Kurumumuz Bünyesinde Stajyer Alınacaktır.

13 Şubat 2023

Staj Başvurusu
Kurumumuz Bünyesinde Grafik Tasarım Uzmanı Alınacaktır!

13 Mart 2023

İş Başvurusu
DUYURULAR
Doğu Akdeniz’deki Yetki Alanı Meselesi

Devletlerin bazı egemen haklara sahip olduğu kabul edilen ve uluslararası deniz alanını oluşturan “yetki alanları” vardır. Bunlar, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgeler (MEB) olarak ifade edilmektedir.

Kıta sahanlığı, ülkeyi oluşturan kara parçasının deniz altındaki uzantısına denilmektedir. Her kara devletinin en az 200 deniz mili mesafeye kadar kıta sahanlığı hakkı vardır. Bu bağlamda Türkiye bir kara devletidir ve kıta sahanlığı vardır. 1958 Cenevre Deniz Hukuku Konferansı’nda kabul edilen Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nin 4. maddesine göre, “sahil devleti, kıta sahanlığı üzerinde araştırma yapmak ve doğal kaynakları işletmek bakımından egemen haklarını kullanır” denilmektedir.

Münhasır ekonomik bölge (MEB) ise “karasularının ötesinde ve bu sulara bitişik, belirlenen özel hukuki rejime tabi sahildar devletin hak ve yetkileri ile diğer devletlerin hakları ve serbestliklerinin belirlendiği bölgeyi ifade etmektedir.”  Adalar, bu bağlamda MEB üzerinde tam olarak hak sahibi değildir ve egemenlik hakkı ileri süremezler! 

Doğu Akdeniz coğrafyası dikkate alındığında, karşılıklı kıyıların uzunluğu 400 deniz milinden kısadır. Bu nedenle de bu bölgedeki devletlerin MEB ilan edeceklerinde belli ilke ve kurallar çerçevesinde sınırların belirlenmesi için ilk önce karşılıklı olarak mutabakatlar sağlamaları gerekmektedir. MEB'in belirlenmesi uluslararası hukuk, örf adet hukuku ve içtihatlara göre 3 temel ilkeye dayanmaktadır. Buna göre, ortay hat çizgisi, bölgelerin ilgili taraflarca anlaşmayla belirlenmesi ve hakkaniyet ilkesi göz önünde bulundurulmaktadır. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) hukuken tek taraflı olarak Kıbrıs Türkleri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin hak ve hukukunu yok sayarak sözde MEB’i ilan etmiştir.

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nun 1962 tarihli doğal kaynaklar üzerinde Daimi Egemenlik Kararı’na göre, doğal kaynaklar o ülkede yaşayan halklara ve milletlere aittir, denilmekte ve devletlerden asla bahsedilmemektedir. GKRY’nin bu anlamda tek yanlı olarak yasa dışı biçimde ilan ettiği sözde MEB’i ile Kıbrıs Türklerinin haklarını gasp etmesi kesinlikle kabul edilemez.

GKRY’nin hukuken tek taraflı olarak MEB ilan etme hakkı yoktur. Bir yerde birden fazla devlet ve birden fazla halk varsa hele de tartışmalı olan devlet kendi başına tek taraflı olarak MEB ilan edemez! Eğer Kıbrıs Cumhuriyeti adada tek bir devlet olsaydı o zaman MEB ilan edebilirdi. Mevcut durum itibarı ile fiili olarak Kıbrıs adasında Türk, Rum ve İngilizlere ait 3 ayrı devlet bulunmaktadır. Buradaki mesele Kıbrıs Türklerinin (1960) kurucu ortağı olduğu Kıbrıs Cumhuriyeti’nden 1963’de silah zoru ile atılması ve söz konusu devletin üniter Rum devletine dönmüş olma meselesidir. Kıbrıs Cumhuriyeti olarak anılan devlet tek başına Rumlara ait değildir. Meselenin özü budur!   

GKRY Mısır, İsrail ve Lübnan ile Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bölgedeki haklarını yok sayarak ikili anlaşmalarla MEB ilan etme yoluna gitmişlerdir. Yunanistan ise resmi olarak Doğu Akdeniz’de MEB ilan etmemişse de Avrupa Birliği kurumlarının yayınlamış olduğu haritalarda da görüleceği gibi Meis Adası’nın güneyindeki sahada MEB dikte etmeye çalışmaktadır.

Yunanistan Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarına ilişkin olarak, “Girit, Kaşot, Kerpe, Rodos ve Meis” hattını esas alarak ortay hatta dayalı bir deniz yetki alanı oluşturmak istemektedir. Bu amaç doğrultusunda Yunanistan, Mısır ve Libya ile de anlaşmalar yapmaya çalışmıştır. Yunanistan bu yolla hem Türkiye’yi kendi içerisine hapsetmek hem de Kıbrıs Ada’sını denizden denize bağ kurarak karada başaramadıkları Enosis’i deniz üzerinden (mavi vatan) gerçekleştirme hayalleri içerisine girmiştir!

GKRY’nin hukuken tek taraflı olarak 2003 yılında Mısır, 17 Ocak 2007’de Lübnan ve 3 Şubat 2011’de de İsrail ile imzaladığı Münhasır Ekonomik Bölge Sınırlama Anlaşmalarının geçerliliği ve bu anlaşmalar sonrasında parsellenen bölgeler Doğu Akdeniz’de yaşanmakta olan tartışma ve gergilimin temelini oluşturmaktadır.

GKRY’nin tek yanlı ve adanın “tek hakimi” gibi davranarak sözde parsellediği blokların 1,4,5,6 ve 7 numaralı kısımları Türkiye’nin kıta sahanlığı ile ve ayrıca 1, 2, 3, 8, 9, 12 ve 13 numaralı kısımları ise KKTC’nin deniz sınır alanları ile örtüşmektedir. Yaşanan gelişmeler çerçevesinde KKTC kendi hükümranlık haklarını kullanarak 2011 yılında Türkiye’nin ulusal kuruluşu olan Türkiye Petrol Anonim Ortaklığı'na A,B,C,D,E,F,G diye 7 tane alan tanımlayarak ruhsat vermiştir. Bu bağlamda Türkiye mevcut kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgeleri dolayısıyla Doğu Akdeniz’de hukuken sahip olduğu alanlar yanında bir de KKTC adına tüm adanın etrafında Türkiye Petrolleri aracılığı ile de hak ve söz sahibidir.

Türkiye Cumhuriyeti yaşanan gelişmeler karşısında hem 32°16'18" doğu boylamından itibaren Kıbrıs adasının batısında kalan deniz alanlarında meşru hak ve yetkilerini kayda geçirmiş. Hem de 32º 16′ 18″ meridyeninin batısı boyunca kendisine ait olan kıta sahanlığının dış sınırlarını oluşturan bölgelerin aynı zamanda Mısır ile deniz sınırını oluşturmakta olduğunu 2 Mart 2004 tarihinde BM belgesi olarak yayınlanan mektubuyla resmi olarak kayda geçirmiştir. 

Türkiye Cumhuriyeti uluslararası deniz hukukundan kaynaklanan ve doğal hak kabul görülen 200 millik bir kıta sahanlığı hakkına sahiptir. Bu durumda ipso facto (fiilen) ve ab inito (başlangıçtan beri) ilkesinin geçerli bulunduğunu, söz konusu alanı BM Deniz Hukuku Bülteni’nde de 2 Mart 2004’te yayımlatmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti ayrıca Doğu Akdeniz’deki yetki alanlarının belirlenmesi hususunda, bölgede ikili veya üçlü deniz yetki alanlarının paylaşılması hususunun kabul edilemez olduğunu 2004 Turkuno DT/4739 (Mart 2004), 2005 Turkuno DT/16390 (Ekim 2005) ve UN. Doc. A/61/1011/-S/2007/456 (Temmuz 2007) sayılı notalarda açıkça ifade etmiştir. Bölgede yapılacak olan MEB anlaşmalarının kıyıdaş bütün devletlerin katılımı ve uluslararası hukukun temel prensibini oluşturan hakkaniyet ilkesiyle yapılması gerektiğini sürekli vurgulamış, vurgulamaya da devam etmektedir.

Doğu Akdeniz’in stratejik önemi, dünya deniz taşımacılığının önemli bir geçiş noktası olmasının yanında son yıllarda bölgede bulunduğu iddia edilen enerji rezervleriyle bir kat daha artmıştır. ABD Jeolojik Araştırma Kurumu'nun yayınladığı verilere göre, Doğu Akdeniz’in doğusunda, Kıbrıs adası ile Suriye, Lübnan, İsrail ve Filistin devletlerinin ortasında kalan Levant havzasında ortalama 1,7 milyar varil petrol, 3.45 trilyon metreküp doğalgaz olduğu iddia edilmektedir.

Dönemin AB liderleri anlaşılan o ki 1 Mayıs 2004’de Güney Kıbrıs’ı Orta Doğu ve Doğu Akdeniz bölgesinde daha etkin bir aktör olabilmek için AB’ne üye almışlardır. AB bu sayede Ortadoğu ve Doğu Akdeniz coğrafyasında GKRY üzerinden daha aktif olarak hamleler yapabilme imkânına sahip olmuştur.

Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanı meselesinin özü; Rumlar nasıl 1963’de silah zoru ile Kıbrıs Cumhuriyeti’ni gasp ederek üniter Rum devletine dönüştürmüşlerse, günümüzde de Ada’nın etrafındaki tüm yetki alanlarını (MEB) aynı şekilde gasp ederek bu duruma meşruiyet kazandırabilme meselesidir.

AB, Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanı meselesinde ne yazık ki tarafsızlığını koruyamamış. Bilakis Yunanistan ve GKRY’nin yanında yer alarak konuya müdahil olmayı tercih etmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti ve KKTC en başından beri Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanı meselesinin barış ve uzlaşı zemininde uluslararası hukuk ve hakkaniyet çerçevesinde çözümlenebilmesi için çaba göstermektedir. Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanı meselesinde bakalım ilerleyen günlerde daha ne gibi gelişmelerin yaşanacağını hep birlikte yaşayarak göreceğiz…