Dr. Sinan OĞAN’ın, 2 Ocak 2012 Tarihinde ART’de Konuk Olduğu “Gökhan ALTUNKAŞ ile Artı Görüş” Programının Yazılı Metni
Gökhan ALTUNKAŞ: Elim bir olay yaşandı az önce söylediğim gibi ve otuz beş kişilik bir grup ne yazık ki, hayatlarını kaybettiler. Ona ilişkin çok çeşitli yorumlar ve tartışmalar var Sayın Oğan ama siz bu konuda neler söyleyeceksiniz oradan başlayalım isterseniz.
Sinan OĞAN*: Şimdi, öncelikle bütün hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum. Her ne kadar bu vatandaşlarımız bölgede gayri kanuni iş yapmış olsalar da sonuçta sivil vatandaşlarımızdı. Türkiye’de bir taraftan terörle mücadele sürdürülürken, öte taraftan kaçakçılığın son derece meşru bir işmiş gibi algılandığı bir süreçten geçiyoruz. Hatta o kadar ki son Bakanlar Kurulu toplantısıyla, hayatını kaybeden vatandaşlarımıza tazminatta verilmesiyle adeta kaçakçılık meşru hale getirilmiştir. Yani şunun altını çizmek lazım, “Kaçakçılık Türkiye’de suç mudur?”. Suçtur. Kaçakçılığı yapanlar devletin bilgisi dâhilinde mi yapıyorlar? Şimdi, tanık ifadelerine baktığımızda kısmen devletin bilgisi dâhilinde yapıldığı ortaya çıkıyor. Yani, eğer doğruysa ifadeler, “askerler bizim buradan gidip geldiğimizi biliyorlardı’’ diyor. Peki, normal gümrük mıntıkalarından değil de, oradan terör örgütünün kullandığı yoldan bu vatandaşların gidip gelmesine devlet niye ses çıkarmıyor. Otuz beş, kırk kişi hele bir de korucu ailesiyse ifade edildiği üzere, bu korucular PKK’yla çatışan insanlarımız bizim. PKK’yla çatışan insanlarımız, PKK’nın etkin olduğu ve kendisine kullandığı bir güzergâhı eğer takip ediyorsa, PKK bu işin neresindedir? Bu soruyu da sormak lazım. Yani PKK’nın bilgisi var mı bu konuda, PKK’yla bir iş birliği var mı, PKK’ya yönelik bir operasyon içerisinde bulunan insanlar kaçaklık yaptıklarında PKK’ya buradan pay veriyorlar mı, bunların hepsinin sorgulanması lazım. Tabi, daha vahim olanı istihbarat boyutu, bu meselenin istihbarat boyutunun çok daha derinden sorgulanması lazım… Bu istihbaratı biz nasıl aldık, bu istihbaratı bize kim verdi?
Gökhan ALTUNKAŞ: Belki de en önemli nokta burasıdır, çünkü çok ciddi bir karmaşa var ortada.
Sinan OĞAN: Yani iki boyutu var: Birincisi, kaçakçılık boyutudur ki, onu daha derinlemesine irdelememiz gerekiyor. Bir ikincisi de istihbarat boyutudur. İstihbaratı Türkiye anlık istihbarat paylaşımıyla Amerika Birleşik Devletleri’nden alıyordu, daha öncesinden İsrail’den alıyordu, İsrail’in Heron uçakları kullanılıyordu şimdi Amerika’nın Predator uçakları kullanılıyor. Dolayısıyla bu istihbaratın bize Amerika ve İsrail üzerinden geldiğini biliyoruz, bir boyutunda. Şimdi eğer bir makineyi Amerika üretmişse ve İsrail üretmişse size vermişse, o makineyi siz istediğiniz kadar, ‘’kontrol bizde’’ deyin, kontrol sonuçta üretendedir. Yani onu üreten ve size kullanım için verendedir. Kimdedir? İsrail’dedir, Amerika’dadır. Amerika Birleşik Devletleri de İsrail de bu makineleri istediği gibi Türkiye’yi yanlış yönlendirmek, köşeye sıkıştırmak veyahut da elindeki bilgileri almak amacıyla kullanabilir. Nitekim bu son olayda zannediyorum Türkiye yanlış yönlendirilmiştir. Türkiye’ye yanlış istihbarat verilmiştir, bir boyutunda bu var; ama bir boyutunda PKK’nın o kaçakçılık yapan vatandaşlarımızı da adeta bir hedef haline getirmeye yönelik bir organizasyon içerisinde olduğu ihtimali de var. Yani hem sonrasında PKK’nın yayın organlarının anında habere girmeleri, hem PKK’nın bu olay sonrasında adeta o bölgeyi kontrol altında tutmaları ve devleti orada yok farz etmeleri… Bütün bunlara baktığımızda, gelen istihbarata baktığımızda meselenin içerisinde o kadar çok karanlık nokta var ki, hiç de öyle basit sıradan bir hata değil.
Gökhan ALTUNKAŞ: İstihbarat üzerine biraz yoğunlaşalım mı efendim? Tabi şimdi jetlere verilen istihbaratlara ilişkin çok ciddi tartışmalar var ki, siz de zaten dediniz, bu tarafın sorgulanması lazım. Şimdi, MİT’in (Milli İstihbarat Teşkilatı) böyle bir istihbaratı verdiği söylendi. MİT, ‘’bizle alakalı değil’’ diyor, otomatikman topu Genelkurmay Başkanlığı’na mı atmış oluyor? Genelkurmay, “aldığımız istihbarat bu yönde” diyor. Bir taraftan Amerika’yla ilgili gelişmeler var, insansız hava araçlarının istihbaratları doğrultusunda ve ‘’bombalayın’’ emrini verdiğine dair iddialar var. Yani o kadar büyük bir karışıklık var ki burada, peki nereden gitti bu istihbarat?
Sinan OĞAN: Şimdi, Genelkurmay, “biz aldık” diyor istihbaratı. MİT, “biz vermedik” diyor. Genelkurmay, “verdi” diyor. Bu konuda Genelkurmay’ın bir açıklama yapması lazım öncelikle. Yani bu nedir, istihbaratı nereden aldınız? Tabi biraz daha da geriye gitmek lazım, biz sizin programınızda hem de başka medya organlarında biz hep şunu ifade ediyorduk, diyorduk ki “İstihbarat sonuçta makinelerle yapılsa da nispeten, insan temelli istihbarat; istihbaratın en kıymetli olan yanıdır. İnsan kaynaklı istihbaratı yapabilmeniz için sizin insanlarınızın o istihbarat coğrafyası içerisinde aktif bir şekilde olması lazım”. Siz elinize kazmayı kepçeyi alıp dağda kemik ararsanız, siz doğru veya yanlış, bulaşmış veya bulaşmamış herkesi adına Ergenekon dediğiniz bir terör örgütü tırnak içerisinde söylüyorum “suçlamasıyla” siz eğer insanlarınızı, askerinizi, polisinizi, sıradan insanlarınızı, görevlinizi, sivil toplum kuruluşu başkanlarınızı, üyelerinizi alıp hapse atarsanız -ne zaman çıkacağını “Allah bilir” şeklinde hapse atarsanız- hiç kimse kılını kıpırdatmaz bundan sonra. Yani, benim en çok altını çizdiğim husus buydu. Bütün bu davalar Türkiye’yi bir süre sonra istihbarat zafiyetine götürecektir. Neden? Çünkü yarın öbür gün PKK içerisine bir sızma yapmak istediğinizde, o sızmayı yapan vatandaşın yarın başına ne iş geleceğinin garantisi yok. Yani diyelim bir ordu mensubudur, ordu istihbarattandır, yarın adamın terör örgütü üyeliğinden içeri tıkılmayacağının garantisi yok. Yani, adama kalkıp diyebilirler ki “sen PKK’lısın” veya şimdi bazı yandaş kesimlerin ifade ettiği gibi, “sen milli PKK’lısın” bir de onu çıkardırlar. “Sen milli PKK’lısın” veyahut da ‘’PKK’nın derin bilmem bağlantısısın’’. Adam orada memleketi, milleti için istihbarat edinmeye gitmiş de olabilir, başka amaçlarla da gitmiş olabilir; ama sen bunların hepsini birbirine karıştırıp, her türlü faaliyeti bu anlamda yerel her türlü faaliyeti devlete karşı bir organizasyonmuş gibi algılarsan ve o insanları o şekilde cezalandırırsan bundan sonra istihbarat yapacak adam bulamazsın. Nitekim devletin bugünlerdeki en büyük zafiyeti, istihbarat zafiyetidir. Hiçbir köyden devlet bilgi alamıyor, Irak’ın kuzeyinden devlet bilgi alamıyor. Eskiden en güçlü olduğumuz yerdi oralar. Şu an bilgi alamıyoruz. Niye alamıyoruz? Çünkü kimse o anlamda kendisini riske sokmuyor. Yarın öbür gün bu adamların bu kişilerin, başına ne iş geleceğinin garantisi yok. Hangi terör örgütü üyeliğiyle suçlanacaklarını bilmiyorlar, dolayısıyla da nitekim burada bir istihbarat zafiyetinin olduğu ortaya çıkıyor. Şu ifade ediliyor, insan kaynaklı ilk istihbaratın yanlış verildiği söyleniyor. Peki, bu insan kaynaklı istihbaratı PKK’nın bilerek yönlendirilmediğini nereden biliyoruz. Yani PKK son günlerde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin etkin operasyonlarına karşı, ciddi sıkıntı içerisindeydi. PKK bu sıkıntıdan kurtulmak için ne yapacaktı, bölgedeki insanlarla devletin arasına bir sıkıntı sokacaktı…
Gökhan ALTUNKAŞ: Bu noktada şunu sorabilir miyim, hemen sorunuzla irtibatlandırayım. Yanlış istihbarat sonucu, kesin dediğiniz noktaya geliyorum. Genelkurmay’ın tuzağa düşürülmüş olduğuna dairde açıklamalar var. Yani nitekim siz de sözlerinizde bunu söylüyorsunuz; olabilir mi efendim böyle bir şey?
Sinan OĞAN: Yani burada bir yanlış istihbarat olduğu çok net, ancak bu yanlış istihbaratla hem Genelkurmayın hem de MİT’in sıkıntıya sokulma ihtimali de var onu da ifade edeyim. Yani MİT’ten ve MİT Başkanı’ndan rahatsız olan çevreler var, özellikle İsrail’in o anlamda sıkıntıları olduğunu biliyoruz. E bunun şu an MİT bir kısmını üzerine aldı, sonra almadı bir MİT boyutu da var. Dolayısıyla bir taşla birkaç kuş vurulma hedeflenmiş olabilir. Yani zaten hükümetin TSK’yı yıpratma kampanyasını biliyoruz. Onun bir devamı olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yıpratılması bu çerçevede sağlanmış olabilir, aynı şekilde bununla beraber MİT’e de bir buradan bağlantı kurularak, MİT de burada yıpratılmaya çalışılıyor olabilir, aynı şekilde bölgede bir Arap Baharı ki ben ona “Sonbaharı” diyorum, rüzgarı var. Suriye boyutu var. Yarın belki İran boyutu ortaya çıkarılacak… Bu çerçevede de İsrail’in Türkiye’yi sıkıntıya sokma girişimi olabilir. Amerika Birleşik Devletleri’nin aynı çerçevede Türkiye’yle yeni Irak üzerinden bir takım pazarlıkları var, o çerçevede bir yapılanma var ve tabii ki Talabani ve Barzani’yi asla ve asla bu denklemin dışında tutamayacağımızı da söylemek lazım, bu denklemin bir tarafında da Talabani ve Barzani var. Bugün grup toplantısında Sayın Genel Başkanımız da ifade etti. Sayın Bahçeli’nin ifadesi çok nettir. Barzani ve Talabani bu anlamda hiçbir zaman Türkiye’yle beraber olmamışlardır. Barzani ve Talabani her zaman olduğu gibi bugün de PKK’ya çok net, açık destek sunmaktadır. Bu hadisenin bir boyutunda da Barzani’nin olma ihtimalide yüksektir. Neden? Çünkü korucu olduğu söylenen bu aileden, bugün basına yansıdı. Birkaç kişinin, Barzani’nin istihbarat örgütü lehine casusluk yapmaktan tutuklandığını da bugün basın yazdı. Dolayısıyla hadise masum değil, hadise basit bir hata değil; çok daha ötesinde devletin sıkıntıya sokulması, devletle bölgedeki vatandaşımız arasındaki bağın koparılması ve bu çerçevede de bölgede büyük bir provokasyona hazırlığın ilk aşaması olabilir.
Gökhan ALTUNKAŞ: Peki efendim bir kusur veya bir zafiyet varsa bu nasıl ortaya çıkarılacak? Yani kimse bir şeyleri üzerine almak istemiyor; ama herhalde görev burada hükümete biraz düşüyor ve Sayın Arınç’ın açıklamalarına baktığımızda, dün bakanlar kurulundan çıkışta; “Yani bunu kimse hükümete yüklemeye çalışmasın” gibi bir söylemde bulundu. Ne dersiniz nasıl çıkacak ortaya?
Sinan OĞAN: Şimdi hükümet ve sayın Arınç bazen sanki bir muhalefet partisi edasıyla konuşuyor. Yani, iktidardalar; ama hiçbir sorumlulukları yok. Sayın Arınç, iktidarda siz değil misiniz? Biraz önce, bugün açılım bakanı, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay da bugün mecliste konuştu ve Sayın Atalay da üzerine hiç bir şekilde bir sorumluluk almadı. Ancak Sayın Arınç’ın ifadelerine baktığımızda, “bu konu bizimle alakalı değil” diyor. Yahu sizinle alakalı değil, Genelkurmay’la alakalı değil, MİT’le alakalı değil, polisle, istihbaratla alakalı değil… E kim kaldı geriye? Yani utanmasalar “Bunu da muhalefet yaptı” diyecekler, utanmasalar “Bunu da Ergenekon yaptı” diyecekler, bilmem ne yaptı diyecekler. Şimdi, ortada hükümetin bir sorumsuzluğu var. Hem olayın bu manada doğru bir şekilde analiz edilememesi sorumluluğu var, hem olayın gerçekleşmesinin hemen sonrasında meydanı PKK’ya bırakma gibi bir sorumluluğu var. Hükümet meydanı PKK’ya bırakmıştır. Hükümetin kaymakamı linç edilmek istenmiştir. Orada korucu ailesi deniyor; ama PKK paçavraları oradaki cenazelerin üzerine örtülmüştür. Şimdi bütün bunlara baktığımızda bu sorumluluk kimin? Hükümet edenindir. Eğer hükümet edemiyorsan istifa edeceksin o zaman. Bırakacaksın ehil ellere gelecek bu meseleyi devlet adına, hükümet adına nasıl yapıldığını gösterecektir. Nitekim Milliyetçi Hareket Partisi, hükümeti 2002’de devrettiğinde, 2003’e AKP yeni bir hükümetle girdiğinde terör neredeyse bitme noktasına gelmişti. Bugün terör bırakınız bitme noktasını, terör örgütü Türkiye’yi tuzağa düşürme noktasına gelmiştir. Türkiye’ye yanlış istihbarat verme noktasına gelmiştir. Türkiye’yi bölgede adeta tuzağa düşürme noktasına gelmiştir, bunun sorumluluğu da elbette hükümetindir. Öncelikle hükümetindir, hükümetle beraber elbette ki hükümetin sorumlu olduğu kurumlarındır.
Gökhan ALTUNKAŞ: Efendim az önce dediğiniz gibi, çok önemli bir noktaydı o bence; provokatif eylemlerin ilk adımı olarak nitelendirdiniz. geçtiğimiz günlerde de daha doğrusu bu olayın ardından da provokasyon söylemleri çok konuşuluyor, hatta Sayın Bahçeli bundan birkaç gün önce yaptığı Uludere açıklamasında; “Türkiye’nin gerilim ve provokasyon düzeyinin çok yüksek bir dönemin tüm belirtilerini yaşadığını” savunuyor. Yani birilerinin eline artık malzeme verildi mi? Yani bundan sonra daha kötü olaylar yaşanabilir mi Türkiye’de?
Sinan OĞAN: Şimdi bakınız, daha öncesinde BDP’nin bir takım provokatif eylemleri oldu. İşte Cuma namazı eylemleri oldu, okula öğrencileri göndermeme eylemleri oldu, büyük şehirlerde farklı eylemlere giriştiler. Bunların hiç biri tutmadı. Şimdi yeni bir eylem türüne doğru gitmeye çalışmaktalar. Sivil vatandaşları bu manada devletle nasıl karşı karşıya getirilebilir, sivil vatandaşlar doğrudan bu meselenin nasıl tarafı olabilir noktasında bir provokatif eylemler silsilesine girmiş durumdalar. Bu meseleyi biz yakından takip ediyoruz ve BDP’nin o manada Türkiye’nin önünde bir takım provokatif eylemler zinciri yapması sürecinin başlamış olduğunu düşünüyoruz. BDP tabi ki, maalesef PKK’yla arasına bir çizgi koyamamıştır, PKK ve BDP birçok noktada benzer tavır içerisindedir ve adeta ortak bir eylem hazırlığı içerisindeymiş gibi de bir hava ortaya çıkmıştır. Şimdi Türkiye’nin önümüzdeki sürecinde büyük şehirler başta olmak üzere çok büyük eylemler için bu şekildeki benzer provokatif eylemleri beklemek lazım. Bununla beraber de bölgedeki bir ayrışmaya doğru artık yavaş yavaş gidilmesinin de adımları atılıyor. Leyla Zana, BDP milletvekili, ne demişti en son; “Efendim artık özerklik falan bizi kesmez” demişti, “Otonomi falan bizi kesmez” diyor, “Tam bağımsız olacağız” diyor. Şimdi biz yıllardır bu konuları tartışırız, ben siyasetin öncesinde bir strateji merkezi başkanı olarak da birçok televizyon programında konuşmuştum. Şunu, biz hükümete anlatamadık veya hükümetin yanında olanlara, hükümet paralelinde kalem oynatan münevverlerimize şunu anlatamadık: Hiç kimse üç tane köy adı değişsin diye dağa çıkmaz. “Efendim işte açılım yapacağız, Habur’da bilmem ne yapacağız, karşılayacağız, terör bitecek. Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün dediği gibi, “Güroymak’a Norşin diyeceğiz terör bitecek”. Yok öyle bir şey. Yani bir köy adını değiştirmekle, Güroymak’a Norşin demekle terör bitmez, orada TRT (Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu) 6’yı açmakla terör bitmez. Terörün sebebini anlamak lazım, terörün sebebi nedir? Terör bir ayrılıkçı hareket midir, yoksa demokratikleşmek isteğiyle dağa çıkmış bir takım insanlar mıdır? Değil… Terör ayrılıkçı bir harekettir. Ayrılıkçılığın amacı da basit bir otonomi değildir, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi değildir; ayrı bir devlettir kurmak amacı. Hükümet bunu anlamamakta ısrar ediyordu, nitekim en sonunda Leyla Zana ağzından kaçırıverdi. “Bizim amacımız bağımsız bir devlet kurmak” dedi. Bunu zaten görüyorduk, bunu göremeyen hükümetti. Hükümetin hala bunu göremediğini düşünüyorum. Yani, nasıl göremiyor; açılım ve saçılım bakanı Sayın Beşir Atalay “Habur’dan geri dönüş yok” diyor, yani Habur’u devam ettireceğini söylüyor.
Gökhan ALTUNKAŞ: O da sorularım arasında var efendim. Yeni bir demokrasi paketi yani açılım paketinden bahsediliyor oraya da geleceğim; ama izninizle şunu soracağım. Bu konuyu yavaş yavaş tam anlamaya hazırlarken şimdi bir de işin acı tarafı var. O gün Uludere Kaymakamı Naif Yavuz biliyorsunuz tabir-i caizse linçten zor kurtarıldı ve devletin temsilcisi olan kişi o. Kendisine de buradan acil şifalar diliyoruz; ama bu konuda neler söyleyeceksiniz? Devamında Hasip Kaplan’ın bir açıklaması var diyor ki; “Ben, oradaki provokatif eylemleri Hasip kaplan yaptı diyenlerin anlını karışlarım. Beşir Atalay ve diğer bakanlar canlarını bana borçlular, yoksa bugün hiçbiri hayatta yoktu”. Efendim, bu soruyu sorarken üzülüyorum; ama bu açıklamaların özü nedir? Devlet, Hasip Kaplan’ın korumasına muhtaç duruma mı geldi? Ne dersiniz?
Sinan OĞAN: Şimdi, devleti bugüne düşürenler utansın. Eğer devletin açılım bakanı, teröristi Habur’da davulla zurnayla karşılar, devletin mahkemesini teröristin ayağına kadar götürür, orada terörist rahatsız olmasın diye Atatürk resmini ve Türk bayrağını indirirse olacağı buydu maalesef. Devlet bugün bölgede dağa kaldırılmıştır. Devletin kaymakamı linç edilmekten zor kurtulmuştur, devletin başka bir kaymakamı da hala dağdadır, onu da söyleyeyim. Herkes unuttu! Kaç aydır devletin kaymakamı teröristin elindedir ve kimsenin bu konuda kılı kıpırdamamaktadır. Bunu biz gündeme getiriyoruz, hükümet cevap vermiyor. Biz bunu konuşmalarımızda gündeme getiriyoruz. Açılım saçılım bakanı bugün de konuştu, dağa kaldırılmış kaymakamımızdan tek bir kelime bahsetmedi. Peki, devletin istihbaratı nerede Allah aşkına! Kaymakama yönelik böyle bir teşebbüste bulunulacağını niye ön göremedi, niye bunun istihbaratını bilgisini alamadı? Devlet maalesef AKP ve BDP bölgede kol kola girmiş durumdalar. Hiç öyle rakip gibi görünmesinler, maalesef devleti bölmeyi kafalarına koymuş PKK, onunla aynı paralelde BDP ve ondan çok da farkı olmayan bir AKP zihniyeti ile devlet maalesef dağa kaldırılmış durumdadır. Devlet, orada kaymakamını koruyamaz noktaya getirilmiş durumdadır. Bütün bunların hepsi devleti bir acz içinde, devleti bir zafiyet içinde göstermek amaçlıdır. Yani bir süre sonra denilecek ki; “Ya işte gördünüz ne yaparsak yapalım orada devletle bir şey yapılmıyor.” E o zaman? Anayasa yapma sürecide var ya, “E o zaman oraların yönetimini onlara verelim.” Onlar dediği kime? PKK’ya verelim, onu da anayasa maddesi olarak koyalım adına da, “Yerel Yönetimlerin Güçlendirilmesi” diyelim böylece de Türkiye’den itiraz sesi yükselmesin. Yok, öyle bir şey! Türkiye Cumhuriyeti devleti acz içinde değildir. Hiçbir vatandaşımız devletin orada acz içinde gösterilmesine müsaade etmez. Milliyetçi Hareket Partisi bu ülkede var oldukça hiç kimse orada devleti acz içinde gösterip, anayasal bir hak olarak orada birilerine ayrıcalık, birilerine bağımsızlık, özerklik bilmem adına ne derseniz deyin, verilmesine izin vermeyecektir. Bunu herkes bilsin! Dost da bilsin, düşman da bilsin. Bu memlekette Milliyetçi Hareket Partisi var olduğu sürece ki, bundan kimsenin şüphesi olmasın, ilelebet var olacaktır,Milliyetçi Hareket Partisi var olduğu sürece o bölgelerde devletin acz içerisinde gösterilmesine Milliyetçi Hareket Partisi müsaade etmeyecektir. Türk milleti müsaade etmeyecektir.
Gökhan ALTUNKAŞ: Efendim biraz şöyle geriye dönüyorum, Hasip Kaplan’dan hareketli; şimdi Osman Baydemir kameralar karşısında hatırlıyorsunuz devlete küfretmişti, Aysel Tuğluk özerklik ilan etmişti, Selahattin Demirtaş Ankara Hakkâri’ye çok uzak buraya da bir başkent lazım demişti. Bu pervasız açıklamalara en son bu Hasip Kaplan’ın açıklamaları eklendi. Yani bu kadar küstahça açıklamalara hep bir soruşturma başlatılıyor; ama bu soruşturmalar nereye doğru gidiyor efendim, ne diyeceksiniz?
Sinan OĞAN: Şimdi, garip bir tesadüf Diyarbakır Belediye Başkanı bugün nerede biliyor musunuz? Bugün Cumhurbaşkanının kabulünde, köşkte… Yani AKP’ye bir ağacın dallarını bilmem ne yapan belediye başkanı bugün köşkte en üst düzey kabul görüyor! Böyle olunca, yapanın yanına kar kalınca; ağaç dallarını bilmem nereye bilmem ne yapanlar köşkte ağırlandığı sürece, Hocalı’da katliam yapanlar Bursa’da özel el yapımı, ev yapımı dolmalarla karşılanınca, Azerbaycan bayrağı çöpe atılınca ne olacak? İşte gördünüz, “Karabağ’ı biz aldık, Ağrı Dağı’nı da gençlere havale ediyorum” diyen Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan da, ağacın dallarını AKP’ye ve hükümete gönderenler de bugün köşke kabul ediliyor. Maalesef tablo bu. O zaman artık köşk sonrası Osman Baydemir’den herhalde artık başka türlü açıklamalar gelirse hükümetin adresine şaşırmamak lazım.
Gökhan ALTUNKAŞ: Efendim tabi tekrar az önceki konuya izninizle döneyim istiyorum. Yeni bir açılım paketinden bahsediliyor, ayrıntılar aslında yavaş yavaş çıkıyor; ama detaylandırmadan özellikle önceki açılım paketinde Habur’da yaşananlar hala hafızalarda. Türkiye’nin gerçekten ikinci bir açılım paketine ihtiyacı var mı? Yeni bir Habur manzarası olursa Türk insanı bunu hazmedebilir mi, kaldırabilir mi?
Sinan OĞAN: Şimdi, Türk insanı o kadar çok şeye alıştırıldı ki, maalesef son dönemlerde bakıyoruz, Abdullah Öcalan’a “Paşa” unvanı verelim diyenler, Atatürkçülüğü kendine hakaret olarak kabul edenler, devletin, Atatürk’ün kurduğu kurumlarda yönetici olarak atanıyor. Mümtaz’er Türköne mesela, bu zat dememiş miydi; ‘’Bodrum’da villa verelim, kendisine “Paşa” unvanı verelim Osmanlı böyle yapardı, Abdullah Öcalan’a teröriste böyle yapalım’’. Atatürkçülüğü kendine hakaret olarak kabul eden zat Atatürk’ün kurduğu kurumda bugün. “Orduyu kapatalım yeniden açalım” diyen zat bugün muteber görevlere veriliyor. Böyle bir anlayışın olduğu memleketimizde olacağı budur. Yani başka ne bekliyorsunuz ki, Allah aşkına! Türk Silahlı Kuvvetleri’ni her fırsatta yıpratan, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin mutfağında çalışanları, patates soğan soyanları “Bülent Arınç’a suikast yapıyor”diye ortalığı ayağa kaldıranları, Türk silahlı Kuvvetleri’nin en gizli noktalarına girenleri…
Gökhan ALTUNKAŞ: Kozmik odalar değil mi efendim?
Sinan OĞAN: Kozmik odalara girenleri, bugün o soruşturmaları yürütenleri siz alıp daha yüksek görevlere getirirseniz olacağı budur. Sahiden soruyorum, “Ne oldu? Bülent Arınç’a suikast olmuştu hani, nerede? Ortada bir dava mı oldu, bir dava açıldıysa neticesi nedir? Kim tutuklandı, hangi plan var ortada?” Yani balık hafızalı bir toplum haline mi geldik acaba, öyle bir hale mi getiriliyoruz? Ben açıkça söyleyeyim; Mora, Girit, bunların hepsi zamanında bizimdi. O zamanlar Girit’i, ‘”yahu Yunanistan buraları istiyor, buralar elimizden çıkabilir” diyenlere herkes gülüyormuş biliyor musunuz? “Yok canım sen de, kim alabilir elimizden’’ bu ifadeyi kullanıyordu. Bugün, bir zamanlar Girit’in bizim olduğunu okul çağındaki kaç öğrencimiz biliyor acaba? Bırakınız okul çağındaki, üniversitedeki kaç öğrencimiz biliyor? Vatandaşımızın yüzde kaçı biliyor? Hatırlayanımız var mı? Hiç öyle çok gerilere falan iki yüz, üç yüz sene öncesine gitmeye falan gerek yok. Girit bizimdi; ama şuan elimizde değil. Daha düne kadar Türkmenler bizim kırmızı çizgimizdi, Barzani bugün birilerinin abisi, dayısı olmaya başladı değil mi? Dışişleri ne diyor, “kak Mesut’” diyor, “Mesut ağabey”, “Mesut dayı” diyor. Yani çok uzağa gitmeye gerek yok. Bu zihniyetin yıprattığı, bu zihniyetin törpülediği bir memleket yaratılmış, bir insan tipi yaratılmaya çalışılıyor. Bu zihniyetin kalemşorları ise, işte Türkiye’ye Türk’e hakaret edenler; devletin muteber görevlerinde görevlendiriliyor. Dolayısıyla da Türk milletini bu anlamda daha uyanık olmaya davet ediyorum. Hepimiz uyanık olmak durumundayız, hepimiz hafızamızı her gün tazelemek durumundayız. Bu manada devletin bir proje partisi olan AKP tarafından, BOP Eş Başkanlığındaki AKP tarafından bu devletin dönüştürüldüğünü, bu milletin dönüştürüldüğünü görmemiz lazım. Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir parçası haline getirilmiştir Türkiye. İslam dünyası bu manada büyük bir coğrafya, büyük bir medeniyet olan İslam dünyası; İsrail’in güvenliği için yerle bir edilmiş durumdadır. Amerika’nın bölgedeki çıkarları için yerle bir edilmiş durumdadır. Kimin taşeronluğunda? Adalet ve Kalkınma Partisi’nin taşeronluğunda. Maalesef ve maalesef Haniye de bugünlerde Türkiye’de, maalesef ve maalesef İsrail’e ‘’one minute’’ demekle insanlarımızın bir kısmı zannediyor ki, inançlı insanlarımız kandırılarak zannediliyor ki, bunlar samimiyetle İsrail’e “one minute” diyorlar ama bunlarda o samimiyet olmadığını ben çok iyi biliyorum. Nerden biliyorum diyeceksiniz? İthalat ihracat rakamlarından biliyorum. Bakınız, her şeyin temelinde ekonomik veriler yatar. Ekonomik veriler bize bazı şeyleri çok net şekilde gösterir. Şimdi Suriye ile ticaretimizde bir gerileme var değil mi? Doğal, neden? Çünkü Suriye ile bugün, AKP sayesinde düşman olduk. Doğal olarak ithalat ve ihracatımız ciddi bir düşüş gösterdi. Peki, biz İsrail’le düşman mıyız şimdi? AKP’nin söylemlerine bakarsanız, evet “one minute” demişiz, dokuz vatandaşımızı İsrail katletmiş. “E peki, İsrail’le ticaretimiz bizim neden artıyor?” soruyorum. Yani bir hükümetten bir Allah’ın kulu çıksın söylesin, madem biz İsrail’le bu kadar düşmanız; yüzde kırk civarında bizim İsrail’le ithalatımız ihracatımız niye artıyor, hangi gerekçeyle artıyor? Demek ki birileri oyun oynuyor. Madem biz İsrail’le düşmanız Malatya’daki İran’a karşı İsrail'i koruyan Füze Savunma Sistemini niye kurduk? Yani o kadar çok ikiyüzlü bir siyasetle karşı karşıyayız ki, anlamak mümkün değil. Yani bunun başka bir örneğini de Fransa’da görüyoruz.
Gökhan ALTUNKAŞ: Onların hepsine yavaş yavaş geleceğim, şimdi dış politikaya izninizle yavaş yavaş geçeyim. İsrail’le de ilgili oldukçada ilginç bir sorum var ama tabi 2011 yılını geride bıraktık birkaç gün önce, son derece kritik bir yıldı dış politika açısından, özellikle Arap Baharı… Gerçi siz “sonbahar” diyorsunuz ona ama.
Sinan OĞAN: “Arap Sonbaharı” yani yaprak dökümü…
Gökhan ALTUNKAŞ: Evet ve son günlerdeki o sözde soykırım oylaması, İsrail-Türkiye ilişkileri, bu gibi başlıklar vardı… Arap Baharı’yla başlayalım ondan sonra İsrail ve Fransa’yla devam edeceğim. Nasıl okumak lazım efendim Arap Baharı’nı ve Türkiye bu işin neresinde, 2012’de nereye doğru gidiyor bu Arap Baharı?
Sinan OĞAN: Türkiye bu işin tam ortasında… Sayın Başbakan biliyorsunuz Büyük Ortadoğu Projesinin Eş Başkanı. Büyük Ortadoğu Projesi de bölgede Amerikan think tank’larının uzun süredir üzerinde çalıştığı bir projeyi hayata geçirmek üzere kurgulanmıştır. Nedir bu? Ilımlı İslamı Ortadoğu’da hâkim kılmak. Ilımlı İslam dediğiniz şey aslında, hani İslam’ın ılımlısı mı olur değil mi? Normalde İslam, İslam’dır. Yani bu kadar dine hürmet ettiğini söyleyen bir iktidar, bölgede ılımlı İslam modelini yani Amerikan İslam’ını bölgede yaymaya çalışmaktadır. Bunu nasıl yapıyor? Bunu öncelikle Türkiye’de denediler. Yani Türkiye’de adeta bir laboratuar gibi AKP’yi kurdular; AKP bir proje partisidir, Türkiye’de koalisyon hükümeti bilerek çatlatılmıştır, Türkiye bilerek ekonomik krize sokulmuştur, AKP kurdurulmuştur, AKP dış politikada pohpohlanmıştır, en son Arap coğrafyasında da sevilsin diye İsrail’e sahte çakmalarda bulunmuştur. Ne yapmıştır? “one minute” demiştir vesaire, gerçeğin öyle olmadığını biraz önce konuştuk. Ardından AKP iktidarı adeta bir rol model olarak bölgeye sunulmuştur. Obama Türkiye’ye geldiğinde kimse fark etmedi, Türkiye’ye bir şey önerdi; “model ortaklık”. Neyin model ortaklığı? İşte AKP’nin ılımlı İslam model ortaklığı önerildi, ardından Tunus’ta hadiseler başladı. Tunus’ta bu hadiseler başladığında, daha geçtiğimiz yılın ocak ayında yani üzerinden bir sene geçiyor, biz net bir şekilde ifade ettik. Dedik ki; “Bu bir Amerikan projesidir. Hedef Tunus falan değildir, asıl hedef Mısır’dır, Libya’dır, Suriye’dir ve en önemlisi İran’dır. Oralarda başlatılan rüzgâr buralarda fırtınaya dönüştürülmek istenecektir.” Bütün bunların hepsi Türkiye coğrafyasının etrafında yaşanıyor. Arap Baharı dediğiniz şey öyle demokrasi falan değildir. Bölgede İsrail’in güvenliğini sağlamak için kurgulanmış bir senaryodur. İsrail’in güvenliğini sağlamak için ne yapmanız lazım? Öncelikle Suriye’de rejimi değiştirmeniz lazım, ondan sonra İran’da rejimi değiştirmeniz lazım. Bakınız bugün bir haber dinledik; Katar’da, Katar da bu işlerin başkentidir, onu da söyleyeyim…
Gökhan ALTUNKAŞ: Evet efendim küçük bir ülke ama birçok şey de orada.
Sinan OĞAN: Hiç öyle küçük bir ülke değil. El Arabî, El Cezire falan bütün bunların hepsi Katar sermayesidir, Katar kaynaklıdır. Katar, Amerikan operasyonlarının bölgedeki ana üssüdür. Amerika’nın dünyadaki en büyük askeri üslerinden birisi de oradadır. Dolayısıyla, Katar’da El Kaide’nin irtibat bürosunun açılması tesadüf değildir. Yakında belki Türkiye’de de açacaklar onu da söyleyeyim. Yani, düşünün El Kaide Amerika’nın bir numaralı düşmanıdır değil mi?
Gökhan ALTUNKAŞ: Evet, bir ön anlaşmaya vardık diye bir açıklama yapıyorlar.
Sinan Oğan: El Kaide Amerika’nın bir numaralı düşmanıdır. Katar Amerika’nın bir numaralı müttefikidir. Amerika’nın bir numaralı düşmanı, Amerika’nın bir numaralı müttefikinde siyasi büro açıyor. Bu basit bir olay değil, bu hiç basit bir olay değil.
Gökhan ALTUNKAŞ: Nasıl yorumlamak lazım efendim bunu?
Sinan OĞAN: Bu meseleyi çok ciddi bir şekilde incelemek lazım, çok yakından takip etmek lazım… Yakında buradan hareketle, El Kaide’nin Türkiye’de de benzer bir irtibat bürosu açması ihtimali son derece yüksektir.
Gökhan ALTUNKAŞ: Hani bunlar terör örgütü değil miydi efendim?
Sinan OĞAN: Şimdi, daha bitmedi… Bir zamanlar Hamas’ta terör örgütüydü değil mi? Hala bir kısım ülkeler öyle kabul ediyor. Filistin’de biz, Mahmut Abbas başkanlığındaki El Fetih’i bir tarafa bıraktık, Hamas’ı ön plana çıkarttık. Bakınız, yakında PKK terör örgütünün de benzer bir sürece sokulma ihtimali yüksektir. Yani, sağda solda PKK’nın El Kaide gibi resmi siyasi bürolar açması hiç de uzak bir ihtimal değil. Diyeceksiniz ki; “Zaten PKK’nın büroları var”. Var, evet; ama onlar PKK’nın resmi bürosu olarak açılmış değil. İşte Kürt Kültür Derneği adı altında açılmış vesaire Avrupa’da var, birçok ülkede var, Yunanistan’da kampları var, Ermenistan’da açık kampları var. Şimdi yakında PKK benzer bir sürece sokulmaya çalışılacaktı. Bakınız, Suriye’de Arap Baharı’nın tesirlerini yakında göreceğiz. Nasıl göreceğiz; Suriye’deki Kürtler ayrı bir birim oluşturacaklar. Nasıl ki Amerika Irak’tan çekildi ve Irak’ta kıyamet kopma noktasına geldi, fiilen orada bir bölünme var ve Irak’ın kuzeyi artık ayrı bir devletleşmeye doğru gidiyor. Irak’ın kuzeyi, Suriye’nin Türkiye Irak sınırındaki o üçgen, İran’ın Türkiye Irak sınırındaki üçgen, İran’a da çünkü sırayı getirmeye çalışacaklar; oradan da bir parça koparacaklar, bütün bunları başta da Irak olmak üzere Türkiye’nin kontrolüne vermeye çalışacaklar. Bu ne demektir; bizde sorun azmış gibi, bu Türkiye’nin bir zamanlar 36. paralel, hani bütün bunların hepsi bizim isteğimizle yapılmıştı; ama orada bir Kürt devleti oluşturuldu. Şimdi, aynı senaryo oynanıyor. Bize diyecekler ki, “Bunları alın canım ne olacak sizin etkiniz altında olsun.” Zaten AKP’liler bu işe hazır, “Efendim biz büyüme sancısı yaşıyoruz” diyorlar. Aslında yaşadığımız şey, Türkiye’nin kontrolünde Irak’taki, Suriye’deki, İran’daki Kürt bölgelerinin Türkiye’deki, Güneydoğu Anadolu bölgemizdeki entegrasyonu sağlamak, bir süre sonrada hazır bir devlet olarak Türkiye’den koparılmasını sağlamak. Oynanan oyun, budur! Büyük Ortadoğu Projesi’nin ve Arap Baharı Projesi’nin de Türkiye yansıması bu şekilde hayata geçmiş olacaktır ve bütün bunlarında Eş Başkanı Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve Başbakan olan Sayın Erdoğan’dır.
Gökhan ALTUNKAŞ: Anlaşılan 2012’de daha sıkıntılı günler bu konuda yaşayacağız ki…
Sinan OĞAN: 2012 Türkiye açısından sıkıntılı geçecektir; hem dış politik gelişmeler açısından sıkıntılı geçecektir çünkü 2012’de daha çok Suriye ve İran’ı konuşacağız, Irak’ı konuşacağız, Irak’ın parçalanmasını konuşacağız, üçü de Türkiye sınırındadır, Rusya’yı konuşacağız oda Türkiye’nin komşusudur ve Çin’i konuşacağız 2012’de Çin’in ekonomik ataklarını konuşacağız. Şimdi, bu bölgeye ekonomik olarak ciddi bir şekilde girilmeye başlanacak Türkiye’de dâhil olmak üzere. Elbetteki Kıbrıs’ı konuşacağız yani.
Gökhan ALTUNKAŞ: Evet, yani bu başlıklar öne çıkacak ama yani belki de hiç istemediğimiz bir şey; ama o soruyu sormak isterim; Suriye Türkiye arasında bir sıcak çatışma olma ihtimali nedir sizce?
Sinan OĞAN: Hükümetin tavırlarına bakarsak, hükümet bu işe çoktan hazır.
Gökhan ALTUNKAŞ: Çünkü yüksek askeri şurada ilk defa yıllardan sonra savaş hazırlıklarına yönelik bir takım konuşmalar yapıldı.
Sinan OĞAN: Şimdi bakınız, geçtiğimiz yılın haziran ayında Amerika’daki Diplomat Dergisi’nin Pentagon muhabiri, daha öncede ifade etmiştim bunu, benimle bir röportaj yaptı. Tarih veriyorum, geçtiğimiz yılın haziran ayında bir röportaj yaptık ve röportajda şu soruyu sordu, The Diplomat etkili bir dergidir, daha Suriye’de hiç bir şey yokken “Suriye’ye ne zaman gireceksiniz?” sorusunu sordu.
Gökhan ALTUNKAŞ: Bu kadar net bir şey soruyor.
Sinan OĞAN: Bu kadar net… Dedim ki; “Yahu bir dakika, yani Suriye'ye Türkiye girer mi diye sormuyorsunuz değil mi?” “Hayır, Türkiye’ye ne zaman gireceksiniz?” dediler. Daha ortada hiç bir şey yok, bakınız. Onun ardından biraz ben meseleyi araştırmaya başladım. Başka yabancı gazetelerin, dergilerin muhabirleriyle de konuşmalarım oldu ve daha o tarihte, haziran, temmuz ağustosa doğru artık resmileşti. Suriye karışacak ve Suriye’ye Amerika seçimleri dolayısıyla sokacak askeri yok, Avrupa Birliği ekonomik kriz olarak zaten sıkıntıda. Avrupa Birliği, Fransa başta olmak üzere hepsinde neredeyse seçim var, onların da gönderecek askeri yok. E Suriye'ye asker sokabilecek, gönderebilecek tek ülke var, o da Türkiye. Bu işin senaryosu yaklaşık 6 – 7 ay önceden belliydi. Her çıktığım televizyon programında bunu ifade ettim dedim ki; “Türkiye’yi Suriye'ye sokacaklar, sokmaya çalışıyorlar, aman dikkat!”. Bugün geldiğimiz noktada bakın, Yüksek Askeri Şura’da savaş hazırlıkları yapılıyor. Biz bunu 6- 7 ay öncesinden insanlarımızı, memleketimizi uyarmaya başladık; ama maalesef Türkiye’de basın öyle bir hale getirilmiş ki; sizin gibi duyarlı birkaç basın kuruluşumuz dışında maalesef herkes kulağı var duymuyor, gözü var görmüyor noktasında herkes belli bir noktaya yönelmiş. Hep şunu ifade ediyordum, son birkaç aydır hep ifade ediyorum ve altını çiziyorum; Suriye’ye yönelik bir takım provokatif eylemler olacak, nitekim oldu. Hac otobüslerine saldırı oldu. Türk bayrağı yakıldı, vesaire. Yine aynı şeyi ifade ediyorum, bizim milli ve manevi değerlerimize bizim önemsediğimiz, özellikle Türk milliyetçileri olarak önemsediğimiz konulara yönelik Suriye kaynaklı provokatif eylemler bekleniyor. Bunun da amacı, Türkiye’de Suriye’ye asker sokulmasına karşı çıkan kesimleri “E ama bu Suriye’de çok oldu canım bakın şunu yaptı şunu yaptı şunu yaptı artık gidip haddini bildirelim’’ noktasına getirilecekler. Terör örgütü de bu çerçevede kullanılacaktı, nitekim kullanılıyor. Unutmamak lazım ki, Suriye’nin PKK içerisinde etkin bir askeri kanadı var. Suriye istihbaratı El Muhaberat, PKK içerisinde hala etkindir ve önümüzdeki süreç içerisinde benzer provokatif eylemleri o cenahtan da beklemek mümkündür çünkü siz Suriye’de rejimi değiştirmeyi kafanıza koymuşsanız, Suriye’de size karşı bir takım provokatif eylemlere girişecektir, bunu da beklemek lazım.
Gökhan ALTUNKAŞ: Efendim, tabi herhalde dediğiniz gibi bu yıl biraz daha hareketli geçecek özellikle o konuda; ama yılın sonunda gelişen o olaylara da bakalım bir izninizle. Fransa, Sarkozy yine yapacağını yaptı diyelim, sözde soykırım yasasıyla ilgili. Çok tartışıldı, çok konuşuldu; ama Fransa Parlamentosu’ndan 40-50 milletvekilinin katıldığı bir oylamada geçti. Şimdi biz büyükelçiyi geri çektik; ama büyükelçi tekrar gidiyor senatoda oylama yapılacağında kulis yapsın diye. Yaptırımlar açıkladık, geri unuttuk, bu sene yılbaşı programlarına baktığımızda Türkiye’den yüzde 30 artmış Fransa’ya gidenler, böyle de bir durum var. Bir de bakıyorsunuz, siz özellikle bu Güney Akım Projesi’yle ilgili yıllardır çalışıyorsunuz ki Rusya’yla biz bir anlaşma imzaladık; ama içini açtık baktık ki Fransa çıktı. Sinan Oğan neler söyleyecek bu konu hakkında?
Sinan OĞAN: Evet, yani Güney Akım Projesi de Rusların o matruşkası var, açtıkça içinden şey çıkıyor, AKP’nin de dış politikası matruşka gibi. Yani, açtıkça içinden sürprizler çıkıyor. Hakikaten durum trajikomik hal almaya başladı. İsrail’e “one minute” diyorsunuz ardından İsrail’e kalkan oluyorsunuz. İsrail’e “one minute” diyorsunuz, dokuz vatandaşımız İsrail hunharca katlediyor, bu provokatif eylemi hazırlananlar ortalıkta dolaşıyor.
Gökhan ALTUNKAŞ: Özür bekliyorsunuz, özür gelmiyor.
Sinan Oğan: Yahu, bunların hepsi zaten bir tarafta kalmış. Bu işin başrol oyuncuları İHH İnsani Yardım Vakfı vesaire gibi kuruluşlar bakıyorsunuz ortalıkta daha büyük bir şeyle dolaşmaya başladılar. Öte taraftan İsrail’le düşmanız diyoruz, ithalatımız ve ihracatımız artıyor. Fransa’ya yaptırım uygulayacağız diyoruz, giden turist sayısı artıyor. Yani bu nasıl bir iştir? Fransa’ya yaptırım uygulayacağız diyorsunuz, Güney Akım gibi Türkiye’nin aleyhine bir projeye “evet” diyerek Fransa’nın yüzde on beş payını da onaylamış oluyorsunuz. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu! Enerji Bakanı Taner Yıldız’a buradan soruyorum, mecliste de soracağım bunu; önergeyle soracağım… Nedir bu yahu Allah aşkına, bu kepazelik nedir? Fransa bize karşı, bizim tarihimize karşı, bizim şanlı tarihimize karşı soykırımcı damgasını vuruyor, soykırım yoktur diyenlere ceza veriyor siz Fransa’nın yüzde 15 ortak olduğu Güney Akım Projesi’ni onaylıyorsunuz. Utanmadan bir de kalkıp, “Efendim, biz verdiğimiz sözü Rusya’ya karşı tuttuk’’ diyorsunuz, Enerji Bakanı’nı ifade ediyorum. Bu nasıl bir iştir bunu anlamak mümkün değil. Adalet ve Kalkınma Partisi’ni bu manada anlamak mümkün değil. Ortada samimiyetsizlik deseniz var, kepazelik deseniz var ve öyle ki devleti zarara uğratmak deseniz hepsi var, iki yüzlülük deseniz fazlasıyla var. İsrail’e “one minute” ama İsrail’e ithalat ve ihracatınız artsın. Fransa’ya “one minute”; ama Fransa’nın projesine onay veriyorsun, bu nasıl bir iştir Allah aşkına! Bütün bunların hepsini de vatandaşlarımızın değerlendirmesine bırakıyorum yani. Vatandaşlarımız AKP’nin iki yüzünü, ikinci yüzünü görmek durumdadır. Vatandaşlarımızın, maalesef Türk vatandaşları olarak, biz Türk insanı olarak bir takım duygularımız okşandığında çok çabuk fikir değiştire biliyoruz. İsrail’e “Oh, işte ne güzel Kasımpaşalı edasıyla one minute dedi” deyip gaza gelebiliyoruz; ama halbuki İsrail'i koruyan kalkan projesini göremiyoruz. İsrail’e mal satışımızın arttığını ve İsrail’in mallarının daha çok Türkiye’ye girdiğini göremiyoruz. “Fransa’ya öyle yapacağız, şöyle yapacağız, böyle yapacağız” diyoruz, öte taraftan Fransa’nın Güney Akım Projesi’nde yüzde 15 payı olduğunu vatandaş olarak göremiyoruz. Yani artık bu AKP’nin ikiyüzlülüğünü vatandaşımızın görmesi lazım… Bize de görev düşüyor tabi, size de görev düşüyor, basına da görev düşüyor. Siz elbette tarafsızsınız, her görüşe yer veriyorsunuz bizimde görevimiz vatandaşımıza bu AKP’nin ikiyüzlü siyasetini göstermektir. Bu ikiyüzlü siyasete 2012’de AKP devam edecektir, bundan hiç şüphem yok. Bize de 2012 senesinde daha çok çalışmak düşecektir. AKP’nin bu ikiyüzlü siyasetini vatandaşa anlatmak düşecektir.
Gökhan ALTUNKAŞ: Ki az önce dediniz ya, basın olarak gerçekten tarafsız olarak elimizden geleni yapmaya gayret ediyoruz ki sizi çağırıyoruz davete geliyorsunuz, Cumhuriyet Halk Partisi de, Adalet ve Kalkınma Partisi’nden de sanmasın ki kimse çağırmıyoruz. Emin olun çağırıyoruz; ama ne yazık ki geri dönüşüm alamıyoruz ki, ekranlar her zaman emin olunuz ki açıktır. Hazır siz bunu söylemişken ifade edeyim.
Sinan OĞAN: Yani AKP tabi basına o kadar şey altına almış durumda ki… Yani basının önemli bir kısmını etkisi altına almış durumdaki, bilmiyorum herhalde kendisini bu anlamda gelip anlatmaya ihtiyaç mı hissetmiyor. Bilmiyorum ki sebebi nedir, işin o kısmına çok girmek istemiyorum; ama ben eminim ki, siz bizi davet ettiğiniz gibi AKP’yi de davet ediyorsunuz. Keşke gelseler buraya, çağırın AKP’den istediğiniz AKP’nin yetkilisini, gelsinler dış politikayı tartışalım. Gelsinler AKP’nin politikalarını tartışalım. Tartışalım, vatandaşın terazisi böyle en ince en hassas terazidir. Vatandaşta terazisine koysun, bizim de görüşlerimizi koysun, AKP’nin de görüşlerini kararlarını versin.
Gökhan ALTUNKAŞ: Bizde her zaman ekranlarımızın onlara da açık olduğunu buradan ifade edelim. Şimdi yavaş yavaş sona doğru geliyoruz efendim; ama tabi İsrail’le ilgili çok örnekler verdiniz; “one minute”, Mavi Marmara olayı; ama çok gergin bir yıl geçti görünüyor; ama işte sizin dediğiniz gibi ekonomik rakamlara baktığımızda da alttan alta ciddi bir alışverişte görünüyor. Şimdi Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu, o gün bütçe görüşmelerinde şöyle bir şey söyledi; “Uyguladığımız politikalarla İsrail’e resmen diz çöktürdük” dedi. Bunu hepiniz görüyorsunuz, hakikaten diz çöktürdük mü efendim?
Sinan OĞAN: Şimdi bakınız, Mavi Marmara hadisesinin hemen ertesinde ben o zaman TÜRKSAM Başkanı olarak 32. Gün programına katıldım. Orada Abdurrahman Dilipak da vardı, AKP’nin o dönemki milletvekili Zeynep Dağı da vardı. O zaman AKP’nin milletvekili de, AKP’ye yakın o gruplarda o kadar ciddi suçlamalarda bulunmuşlardı ki, o kadar ciddi iddialarda bulunmuşlardı ki, şu an arşivden çıkartılıp bakılabilir Abdurrahman Dilipak demişti ki; “Şu an yirmi bin taraftarımız Suriye üzerinden İsrail’e girmek üzere.” Ardından ne demişlerdi, “İkinci Mavi Marmara’yı yola çıkarıyoruz, Gazze’de ambargoyu deldik. İsrail diz çöktü, özür dileyecek. İsrail'i elimizden artık kimse alamaz.” Ne oldu? İsrail özür diledi mi? Hayır. Tazminat ödedi mi? Hayır. Dokuz vatandaşımız pisipisine gitti gencecik, hele Furkan… Gencecik yahu o kadar çok üzüldüm ki emin olunuz, gencecik çocuk götürüldü bir takım çevrelerce İsrail kurşunlarına hedef ettirildi ve o insanlarımızda sanki kutsal bir dava uğruna şehit olduklarını düşündüler. Tabi bu Allah’ın takdiridir; ama bizim gördüğümüz de şudur; bunlar ikiyüzlü, bunlar son gece AKP milletvekillerini ve AKP’nin yandaşlarını gemiden çeken insanlar. Kendileri niye gitmediler, kendileri de gitselerdi niye sadece masum vatandaşlarımız İsrail’in kurşunlarına hedef ettirildi, niye yanına iki tane savaş gemisi vermediniz madem bu kadar cesaretliydiniz. Hani yanına iki tane savaş gemisi verip Mavi Marmara’ya bir daha gönderecektiniz, niye cesaretiniz mi yetmedi Allah aşkına? Dolayısıyla baktığınız zaman, İsrail’e diz çöktürmek falan yok. Bunlar İsrail’le işi pişirmişler ben size açık söyleyeyim. İthalat ihracat rakamları bunu gösteriyor, bunlar ikiyüzlü, bunların samimiyetsizliğinden benim zerre kadar şüphem yok; ama vatandaşımızın bir kısmını kandırmışlar işte. Yani hiç öyle Ahmet Davutoğlu’nun dediği gibi İsrail’i diz çöktürmek falan yok, açık söyleyeyim. İsrail’le bir taraftan düşmanız havası vermeye çalışıyorlar, öte taraftan ticaret yapıyorlar. İsrail’e “one minute” diyorlar, öte taraftan İsrail’e kalkan oluyorlar. Bunların dolayısıyla da bu manada samimiyetsiz BOP Eş Başkanı ve Amerikan çıkarlarının Ortadoğu’daki temsilcisi, İsrail'in güvenliğini sağlamak konusundaki taşeronluktan öteye bir duruşları, bir siyasetleri yok.
Gökhan ALTUNKAŞ: Peki, 2012’de Türkiye – İsrail ilişkileri nasıl seyreder? Daha mı
kötüye gider, daha mı iyi olur, nasıl olur?
Sinan OĞAN: Türkiye – İsrail ilişkileri 2012’de bu havada seyreder, çünkü alan memnun satan memnun. Yani İsrail bu işten çok memnun, niye memnun? AKP Suriye’de rejimi devirmeye çalışıyor, o rejimden Türkiye mi rahatsız, İsrail mi rahatsız, ben size sorayım? Yani Esad rejiminden en çok kim rahatsız? İsrail. İran rejiminden en çok kim rahatsız? İsrail. Şimdi Türkiye buralarda rejim değiştiriyor niye? Çünkü İsrail o rejimlerden rahatsız. Kim gelecek yerine? İsrail’e daha yakın birileri. Kimin eliyle? Türkiye’nin eliyle. Bir taraftan “one minute” demeye devam edeceğiz öte taraftan İsrail için Mehmetçiğimizi belki de Şam’a göndereceğiz, Suriye'ye sokacağız, hava koridorları oluşturacağız, vesaire. Şimdi öyle büyük bir ikiyüzlülük var ki, bunu vatandaşımızın görmesi lazım Gökhan Bey. Bu ikiyüzlülük, bu sahte siyaseti Türk milletinin görmesi lazım…
Gökhan ALTUNKAŞ: Efendim, geçtiğimiz günlerde yine konuğumuz Mehmet Şandır Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili’ydi. Dedi ki; “Şimdi sınırın öbür tarafında o kadar çok Türkmen var ki, kime silah doğrultacağız oraya gidersek.” Hakikaten böyle sıcak bir çatışma olursa biz kardeşimize mi silah çekeceğiz?
Sinan OĞAN: Niye olsun Allah aşkına, niye? Bizim orada ne işimiz var yahu? Biz orada gidip sıcak çatışmaya niye girelim. Eğer sıcak çatışmaya gireceksek bugün Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli ifade etti; “Irak’ın ötesinde bir güvenlik bölgesi oluşturulması lazım” dedi. Gidelim oluşturalım, niye çünkü bizim Mehmetçiğimize kurşun sıkıyor orada, kaymakamı dağa kaldırıyor, öğretmeni dağa kaldırıyor. Gidelim Kandil’i ele geçirelim, orada güvenlik bölgesi oluşturalım. Yok, Kandil kalmış bir tarafta, Suriye’de güvenlik bölgesi oluşturacağız. Kimin adına oluşturacağız? Amerika adına. Kimin adına? İsrail adına. E bunlar Amerika’nın taşeronu dediğimizde haksız değiliz. Zaten Sayın Başbakan’da, “Ben BOP’un Eş Başkanıyım” diye boşuna dememiştir. Gereğini yapıyor.
Gökhan ALTUNKAŞ: Evet efendim son olarak şunu sormak isterim, az önce “İran dediniz ya, İsrail kendine yakın rejimler istiyor” Suriye’de bir rejim değişikliği olursa bu yıl içerisinde, bundan sonraki hedef galiba İran görünüyor. Tabi, İran bölgede önemli ve güçlü bir ülke, İran konusundaki sizce öngörüler nedir?
Sinan OĞAN: Ben 2011’in Ocak ayındaki öngörümü ortaya koydum ve açık bir şekilde ifade ettim ki projenin asıl hedefi Suriye ve İran’dır ve korkarım ki bu projeyi hayata geçirenler Türkiye’nin de katkısıyla Suriye’de rejim değişikliğinde muvaffak olacaklar. Öyle görünüyor. Suriye’de Esad rejimini devirecekler; ama tek sıkıntıları İran’ın cepheyi Şam’a; Suriye’ye taşımış olması. Bu çevrede iş kolaylıkla halledilmiyor çünkü İran’da biliyor ki, Suriye yıkılırsa Tahran’ın yıkılması çok daha kolay hale gelecektir. 2012’nin Mart ayında biliyorsunuz, İran’da seçimler var, bu sürece doğru hadiseler daha da gelişecektir. Suriye yıkıldıktan sonra bu defa bütün hedefler İran’a doğru kilitlenecektir.
Gökhan ALTUNKAŞ: Biraz daha sıkıntılı bir yıl bekliyor bizi değil mi?
Sinan OĞAN: Yani Türkiye’yi çok sıkıntılı bir yıl bekliyor. Çünkü Mısır bizim sınırımızın biraz uzağındaydı, Libya, Tunus uzağındaydı; ama Suriye öyle değil. Yani geçtiğimiz günlerde Türkiye’de, ben Dışişleri Komisyonu üyesiyim, hem Anayasa Komisyonu hem Dışişleri Komisyonu üyesiyim, bizim komisyona vatansızlarla ilgili bir madde geldi, bir kanun tasarısı geldi ve AKP oylarıyla geçti. Önümüzdeki günlerde meclis gündemine getirilecek. Suriye’deki vatansızlar meselesinin bir boyutu bakıyorsunuz, Türkiye’ye doğru yansıyacak. Şimdi aynı şekilde Irak’taki o kampların boşaltılması ve o kamplardaki insanların Türkiye’ye getirilip Türk vatandaşı yapılması hesapları var. Bütün bunlara baktığınız zaman AKP iktidarının Türkiye’nin sorunlarını daha da arttırmaya yönelik, Türkiye’nin bölünmesini daha da kolaylaştırmaya yönelik bölgedeki Amerikan ve İsrail çıkarlarının daha fazla hayata geçirilmesine yönelik adımlarının 2012 yılında da maalesef “durmak yok, yola devam” sloganıyla devam ettirileceği anlaşılıyor.
Gökhan ALTUNKAŞ: Şunu da sormadan geçemeyeceğim hemen birkaç cümleyle; Suriye, İran tabi çok önemli ülkeler bölgede. Bir hareketlilik olursa bölgenin önde gelen ülkelerinden Rusya ve Çin konuşmalarınızın içerisinde de söylemiştiniz, nasıl bir yol izlerler? Yani çok daha büyük olayların yaşanabileceği bir duruma gider miyiz?
Sinan OĞAN: Ne Rusya ne Çin, Suriye ve İran için batıyla savaşa girmez. Zaten Rusya biliyorsunuz, Libya’da çok fazla sesini çıkarmadı. BM kararlarına muhalefet etmedi, Mısır’da, Tunus’ta falan sessiz kaldı. Rusya ne zaman ki Suriye noktasında sesini çıkartmaya başladı; şimdi aynı senaryolar Rusya’da da hayata geçmeye başladı. Yani Rusya şimdi kendi derdine düştü. Yani Putin yüzde ellinin altında oy aldı, Birleşik Rusya Partisi. Putin şimdi önümüzdeki mart ayında seçim var Rusya’da, devlet başkanlığı seçimi var, şimdi Rusya’nın her tarafına yayılan gösteriler var. Belki Arap Baharı’nın bir Rusya versiyonu, Rus Baharı senaryosu gündeme gelecek. Orada gerçekleşmese bile en azından Rusya’ya şu denecek; “Otur oturduğun yerde bizim burada işimize karışma”. Çin zaten kendisine bir hedef koymuş, “Ben 2020 yılına kadar ekonomik olarak Amerika’yı yakalayacağım, o zamana kadar ben dünya meselelerinde hiç kimseyle sürtüşme istemiyorum.” Dolayısıyla, Çin biraz belki rahatsızlığını ifade edecektir falan; ama Amerika’yı veya batıyı o anlamda karşısına almayacaktır. Meydan o anlamda tamamıyla Batı’ya, Amerika’ya ve İsrail’e kalmış durumdadır.
Gökhan ALTUNKAŞ: Yani Rusya ve Çin çok daha… Belki isteseler bile o kadar etkili olmayacaklardır.
Sinan OĞAN: Yani sesini çıkartacaklardır, itiraz edeceklerdir, belki Güvenlik Konseyi’nde “evet” demeyeceklerdir, belki çekimser kalacaktır, belki karşı çıkacaklardır; ama netice itibariyle çok etkili olmayacaklardır, olamayacaklardır çünkü onlarında her birine ayrı bir sorun yumağı şimdiden hazırlanıyor.
Gökhan ALTUNKAŞ: Efendim, tabi bu yeni yılın hem dünyaya hem ülkemize hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyoruz ve dileriz zorluk ve sıkıntılardan uzak, daha rahat ve feraha çıktığımız bir yıl olur diye umut ediyoruz.
Sinan OĞAN: İnşallah! Sizin vasıtanızla da bütün vatandaşlarımıza yeni yılda yeni umutlar arzu ediyorum. Yeni bir yılın vatandaşlarımız açısından öncelikle sağlık, mutluluk, başarı ve AKP’nin bu ikiyüzlülüğünden kurtulmaya başladığı bir yıl olmasını umut ediyorum.
Gökhan ALTUNKAŞ: Efendim çok teşekkür ediyoruz, bu yoğunluğunuz arasında bizi kırmadığınız için teşekkürler.
Sinan OĞAN: Sağ olun.