmeye, kovulmaya başlandı. 1988’de fiili çatışmalar ortaya çıktı. Sene 1990’a, 1991’e, 1992’ye geldiğinde artık bu lokal çatışmalar iki ülke arasında fiili bir savaşa dönüşmüştü. Tabi Azerbaycan o dönemlerde Ermeniler gibi yıllarca silahlanmamış, bugüne hazırlanmamıştı. Dolayısıyla da savaşa çok hazırlıksız yakalanmışlardı. Bir de o dönem Sovyetler Birliği’nin bölgedeki 366. Motorize Birliklerini Ermenistan kendi yanına çekmesini bildi. Tabi o dönem bir başıbozukluk vardı ülkede. Tabiri caizse Sovyet askerine kim para veriyorsa onun yanında savaşıyordu. O dönem dışarıdaki Ermeni lobisi, yurtdışındaki Ermeni lobisi ciddi maddi kaynaklarla Ermenistan’a geldi. Sovyet askerlerini, tanklarını, tüfeklerini tabiri caizse satın aldı ve Ermenistan'ın yanında Sovyetler birliği Azerbaycan’a karşı savaşa girdi. Sovyetler Birliği girmedi; ama Sovyetler Birliği’nin o bölgedeki askerleri savaşa girdi. Hal böyle olunca ciddi çatışmalar yaşandı, Dağlık Karabağ bölgesinin önemli bir kısmı işgal edildi ve Ermenistan birlikleri Azerbaycan içlerine doğru girmeye başladılar. Ancak orada bir kasaba vardı ki o kasaba stratejik açıdan çok önemliydi. Bölgedeki tek havaalanının bulunduğu, helikopterlerin inip kalkabildiği yerdi. Stratejik noktadaydı ve direnişini, savunmasını devam ettiriyorlardı. Biliyorsunuz Ermeniler ki, bugünde birçok uluslararası platformda, kitaplarda, gazetelerde bunu açıkça ifade ediyorlar. Diyorlar ki, “Biz o zaman öyle bir şey yaptık ki Azerbaycan’a karşı şu mesajı verdik; birincisi, tarihte yaptığımız şeyi bugünde yine yapmaya kadiriz.” Ne yapmışlardı tarihte? Ben Iğdırlıyım, Iğdır’da soykırım yaptı Ermeniler. Iğdır’da insanları kuyulara doldurup öldürdüler. Iğdır’da insanları camilere doldurup yaktılar. Van’da, Doğu Anadolu bölgesinde, Güneydoğu Anadolu bölgesinde hatta İç Anadolu bölgesinde Adana dâhil Ermenilerin ciddi katliamları oldu. Birincisi Ermeniler dediler ki, “Biz yüz sene önce yaptığımız bu katliamları bugünde yapabiliriz. İkincisi, Azerbaycan Türkeri’ne şu mesajı verdiler, dediler ki; “Biz burada yaptığımız bu katliamı onun için yaptık” ki bu aynen Ermenistan’ın şimdiki Devlet Başkanı Serj Sarkisyan’ın ifadesidir. “Azerbaycan bilsin ki biz çok daha büyük katliamlar yapabiliriz o yüzden dağlık Karabağ bölgesini terk edip gitsinler” diye. Şimdi, böyle bir ortamda büyük bir katliam yapıldı, büyük bir vahşet yaşandı. Görüntüleri izlediğiniz zaman insanın kanı donuyor tabiri caizse. Çünkü öyle görüntüler var ki, öyle şeyler yapılmış ki insanlara; yazı tura atmış Ermeni askerler, bunların hepsinin dokümanı var, yazı tura atmışlar ve demişler ki; “Şu hamile kadının karnındaki çocuk kız mı erkek mi” diye yazı tura atıp hamile kadının karnını bıçakla deşip içinden çocuğu çıkartmışlar.
Fulya AKBUGA: Bu arada görüntüleri de izliyoruz.
Sinan OĞAN: Aslında görüntüler birçok şeyi ortaya koyuyor. Birçok çocuğu öldürmüşler, kulağını kesmişler, burnunu kesmişler bunların hepsinin görüntüleri var. İnsanların kafa derisini soymuşlar! Şimdi, bakınız diyebilirsiniz ki, iki ülke savaşıyor. Savaşta çok şey olabilir. Ölürsünüz, öldürürsünüz; ama savaşın dahi bir kuralı vardır. Bakınız, uluslararası anlaşmalar vardır savaş zamanında normal vatandaşların öldürülemeyeceği, kadınların, çocukların öldürülemeyeceğine dair uluslararası anlaşmalar vardır. Ancak Ermeniler öyle bir vahşet yapmışlar ki, önlerine geçen herkesi öldürmüşler. Kadın demeden, yetmiş yaşında insan demeden, çocuk demeden herkesi öldürmüşlerdir. Ve o gün orada son dönemlerin en büyük vahşeti yaşandı; ama maalesef bugüne kadar dünya bunu hep görmezden geldi. Bakınız, Fransa’da geçtiğimiz günlerde Türkiye’ye karşı bir karar alındı. Daha önce de alınmıştı; ama aynı Fransa Cezayir’de binlerce insanı katletti, vahşice öldürdü. Aynı Fransa Ruanda’da da binlerce insanı katletti. Aynı Fransa'nın desteğiyle Ermeniler Hocalı’da katliam yaptılar. Aynı Fransa’nın desteğiyle Ermeniler 1915’te Türkiye’de de soykırımlar yaptılar. Aynı Fransa 1915 – 1920 arasında o dönemlerde Güneydoğu Anadolu bölgesinde işgale giriştiği bölgede katliamlara girişti. Ama biz Türklerin şöyle bir yapısı vardır, biz gururlu bir milletiz. Biz hiçbir zaman acılarımızı getirip göz önüne koymayız. Acımızı hep içimize atarız. Biz karşı yapılan haksızlıkları dile getirmeyiz. Biz, zaferlerimizle övünürüz, biz tarihimizle övünürüz. Bakınız, her zaman işte Iğdır’ın düşman işgalinden kurtuluşu, Çanakkale Savaşı vesaire hep zaferlerimizi anıyoruz. Ama hiçbir zaman bize karşı yapılan katliamları anmıyoruz.
Fulya AKBUGA: Aslında bu yanlış değil mi? Gerçekten bahsettiğiniz gibi sözde soykırım iddiaları gündeme getirilirken asıl soykırımı yapanlar ve soydaşlarımız yıllar boyu bu acıları yaşadılar, yaşamaya da devam ediyorlar. Aslında bunların daha büyük kitlelere duyurulması lazım, lobicilik faaliyetlerinin belki daha organize bir şekilde sürdürülmesi lazım. Hocalı katliamına dönmeden isterseniz gündemle ilgilide bundan sonra neler yapılabilir? Yâda bunlar dünyaya nasıl duyurula bilir onunla da ilgili yorumlarınızı alalım sonra tekrar 92 tarihine döneceğiz.
Sinan OĞAN: Bir defa, bizim tarihimizde kara bir leke yok. Bugün Türk tarihine kara bir leke sürülmeye çalışılıyor. Bize karşı dünyada soykırımcı millet yaftasını yapıştırmaya çalışıyorlar. Halbuki, bizim tarihlerimiz açıktır, arşivlerimiz ortadadır; ama Hocalı’da yaşananlarda ortadadır. Buna döneceğiz; ama sizin sorunuza cevaben şunu söyleyeyim; artık bizde de o bilinç ortaya çıkmaya başlandı. Biz, yirmi senedir konferanslar yapıyorduk, yirmi senedir bir takım çalışmalar yapıyorduk. Bu sene ben, Türkiye’nin birçok iline konferanslara gidiyorum. İnsanlarımızın artık Hocalı’yı sahiplendiğini görüyoruz. İnsanlarımız o konferans salonlarını nasıl dolduruyor. İnsanlarımız hep beraber, “hepimiz Hocalılıyız” sözünü tekrarlıyor. “hepimiz Türk’üz” sözünü tekrarlıyor. Dünyanın neresinde olursa olsun, Doğu Türkistanlı olan da, Irak’taki Türkmen de, Bulgaristan'daki Türk de… TRT Avaz’ın yayın coğrafyası içerisinde olan bütün sorunların bizim ortak sorunumuz olduğunu insanlarımız da artık yavaş yavaş anlamaya başladı. Bunda TRT Avaz’ın da emin olun ciddi katkısı vardır. İstanbul’da yürüyüş olacak, 26 Şubat Pazar günü saat 14.00’te. Ankara'da aynı şekilde saat 13.00’te Sıhhiye Meydanı’nda yine bir yürüyüş olacak Abdi İpekçi Parkı’nda. Biz, Türkiye Azerbaycan Derneği olarak bütün bu çalışmaların ya düzenleyicisiyiz ya katkıda bulunuyoruz; ama şunu bütün vatandaşlarımızdan özellikle bilhassa istirham ediyoruz ve kendimiz de bunu yapıyoruz. Ben, bir Milliyetçi Hareket Partisi milletvekiliyim; ama bu çabaları sürdürürken bir Türk vatandaşı olarak bu çabalarımı sürdürüyorum. Bir derneğin onursal başkanıyım; Türkiye Azerbaycan Derneğinin. O etiketimi de geri planda bırakıyorum. Bütün vatandaşlarımıza diyoruz ki, “Bütün etiketlerimizi, bütün siyasi kimliklerimizi, bütün dernek, vakıf isimlerimizi geri planda bırakalım. Bugün hepimiz bir olalım, hepimiz ‘Hocalılı’ olalım ve hepimiz bu acıyı yüreğimizde hissettiğimizi ortaya koyalım.” Bizim bütün bu çalışmalarımız içinde tek bir slogan var; “Hepimiz Hocalılıyız, hepimiz Türk’üz, hepimiz Mehmet’iz’’ diyoruz. Çünkü Çukurca’da şehit edilen askerimiz içinde ‘’hepimiz Mehmet’iz” diyoruz. Hocalı’da şehit edilen vatandaşımız için de ‘’Hepimiz Hocalılıyız, hepimiz Mehmet’iz’’ diyoruz. A partisi, B partisi, A derneği, B derneği mensuplarıyız demiyoruz. Hepimiz bu milletin mensuplarıyız ve bütün etiketlerimizden arınmış bir şekilde, büyük bir millettir Türk milleti, bu milletin bir ferdi olarak, bu acıları anıyoruz.
Fulya AKBUGA: Bu arada bir kez daha hatırlatalım isterseniz; İstanbul’da 26 Şubat Pazar günü saat 14.00’te Taksim’de gerçekleştirilecek. Ankara’da da…
Sinan OĞAN: Yine 26 Şubat Pazar saat 13.00’te Sıhhiye Abdi İpekçi parkında bir yürüyüş gerçekleşecek. Ben, İstanbul’da olan vatandaşlarımızın İstanbul’a, Ankara’da olan vatandaşlarımızın Ankara’da 26 Şubatta bu yürüyüşlere katılmasını istiyorum. Mesela ben Iğdırlıyım. Iğdır'da Cumhuriyet Meydanı’nda benzer bir toplantı tertipleyeceğiz. Iğdır’da olan Iğdır’da, diğer şehirlerimizde olan herkes kendi şehrinde bu çabalara destek verirse o zaman biz büyük bir ailenin bir ferdi olduğumuzu daha iyi hissedeceğiz. Sadece bayramlarımızı, sadece sevinçlerimizi değil, kederlerimizi de, acılarımızı da hem yaşamaya hem de bunun hesabını uluslararası hukuk çerçevesinde sormaya kendimizi hazırlamış olacağız. Biz, yarın Türkiye Azerbaycan Derneği olarak da TÜRKSAM binasında sembolik olarak bir şey yapacağız. 20 sivil toplum kuruluşu olarak Hocalı Soykırımının 20. yılında, yirmi sivil toplum kuruluşu Hocalı’da yaşananların soykırım olduğunu kabul ettiğimize dair deklarasyonu yarın yayınlayacağız. Onu da bu vesileyle hatırlatmış olalım.
Fulya AKBUGA: Ve bu soykırımın üzerinden yirmi yıl geçti. 20. yılı anma etkinlikleri geçen aydan itibaren yapılmaya başlandı. Zannediyorum katliamda yakınlarını kaybedenler geldiler, İstanbul'da bir takım etkinlikler gerçekleştirildi, bilinçlendirici fotoğraf sergileri oldu ve bunlarla ilgili galiba geri dönüşler de aldınız.
Sinan OĞAN: Evet, kesinlikle… Şimdi, Ankara metrosunun içerisinde bir resim sergisi yapılıyor. Mesela dün Dışişleri Bakanlığı’ndaki bir sergiyi açtık orada da Azerbaycan’daki çocukların Hocalı’yı nasıl gördüklerini, çocukların kendi çizdikleri resimler vardı. İstanbul metrosunda benzer bir sergi var. Ayın 28’inde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde benzer bir sergi olacak. Meclis demişken, meclisle de ilgili çalışmalar hakkında da bilgi vermek istiyorum; Türkiye Büyük Millet Meclisi ilk defa olarak bu konuyla ilgili olarak bir bildiri yayınladı. Ben, Dışişleri ve Anayasa Komisyonu Üyesiyim. Dışişleri Komisyonumuza bir teklifte bulundum; dedim ki; “Biz Hocalı’yla ilgili bir bildiri yayınlayalım.” Komisyon üyelerimiz de sağ olsunlar farklı bildiri metinleri sundular, ortak bir bildiri haline getirdik bunları ve bu hafta içerisinde de yayınladık. Meclis tarihimizde ilk defa olarak, Dışişleri Komisyonumuz bir bildir yayınladı ve Hocalı’da yaşananların insanlığa karşı suç ve katliam olduğunu orada vurguladı. Dünde yine, ben aynı zamanda Türkiye Azerbaycan Parlamentolar Arası Dostluk Grubu üyesiyim; dostluk grubu olarak da yine bir öneride bulunduk. Dostluk grubumuz benzer bir bildiriyi yine yayınladı. Dostluk grubu olarak da biz, Azerbaycan'ın acısını yine yüreğimizde hissettiğimizi, Azerbaycan'ın haklı davasında yine yanında olduğumuzu, Azerbaycan'ın Hocalı kasabasında yaşananların insanlığa karşı suç olduğunu, katliam olduğunun altını bir kez daha çizdik. Ayın 28’inde de ümit ediyorum ki bizim parlamentomuzun, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, gazi meclistir biliyorsunuz bir unvanı da gazidir, meclisimizin genel kurulunda inşallah Hocalı’yla ilgili bir görüşme yapacağız. Ümit ediyorum ki, Dostluk Grubu olarak, Dışişleri Komisyonu olarak karar kıldığımız metni Genel Kurulun da kabul edecek.
Fulya AKBUGA: Bu arada gelen postalar var isterseniz onlara da göz atalım.
Sinan OĞAN: Elbette…
Fulya AKBUGA: “Merhaba, bu maili size Amerika New Jersey’den atıyorum, şu anda burada sabah saatleri. Programınızı her ne kadar internetten izlesem de kaçırmamaya çalışıyorum. Şunu söylemek istiyorum; Hocalı Soykırımını dünyanın her ülkesinde kabul ettirmek her Azerbaycan vatandaşının vatan görevi olmalıdır. Dağlık Karabağ bizim namusumuzdur. İyi akşamlar” demiş Ceyhun Daşdemirov.
Sinan OĞAN: Ama Ceyhun Bey’e şunu ifade edeyim, her Azerbaycan vatandaşının değil, Türk’üm diyen herkesin borcudur! Bu Azerbaycan meselesi bir tek Azerbaycan vatandaşının meselesi değil, Azerbaycan’a vatandaşlık bağıyla bağlı olunmuş olunabilir, Türkiye’ye vatandaşlık bağıyla bağlı olunmuş olunabilir; Kazakistan'a, Kırgızistan'a, Türkmenistan’a bağlı olunmuş olabilir. Bunlara ek olarak Kırım Türkleri var, Türkmen Türkleri var… Bu Türk dünyasının meselesidir.
Fulya AKBUGA: Kendisini Türk Dünyasının bir parçası hisseden herkesin sorunu gerçekten…
Sinan OĞAN: Kendisini Türk Dünyasının bir parçası hisseden… Bakınız, farklı etnik kökende gelmiş olabilir; ama ortak duyguyu, ortak ülküyü hisseden, “Ben bu Türk dünyasının bir ferdi, bir parçasıyım” diyen herkesin Hocalı Soykırımını dünyaya tanıtma gibi bir görevi var. Ve dünyanın birçok yerinde de bu faaliyetler başladı. Hem maili okuyalım ama hem şunu da ifade edeyim yeri gelmişken…
Fulya AKBUGA: Bağlantıdan sonra aslında bununla ilgili görüşlerinizi de almak istiyorum. Dünyada nasıl bakılıyor ve bizim gibi soykırım olarak kabul eden başka ülkeler var mı?
Sinan OĞAN: Olur.
…
Fulya AKBUGA: Sayın Oğan, Bahadır Beyde aslında önemli noktalara değindi. Bizde bahsedeceğiz önümüzdeki dakikalarda hem dağlık Karabağ sorunundan hem de Hocalı katliamını anlatmaya devam edeceğiz.
Sinan OĞAN: Öncelikle Bahadır Bey’e bu meselenin hukuki boyutunu detaylarıyla anlattığı için çok teşekkür ediyorum. Çünkü biz yaslarımızı anmıyoruz, bize karşı yapılanları gündeme getirmiyoruz, bu işin başka bir boyutu. Bir de bu işin hukuki boyutunu hiç gündeme getirmiyoruz o da ayrı bir konu. Halbuki bu meselelerden kaynaklanan birçok uluslararası sözleşmelerin bizlere verdiği haklar var. O hakları hem bireysel olarak hem örgütsel olarak, STK’lar olarak hem de devlet olarak kullanmamız gerekiyor, Bahadır Bey de bunun detaylarını anlatmış oldu. İzin verirseniz ben Hocalı’yla ilgili o dönemki basına yansıyanları kısaca hatırlatmak istiyorum.
Fulya AKBUGA: Lütfen.
Sinan OĞAN: Biliyorsunuz Hocalı’yla ilgili birileri diyebilir ki, bu sadece Azerbaycan Türklerinin ve Anadolu Türklerinin uydurmasıdır veya onların propagandasıdır diyebilir. Ben de o dönemde, uluslararası çapta saygınlığı olan gazetelerin ne yazdığını satır başlarıyla kısaca okumak istiyorum. Elimde birçok o dönemki gazetelerin nüshaları var onlardan bir kaçını okuyacağım. Mesela; Times Gazetesi Londra’da yayın yapan, 4 Mart 1992 tarihinde, “Birçok insan çirkin hale getirilmiş, masum kızın sadece kafası kalmış” diyor. Bölgeye giden muhabirlerinin doğrudan yazdıkları bunlar. Rus Izvestiya gazetesinin 4 Mart 1992 tarihli nüshasında ‘’Kamera kulakları kesilmiş çocukları gösterdi. Bir kadının yüzünün yarısı kesilmişti. Erkeklerin kafa derisi soyulmuştu.’’ Şimdi arkada gösterilen videolardan da bu yazılanların bire bir aynısına şahit oluyoruz. Le Monde gazetesi, Fransa'da yayın yapan 14 Mart 1992 yine “Ağdam’da bulunan basın mensupları, Hocalı’da öldürülmüş kadın ve çocuklar arasında kafa derisi soyulmuş, tırnakları çıkarılmış insanlar gördüler. Bu Azerilerin propagandası değil, bir gerçektir” diyor. İzvestiya Gazetesi 13 Mart 1992’de, Binbaşı Leonid Kravets’in ifadesidir, “Tepede yüze yakın ceset gördüm. Bir erkek çocuğunun kafası yoktu, her tarafta işkenceyle öldürülmüş kadın, çocuk ve yaşlılar vardı” diyor. “İşkenceyle öldürülmüş kadın, çocuk ve yaşlılar!” Ukrayna gazetesinde, “Yalnızca savaşın yüzü olmuyor. Yalnızca çokça maske, kanlı gözyaşları, ölüm, bedbahtlık ve yıkımlar… Hocalıda bebekleri ne için katlettiler? Ya anneleri? Allah insanı cezalandırmak isteyince önce onun aklını alıyor’’ diyor. Bulgaristan’da yayınlanan Nie Gazetesi, “Hocalı insanlığın faciasıdır’’ diyor. Bakınız, 26 Şubat’ta keşke Türk basını aynı başlığı kullansa yirmi sene sonra! Yirmi sene önce Bulgaristan’ın Nie gazetesinin attığı başlığı 26 Şubat’ta keşke Türk basını, dünya basını atsa ve “Hocalı insanlığın faciasıdır’’ diyebilse.
Fulya AKBUGA: Bu arada uluslararası bir takım tepkilerden söz ettiniz. Şöyle de bir durum var bildiğimiz kadarıyla, Meksika ve Pakistan, Azerbaycan dışında Hocalı katliamını soykırım olarak kabul eden ülkeler. Bunun dışında var mı ya da bununla ilgili çalışmalar ne durumda? Soykırım olarak kabul edilmesine yönelik uluslararası anlamda görüşler nedir?
Sinan OĞAN: Şimdi, siz de ifade ettiniz Meksika Parlamentosunda, Pakistan Parlamentosunda kabul edildi bu. Hocalı’da yaşananların soykırım olduğu ifade edildi. Elli bir üyesi olan İslam Konferansı Örgütü, Hocalı’da yaşananları soykırım olarak kabul etti. Amerika'nın birkaç eyaletinde bu çalışmalar netice verdi. Birkaç eyaletinde de benzer kararlar çıktı. Dünyanın birçok ülkesinde de 20. yıl dolayısıyla da bu çalışmalar devam ediyor ve 26 Şubat ve ertesinde dünyanın birçok yerinde benzer kararları, dünyanın birçok ülkesinde de göreceğiz. Tabi şimdi burada şunu da ortaya koymak lazım, artık dünya gerçekleri yavaş yavaş görmeye başladı. İki yüzlü dünya maalesef, 1915’te olmayan bir şeye soykırım derken, bugün herkesin gözü önünde olan şeye şimdiye kadar soykırım demiyordu; ama bundan sonra der herhalde, demek mecburiyetinde kalacaktır. Çünkü gerçekler o kadar bariz, o kadar net ve o kadar göz önünde ki bu gerçeklerden kaçmak mümkün değil. Tabi siz, sorabilirsiniz dünyada bazı ülkeler bunu kabul etmiş Türkiye'de durum nedir?
Fulya AKBUGA: Bununla da ilgili gelen e-postalar var.
Sinan OĞAN: Evet, sorabilirsiniz. Şunu ifade edeyim, Türkiye buna ilk defa net bir tavır ortaya koydu. Biz, Dışişleri Komisyonu’na soykırım olarak kabul edilmesi önerisinde bulunduk; ama Dışişleri Komisyonumuzun bir partiden olan üyeleri şunu ifade ettiler dediler ki; “Bizim bir resmi politikamız var ve bu resmi politikada bize karşı yapılan suçlamalara biz hep şu gerekçeyle karşı çıktık. ‘Parlamentolar, soykırım kararları veren merciler değildir, olmamalıdır’ diye biz karşı çıkıyorduk’’ dediler.
Fulya AKBUGA: Biz kendimizle çelişmeyelim…
Sinan OĞAN: “Şimdi, bizde soykırım kararı alırsak kendimizle çelişiriz bizim tezlerimiz zayıflar’’ dediler. Bende şunu ifade ettim, birinci bu tarihsel bir durum değil. Yani, tarihte yaşanmış bir hadiseyi tarihçilere, Türkiye'nin tezi odur; “Tarihçiler Komisyonu toplansın bakalım neyse, ne karar çıkacaksa arşivleri açalım Tarihçiler Komisyonu bir araya gelsin.
Fulya AKBUGA: Burada her şey ortada… Görüntüler var! Yakın bir geçmiş. Sadece yirmi yıl olmuş.
Sinan OĞAN: Tarihçiler ona karar versin. Tarihçiler soykırım diyorsa eğer belgeleri varsa ki öyle bir şey demeleri mümkün değil öyle bir belge de yok ortada. Çünkü öyle bir durum söz konusu değil. Ama burada bütün belgeler ortada ve tarihçilerin karar vereceği bir konu değil. Ortada bir soykırım var. Bir de tabi ikinci bir gerekçede şudur, benim gerekçem; biz bunu ne kadar desek de ikiyüzlü Batı maalesef bize karşı bu çifte standardını devam ettiriyor. Bu sebeple de dış politikada karşılıklılık esasını dikkate almakta da artık fayda vardır. Fransa Cezayir’de soykırım suçu işledi. Ruanda’da soykırım suçu işledi. Biz Fransa'ya bunları hatırlatmadığımız sürece, Fransa orada üç bin beş yüz tane veya üç yüz bin tane Ermeni’nin oyunu alacağım diye Türk tarihine bir kara leke sürmeye çalışıyor. Bırakınız Türkiye’yi soykırımcı olarak suçlamayı ‘’Soykırım yoktur’’ diyenlerin cezalandırılmasına dair de bir tasarı kabul etti, şimdi anayasa mahkemesinde. Şimdi, dolayısıyla Türkiye'nin bu şekilde bir tezi var; ama bu da bir aşamadır bakınız. Yani, bu insanlığa karşı suç ve katliam olarak kabul edilmesi de büyük bir aşamadır. Bununda önemli olduğunu düşünüyorum ben.
Fulya AKBUGA: Şimdi, isterseniz yine geçmişe gidelim. Ekran karşısına yeni geçenler olabilir. 26 Şubat hatta 25 – 26 Şubat 1992 tarihinde Hocalı Azerbaycan’da büyük bir katliam gerçekleşti ve Bakü’deki soykırım anıtının da şu anda elimde bir fotoğrafı var; altı yüz on üç kişi katledildi, altmış üçü çocuk…
Sinan OĞAN: Seksen üç çocuk, yüz altı kadın, yetmişten fazla yaşlı…
Fulya AKBUGA: Seksen üç çocuk evet… Canlı canlı yakılan insan sayısı üç, ölüme terk edilenler elli altı gibi bir takım istatistiklerin olduğu…
Sinan Oğan: Bin iki yüz yetmiş beş kişi rehin alındı, onlardan yüz ellisinden hala haber alınabilmiş değil, yirmi sene geçmesine rağmen. Tabi canlı kurtulanlar oldu. Ama o canlı kurtulanların üzerindeki işkence halen devam ediyor. Nasıl devam ediyor? Soğukta kilometrelerce metre karda yalın ayak gitmek zorunda kaldılar ve onların birçoğunun da sonra ayakları kesilmek zorunda kalındı. Birçoğu psikolojik olarak yıkıldı. Birçoğunun kucağında çocuğu öldürüldü. Birçoğu hala annesinin, babasının nerede olduğunu bilmiyor ve onların o üzerlerindeki işkence halen devam ediyor. Orada öyle vahim hadiseler yaşandı ki Ermeniler bile bir kitabında onu aynen şöyle ifade ediyorlar; Daud Kheyriyan isimli bir Ermeni o dönemde o bölgede bulunan ve daha sonra Beyrut’a yerleşen bir Ermeni gazeteci. Bir kitap yazmış, “Haçın Hatırı İçin’’ kitabın ismi. Altmış ikinci ve altmış üçüncü sayfasında vahşeti şöyle anlatmış Daud Kheyriyan diyor ki; “Gaflan denen ve ölülerin yakılmasıyla görevli ermeni grup Hocalı’nın 1 km batısında bir yere 2 Mart günü yüz Azeri ölüsü getirip yığdı. Son kamyonda on yaşında bir kız çocuğu gördüm başından ve elinden yaralıydı, yüzü morarmıştı. Soğuğa, açlığa ve yaralarına rağmen hala yaşıyordu. Çok az nefes alabiliyordu, gözlerini ölüm korkusu sarmıştı o sırada Tigranyan isimli bir asker onu tuttuğu gibi öteki cesetlerin üzerine fırlattı, sonra tüm cesetleri yaktılar. Bana, sanki yanmakta olan ölü bedenler arasından bir çığlık işittim gibi geldi” diyor. “Yapabileceğim hiç bir şey yoktu. Ben Şuşa’ya döndüm, onlar haçın hatırı için savaşa devam ettiler’’ diyor. Yani, bir topluma kin duyabilirsiniz, haçın hatırına haçlı seferlerinde olduğu gibi Müslüman dünyasına savaşta açmış olabilirsiniz ama böyle bir vahşeti…
Fulya AKBUGA: Sivillerin katledildiği, kadınlar, çocuklar bahsettiğiniz gibi ve Azerbaycan resmi rakamlarına göre bin iki yüz yetmiş beş kişi rehin alınmış, yüz elli kişide kaybolmuş az önce söz ettiğimiz gibi. Gerçekten çok büyük bir vahşet söz konusu… Sonrasında neler yaşandı peki, 1992 yılındaki bu büyük katliamın ardından?
Sinan OĞAN: Bu büyük katliamın ardından tabi öylesine büyük bir vahşet orada hayata geçirildi ki o bölgedeki birçok yerden insanlar göç etmek zorunda kaldı. Azerbaycan Türklerinin “kaçkın” dedikleri, bugün Azerbaycan'da bir milyon insan var. Bakınız, bir ülkenin toplam nüfusunun dokuzda biri bugün göçmen durumunda. Yani, ülkede ki her 8-9 kişiden biri göçmen durumunda. Bu insanlar bölgelerinden zorla çıkarıldılar, bu insanlar evlerinden yuvalarından zorla çıkarıldılar ve bugün çok zor şartlarda göçmen hayatı yaşamak zorunda bırakıldılar. Hocalı’dan sonra bölgede geniş çaplı Ermenistan işgalleri sürmeye devam etti. Çünkü tam da söyledikleri gibi, “Biz bu vahşeti onun için yaptık ki, insanlar bilsin biz daha büyük vahşet yapabiliriz’’ diye Sarkisyan’ın beyanatları var. Hakikaten de bu vahşetten sonra dağlık Karabağ’da Ermeni askerlerinin ilerlemesi çok daha kolay oldu çünkü savaşmıyorlardı onlar, orada vahşet yapıyorlardı, soykırım yapıyorlardı. Binalarıyla, mezar taşlarıyla, çocuklarıyla, gençleriyle önlerine çıkan her şeyi yerle bir ettiler.
Fulya AKBUGA: Dediğiniz gibi Sark Sarkisyan’ın bir demeci var, “Biz bunu şaka yapmadığımız anlaşılsın diye gerçekleştirdik” diyor.
Sinan OĞAN: Yani biz orada bu vahşeti onun için yaptık ki, Azerbaycan Türkleri anlasınlar ki biz daha büyük vahşetleri de yapabiliriz ve bunu diyen bugün Ermenistan Devlet Başkanı oldu. O dönem o bölgede komutandı. Bunu diyen kişi hala bu vahşetin sorumluluğunu uluslararası mahkeme karşısında taşımış değil. Uluslararası Adalet Divanı hala bu kişiyi yargılamış değil. Hocalı etkinliklerinin düzenlenmesi bu açıdan önemlidir. Hocalı’nın tanıtılması, anılması ve buna hukuki bir boyut kazandırılması şu açıdan önemlidir ki; birincisi suçlular cezasız kalmasın ikicisi de yeni Hocalılar olmasın.
Fulya AKBUGA: Sayın Oğan devam edeceğiz e-postalara şöyle kısaca bakalım; “Hocalı katliamı yaşandığında ben 8 yaşında küçük bir kızdım. Olaylara bizzat tanık olmadım; ama büyüklerimden sık sık yakılan insanları, işkence evlerinde tırnakları sökülenleri, kafatasları soyulan küçük kızların korkunç hikâyelerini dinledim. Biz Azerbaycan Türkleri olarak şunu söylemek istiyoruz ki; o gün yüreğimizde ne kadar acı varsa bugünde o kadar acı var. Hocalı’yı unutmadık, unutturmayacağız.” Bakü’den Niliya Abdulleyeva yazmış.
“Henüz çok taze olan böyle bir vahşetin kan kokusu burunlarımızı sızlatıyorken bir kez daha sormak istiyorum” diye sormuş başka bir izleyicimiz, “Hocalı katliamını düzenleyenlerden kim hesap soracak, yanlarına mı kalacak yaptıkları bu vahşetin kârı?” Mehriban Zülfigarova. Bunun dışlında bir takım…
Sinan OĞAN: Hesabı hep beraber soracağız.
Fulya AKBUGA: Evet
Sinan OĞAN: Hesabı hep beraber soracağız, adalet adına soracağız, insanlık adına soracağız, yeni vahşetler yaşanmasın diye soracağız. Biraz önce izleyicimizin e-postasını okudunuz ve ben orada yoktum diyor. Ben size orada olanların ifadelerinden izin verirseniz bir ikisini okumak istiyorum. Şahit ifadeleridir bunlar. Hatice Abdullaheva mesela diyor ki; “Bir süre yalın ayak ormanda kaldıktan sonra babam annem ve 16 yaşındaki kız kardeşim soğuğa dayanamadılar ben esir düştüm, Taşnak esirleri ile değiştirildim. Şimdi iki ayağımdan da mahrumum”.
Cemal Orucov diyor ki; “16 yaşında oğlumu kurşunladılar, 23 yaşındaki kızımı, 2 ikiz oğlumu ve 18 yaşındaki hamile kızımı elimden aldılar”. Bakınız, sadece Azerbaycan Türklerini orda katletmediler. Ahıska Türklerini de katlettiler. Müslüman olan Kürt vatandaşlarımızı da orada katlettiler. Yani o vahşet Müslümanlara karşı bir vahşetti. Mesela Yezidi Kürtlerine hiç dokunmadılar. Ama Ahıska Türkü, Azerbaycan Türkü, Kürt vatandaşlarımız… Onları da katlettiler. Seriye Talibova diyor ki; “Gözümün önünde dört Ahıska Türkünün üç komşumuzun başını Ermeni askerlerinin mezarı başında kestiler” diyor. Bakınız Ermeni askerlerinin bölgedeki mezarı başında dört Mesket Türkünün, Ahıska Türkünün başını kesmişler.
Fulya AKBUGA: İnanılır gibi değil.
Sinan OĞAN: “Anne babaların önünde çocuklarına işkence yapıp öldürdüler, sonra cesetleri buldozerlerle dereye döktüler” diyor. Bunlar bizzat şahit ifadeleri daha sayısını çoğaltabileceğimiz. Mesela doktor raporları var. O dönem doktor raporları var. Doktorlar ölüm vakalarını şu şekilde açıklamışlar: Orucov Telimanenver oğlu, kafa derisi yüzülmüş. Abdülov Telimanenveroğlu, kafa derisi yüzülmüş. Hasanaova Fithatehed kızı, tecavüz edilmiş gözleri çıkarılmış…
Fulya AKBUGA: Korkunç tek kelimeyle
Sinan OĞAN: Yani mesela sahip isminde bir cesedin üzerinden tank geçilmiş. Aslanov İlkbalkuloğlu cinsel uzuvları kesilmiş yakılmış yani o kadar çok vahşet var ki, insanlığın yani insan aklının, insan vicdanın kabul edemeyeceği vahşet yaşanmış. Biraz önce de ifade ettim programın başında savaş esnasında elinde silah olan savaşan askerler elbette ki birbirlerini öldürüyorlar savaş kuralları içinde bu anlaşılabilir. Biz bütün savaşları kınıyoruz. Savaş olmasın diyoruz; ama savaş olduğu zamanda savaşın dahi bir kuralı vardır. Ama hiçbir zaman Türkler, bizler hiçbir zaman kadın çocuk yaşlı biz bunlara silah çekmedik. Hiçbir zaman insanların kafa derisi yüzülmedi kadınlara tecavüz edilmedi, çocuklar öldürülmedi, hamile kadınlar öldürülmedi ama burada böyle bir vahşetin yaşandığını görüyoruz. Bu sebeple bunun hesabının sorulması lazım. Dağlık Karabağ da 25 binden fazla 30 bin civarında Azerbaycan Türkü öldürüldü. Savaş esnasında öldü. Bir kısmı askerdi bir kısmı vatandaştı. Ama Hocalı’da yapılanlar bilinçli, hesaplanmış ve intikam almak amacıyla, öc almak amacıyla, korkutmak amacıyla orada bir kasabayı planlayarak ortadan kaldırmak için yapıldığı için soykırımdır. Ve bu soykırım hesabının mutlaka sorulması lazım. Vicdan sahibi olan, vicdanında insanlık namına en ufak zerre kadar his kalmış olan herkesin Hocalı’yı soykırım olarak kabul etmesi, anması ve sahip çıkması gerekir.
Fulya AKBUGA: Bununla ilgili olarak da tabii ki hem devlet yetkileri hem belki sanatçılar yazarlarla ilgili çeşitli eleştiriler geliyor. Barış lafını ağzından düşürmeyenler bu tarz konularda biraz tepkisiz kalıyorlar, diye.
Sinan OĞAN: Maalesef, maalesef…
Fulya AKBUGA: Gençlerin bilinçlendirilmesi gerekiyor, öğrenmemiz lazım. Bunla ilgili de farklı etkinliklerden söz ettiniz. İsterseniz son dakikalarda bunlardan da bahsedelim. Çeşitli soykırım anıtları açılıyor.
Sinan OĞAN: Evet.
Fulya AKBUGA: Bunlar aslında dünyanın farklı yerlerinde de var. Örneğin Budapeşte’de Hocalı Katliamı anısına bir anıt inşa edilmiş 2008 yılında. Ankara’da Beypazarı’nda var. Şimdi zannediyorum Keçiören’de de bir tane açılıyor.
Sinan OĞAN: Keçiören Belediyesi’nde Pazar günü bunun temelini inşallah hep birlikte atacağız. Birçok belediyemiz belediye meclislerinde benzer kararlar aldılar. Ceyhan Belediyesini ilk anda sayabileceğim, Balıkesir Belediyesi, Keçiören Belediyesi Hocalı’nın soykırım olduğuna dair kararlar aldılar. Bütün sivil toplum kuruluşlarının, bütün vatandaşlarımızın ben bu manada duyarlılık göstermesini, üniversite senatolarından benzer kararlar alınmasını, belediye meclislerinden benzer kararlar alınmasını sivil toplum kuruluşlarımın yönetim kurullarından benzer kararlar alınması gerektiğini düşünüyo, biraz önce ifade ettiğiniz o maillere de kısaca değinmek istiyorum.
Türkiye’de sanatçılarımız hepsi çok kıymetlidir, birinden değerlidir; ama bir çifte standartta bazen olmuyor değil. Bakıyorsunuz, devleti suçlamaya sıra geldiğinde birçok sanatçı birbiriyle yarışıyor, Türk devletini suçlama noktasında birbiriyle yarışıyor; ama mesela Hocalı olduğunda mesela Türk’e karşı bir soykırım olduğunda bunların hiçbirisini göremiyoruz. Gönül isterdi ki bugün o sanatçılarımız duyarlı olduklarını tırnak içerisinde ifade ediyorum “duyarlı” olduklarını iddia eden o sanatçılarımızın böylesi bir vahşet karşısında da sessiz kalmamalarını gönül isterdi. Gelip bu soykırımın hesabını sormalarını da gönül isterdi.
Fulya AKBUGA: Sizin dernek olarak da farklı çalışmalarınız var. Bu arada şunu da hatırlatalım; dün saat 14 civarında Gazi Üniversitesi’nde de bir anma etkinliği gerçekleşti. TRT AVAZ ve İçtimai TV ortak yayınıyla anıldı. Oradaki şehitler ve bunun dışında Türkiye’nin farklı şehirlerinde de anma etkinlikleri gerçekleşti.
Sinan OĞAN: Mesela biz Azerbaycan’dan buraya misafirimiz olarak gelmiş Milletvekili Ganire Paşayeva ile beraber birkaç gün önce Denizli’deydik, iki gün önce İzmir’deydik. Orada konferanslar verdik. Bugün, dün yine ben dostluk grubunda bu bildiriyi hazırladığımız için Gazi Üniversitesi’ne gidemedik orada konferans vardı. Bugün Hacettepe Üniversitesi’nde benzer konferanslar var. Önümüzdeki günlerde ayın 27’sinde onu da ifade edeyim Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nde bu konferansa katılacağız. Yine yarın Türk Ocağı’nda aynı konferansa ben katılacağım. Ayın 29’unda Gebze Üniversitesinde, Sakarya Üniversitesinde, benzer konferanslara katılacağım. Bundan mutluluk duyuyorum ki, 20. yılında da olsa Türkiye’de üniversitelerimiz, özellikle gençlerimiz bu meseleyi öyle sahiplenmişler. Bu bize umut veriyor. Bu bizim tarihimize karşı sorumluluk sahibi gençlerin yetişmesinden dolayı gençlerin yetişmesinden dolayı ümitli olduğumuzu gösteriyor. Ve bizim tarihimize karşı atılan suçlara bizim gençlerimizin çok bilinçli şekilde karşı çıktığını gösteriyor. Dolayısıyla da 20. yılında artık Hocalı’da yapılanlara soykırım denmesi ve Hocalı’da suç işleyenlerin adalet karşısına çıkarılmalarının zamanı geldiğini düşünüyorum.
Fulya AKBUGA: Biz de tarihimize karşı daha duyarlı olunmasını diliyoruz..
Sinan OĞAN: “Justice For Khojaly” diye bir uluslararası kampanya var. Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in kızı Leyla Aliyeva bu kampanyayı yürütüyor, Hocalı’ya Adalet Kampanyası. Bu çerçevede dünyada da birçok etkinlik hayata geçiriliyor. Ve isim çok manalı; “Hocalı’ya Adalet”. Biz Hocalı’ya ayrıcalık değil, biz Hocalı’ya başka bir şey değil, biz Hocalı’ya adalet istiyoruz. Bu adaleti de öncelikle Türk dünyası sağlayacaktır. Ondan sonra dünyaya çıkacağız ve diyeceğiz ki; “Hocalı’da yaşanan vahşetin sorumluları cezalandırılsın.”
Fulya AKBUGA: Sayın Oğan çok teşekkür ederiz katıldığınız için.
Sinan OĞAN: Ben teşekkür ederim.
Fulya AKBUGA: Ve 20 yıl önce Hocalı’da hayatını kaybeden tüm soydaşlarımızı da saygıyla anıyoruz bir kez daha. Hoşça kalın.