Kurumumuz Bünyesinde Stajyer Alınacaktır.

13 Şubat 2023

Staj Başvurusu
Kurumumuz Bünyesinde Grafik Tasarım Uzmanı Alınacaktır!

13 Mart 2023

İş Başvurusu
DUYURULAR
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Yunanistan’a Ziyaretinin Düşündürdükleri

Kortej geçerken halk tezahürat yapıyordu. O günkü  Zafer gazetesinin baş sayfası Kral ve Kraliçe’nin Türkiye’yi  ziyaretinin haberlerine tahsis edilmişti.  Sayfada misafirlerin fotoğraflarıyla birlikte Türk ve Yunan bayrakları yer alıyordu. Yuan misafirlerin Ankara’da karşılanmasına dair haberler ertesi günkü gazetelerde “Dost Elen Hükümdarları Ankara’da Muhteşem Tezahüratla Karşılandılar” şeklindeki başlıklarla manşetten verilmişti.

Yunan Kralı’nın ziyaretini Cumhurbaşkanı Celâl Bayar 27 Kasım – 3 Aralık 1952 tarihleri arasında Pire – Atina – Selânik – İskeçe – Gümülcine’yi kapsayan ziyaretiyle iade etti. Türkiye’de gazeteler ziyareti  önemli tarihî bir olay olarak yansıttı.  Basınımızda Bayar’ın Yunanistan’da karşılanmasına dair haberler “Cumhurbaşkanı Yunanistan’da yürekten sevgi ile karşılandı”; “Pireden Atina’ya kadar çiçek ve konfeti yağmuru”; “Türk – Yunan Dostluğu”; “Atina heyecenlı saatler yaşıyor”; “Halk Bayar’ı görebilmek için geceden sokaklara döküldü” gibi başlıklar altında yayınlandı.

Yunan Kralı Paulos’un Bayar’ın şerefine düzenlediği ziyafette yaptığı konuşmasında kullandığı  “tarih ve mukadderat bugün birleşmemizi tam ve mutlak bir hale getirmiştir” sözü öne çıkarıldı. 13 yaşındayken Türkiye ile Yunanistan arasında yaşadığım bu dostluk olaylarının bir benzerine iki devlet arasında hayatım boyunca bir daha tanıklık etmedim.

Bu neden böyle olmuştur?

Çünkü Yunanistan, Atatürk’ün barış vizyonunun eseri olan Lozan Antlaşması’yla Türkiye ve Yunanistan arasında 1923’de kurulan stratejik dengeleri içine sindirememiştir. Kendisini tarihten miras kalan “megali idea”

ideolojisine esir etmiştir. Her fırsat ve imkânı Türkiye’ye karşı “irredantist” emellerle “yayılmacı” adımlar atmak için kullanmıştır. Bir komşu ülkeye karşı izlenen husumet politikası hiçbir ülkede Yunanistan’da olduğu kadar politikacıya iç siyasette puan kazandırmamıştır. Türkiye ile Yunanistan arasında dostane ilişkiler kurulduğunun sanıldığı zamanlarda dahi komşumuz çok geçmeden Türkiye’ye karşı husumet veya “kontrollü gerginlik” politikası uygulamaktan kendisini alamamıştır. Türkiye’ye karşı yaklaşımlarında “düşmanımın düşmanı benim dostumdur” zihniyetini terk edememiştir.  Yunanistan iki devlet arasındaki  dostluk dönemlerini dostluğu halka mal ederek sürekli kılmak için değil, kendi saplantılı hedefleri yönünde istismar etmek için kullanmıştır. Beni bu düşünceye sevk eden aşağıda zikredeceğim olgular, iki ülkenin dostluk ve işbirliği sürdürdüğü 1930 – 1955 döneminde ortaya çıkmıştır. Bunları hatırlamakta fayda vardır:

1. Türkiye ile Yunanistan’ın Ege denizindeki karasuları genişlikleri Lozan Antlaşması’nda (Madde 12) zımnen 3 mil olarak saptanmıştı. Yunanistan 1936 yılında karasularını 3 milden 6 mile genişletmiştir.

2. Lozan Antlaşması’ndan sonra millî hava sahaları da, devletler hukukunun teamülî kurallarına uygun olarak karasularının genişlikleri kadar, yani 3 mil olmuştur. Yunanistan, 1931 yılında millî hava sahasını, karasuları 3 mil olmasına rağmen 10 mile genişletmiştir.

3. Yunanistan 1952 yılında uluslararası sivil havacılıkla ilgili teknik bir hizmet olarak üstlendiği “Uçuş Bilgilendirme Bölgesi” (Flight Information Region – FIR) görevini, millî egemenlik alanlarına giren bir yetki olarak kullanma cihetine gitmiştir.

4. Yunanistan 1955’den itibaren 1923 Lozan ve 1947 Paris Barış Antlaşmalarından  doğan vecibelerini açıkça ihlâl ederek, Doğu Ege Adalarına ve Oniki Ada’ya asker ve silâh yığmaya başlamıştır.

5. Yunanistan, Batı Trakya’daki Türk azınlığının varlığını ve Lozan Antlaşması’ndan kaynaklanan özel statüsünü ortadan kaldırmağa yönelik uygulamalar içine girmiştir.

Yunanistan’da hükûmetler “megali idea”  ülküsünün ve Kıbrıs’ta “enosis” hedefinin kendilerinde yarattığı saplantılar yüzünden Türkiye’ye yönelik politikalarında rasyonel düşünme yeteneğinden maalesef mahrum kalmışlardır. Gerçekten de, Yunanistan, 1952 yılında önce Başbakanlar, daha sonra da Yunan Kralı’nın ve Cumhurbaşkanı Bayar’ın karşılıklı ziyaretlerinin yarattığı, iki ülkenin halklarına da mal olduğu görüntüsü veren, dostluk havasının ortaya çıkmasından ve her iki devletin NATO’ya 1952 yılında üye olmalarından iki yıl sonra Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak için BM nezdinde müracaatta bulunmakta bir beis görmemiştir. Hem de bu müracaatı, beklenmedik şekilde, iki devlet arasındaki dostluk ve işbirliğinin en üst noktaya ulaştığı bir zamanda gerçekleştirmiştir. Türkiye ile Yunanistan arasındaki yakınlaşma ve NATO stratejisinin icabı olarak sürdürülen Sovyetler Birliği’ni  çevreleme gayreti, 28 Şubat 1953’de Ankara’da Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya arasında önce Balkan Paktı’nı ortaya çıkarmıştı. Bu Pakt daha sonra 9 Ağustos 1954’de Yugoslavya’nın Bled kentinde imza edilen Antlaşma ile Balkan İttifakı halini almıştı. İttifakın önderliğini Türkiye yapmıştı.

Balkan İttifakı’na dair Antlaşma’nın imza edilmesinden sadece bir hafta sonra  Yunanistan “enosis” emeliyle Kıbrıs konusunun BM’nin IX. Genel Kurul toplantılarının gündemine dâhil edilmesi için başvuru yapmıştır. Bu olaydan sonra da Türk – Yunan münasebetleri Kıbrıs konusunun etkisi altına girmiştir.

1958’den itibaren  Türkiye ile Yunanistan arasında NATO üyeliği faktörünün de etkili olmasıyla Kıbrıs konusunda uzlaşma ve anlaşmaya doğru ilerleme belirtileri ortaya çıkınca, iki devlet arasındaki münasebetlerde normalleşme meydana gelmeye başlamıştır. Kıbrıs’a ilişkin 1960 Antlaşmalarının imzalanmasıyla birlikte Türkiye ve Yunanistan arasında yeni bir dostluk ve işbirliği döneminin yaşanacağı  umudu ortaya çıkmıştır. Bu umut ve beklenti Türk hükûmeti tarafından çeşitli vesilelerle ve düzeylerde izhar edilmiştir. Türkiye’de hükûmetlerin programına yansımıştır.

Ne yazık ki Kıbrıslı Rumlar ve Yunanistan yeniden tarihî ülkülerinin dürtüleriyle hareket etmişlerdir. “Enosis” emellerini Kıbrıs Türk toplumuna şiddet uygulayarak gerçekleştirmek için 21 Aralık 1963 günü katliam hareketine başlamışlardır.

O tarihten itibaren de Türkiye ile Yunanistan arasındaki münasebetler bu vakte kadar gerçek bir iyi komşuluk, dostluk ve işbirliği vasfı kazanamamıştır. İlişkilerde zaman zaman ortaya çıkan yumuşama ve normal ilişkiler görüntüsü veren tablolar kalıcı olmamıştır.

Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın önümüzdeki günlerde gerçekleştireceği ve Türk – Yunan münasebetleri tarihinde ikincisi olan ziyaretini çevreleyen şartlara göz atacak olursak, 65 yıl önce Yunanistan Kralı’nın ve Türkiye Cumhurbaşkanı’nın teati ettikleri ziyarete hakim olmuş bulunan dostluk ve hattâ Sovyetler Birliği’nin tehditleri karşısında kader birliği havasından eser kalmamış olduğunu söyleyebiliriz.

Yunanistan Cumhurbaşkanı Pavlopoulos’un geçen Mayıs ayında İstanbul’a gelmiş olması bazı basın yayın organlarında Yunanistan’dan Türkiye’ye yapılan ilk Cumhurbaşkanı ziyareti olarak takdim edilmiştir. Oysa  gerçek böyle değildir. Bu bir resmî devlet ziyareti değildi. Pavlopoulos İstanbul’da yerleşik olan Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilâtı’nın kuruluşunun 25. yıldönümü vesilesiyle düzenlenen üye Devletler Zirve Konferansı’na katılmak maksadıyla gelmişti. İkili plânda resmî devlet ziyareti olsaydı başkent Ankara’ya da gitmesi gerekirdi. Yunan Cumhurbaşkanının İstanbul’a gelişi kamuoyunda makes bulmadı. Hattâ kamuoyunun dikkatini çekecek haberler arasında dahi yer almadı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önümüzdeki ziyareti Yunanistan Cumhurbaşkanı’nın  daveti  üzerine yapacağı basın haberlerinde yer almaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Yunanistan’ı ziyaretinin programı açıklanmış değildir. Ziyaret vesilesiyle yapılacak görüşmelerde hangi konuların ele alınacağını da bilmiyoruz. Bu konuda ancak tahmin yürütebiliriz. Başbakan Yardımcısı Hakan Çavuşoğlu ziyaret sırasında Yunan tarafıyla somut projelerin ele alınacağını daha önce açıklamış ve projeleri İzmir’den Selanik’e yolcu ve yük taşımacılığına ilişkin feribot seferleri; İstanbul’dan Selânik’e hızlı tren hattı inşası ve Kipi ile İpsala gümrük kapılarına köprü yapılması olarak saymıştır. Ziyaret sırasında iki devlet arasındaki ilişkiler alanına giren çeşitli konu ve sorunlar ile bölgesel konuların da ele alınacağı varsayılabilir.

Ziyaretin iki devlet arasındaki iyi komşuluk ve dostluk münasebetlerini pekiştirmek amacına matuf olmayacağı bellidir. Çünkü iki devlet arasında, dostluk ve işbirliğinin varlığından söz etmek gerçeklerle bağdaşmaz. Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başbakan olarak 2010 Mayıs ayında Yunanistan’a vaki ziyareti sırasında iki devlet arasında 22 anlaşma imza edilmiş bulunmasına rağmen, Türkiye ile Yunanistan arasındaki münasebetler  halihazırda iyi komşuluk, dostluk ve işbirliği vasfı kazanabilmiş değildir. Bu sebeple de ziyaret, en iyimser bir beklentiyle, sadece iki komşu ülke arasındaki  sorunların sayısını azaltma çarelerinin araştırılmasına vesile olabilir. Konuya bu açıdan baktığımız zaman da, Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu dönemde Yunanistan’ı ziyaret etmesinin isabetli bir tercih oluşturduğu kanaatinde değilim.

Zira, partizan mülâhazalardan azade olarak tarafsız bir bakışla söylemek isterim ki, Türkiye Cumhuriyeti, dış ilişkiler bakımından, kuruluşundan bu yana  en ağır şartlarla dolu dönemini yaşamaktadır. Türkiye’nin etrafında dost bir devlet kalmamıştır. Üyesi olduğumuz NATO gibi çok taraflı güvenlik ittifakı ile olan ilişkilerimiz ülkemizde sorgulanır olmuştur. Türkiye için stratejik hedef olarak belirlenen AB üyelik süreci ilerlemez durumdadır. Şanghay Beşlisini AB’nin alternatifi olarak düşünenler olmuştur. Dost olduğumuz devletlerle birden bire düşman hale gelmemiz; sonra yine dost olmamız; bir ara “yeni Osmanlıcılık” siyasetinden söz etmemiz, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren dış politikasında vakarla  izlediği istikrarlı çizgi hakkında kuşkular meydana getirmiştir.  Devletimiz ve ülkemiz iç ve dış terör örgütlerinin saldırısına hedef olmuştur. Çeşitli mihraklar Türkiye’nin dünyadaki görüntüsünün bozulması için çalışmaktadır. Bu tablo içinde bize dost görünen birkaç devletin de Türkiye’nin yaşadığı sıkıntıları istismar niyetiyle hareket etmediklerini düşünmek, kanaatimce, uzak ve yakın geçmişteki gerçeklerin ışığında gaflet olur.

Yunanistan ile aramızdaki sorunları halletmek, sorunların sayısını azaltmak ve iyi komşuluk ve dostluk münasebetlerini kurmak elbette ki Türkiye’nin millî çıkarlarına uygun olur. Bu sebeple de bu yoldaki gayretler ve girişimler kararlılıkla desteklenmelidir.  Bununla beraber,  yukarıda somut örnekler vererek işaret ettiğim üzere, komşumuz Yunanistan, ne yazık ki, Türkiye ile münasebetlerinde dostluk dönemlerini dahi Türkiye’nin aleyhine kazanç elde etmek amacıyla değerlendirme cihetine gidebilen bir zihniyete sahiptir. Bu yüzden de, böyle bir zihniyet taşıyan Yunanistan’ın son yıllarda yaşamakta olduğumuz ciddi iç ve dış sıkıntıları önümüzdeki ziyaret sırasında kendi emel ve çıkarları doğrultusunda değerlendirme niyetiyle hareket etmesini beklememiz ihtiyatlılık icabı olur. Kaldı ki,  sadece son 15 yıldır Türkiye’nin Yunanistan ile olan ilişkilerinde yaşadığı tecrübeler,  bizim için bu açıdan kıymetli dersler ortaya koymuş bulunmaktadır.

Annan Plânı döneminden itibaren Hükûmetimiz Kıbrıs sorununun bir an önce çözülmesi istikametinde tutum alırken, Kıbrıs Türk halkını Plânı kabule zorlarken, merhum Rauf Denktaş gibi tarihî bir dava adamını rencide edebilecek baskılar yaparken, Yunanistan Annan Plânı’nı kabul etmeleri için Rum halkına en hafif telkinleri dahi yapmaktan kaçınmıştır. Yunanistan sadece Rumların Annan Plânı’nın reddetmiş olmasına rağmen “Kıbrıs’ın” AB üyesi olarak kabul edilmesinin coşkulu keyfini yaşamıştır. Yunanistan Başbakanı Simitis muzaffer bir eda ile Rum yönetimini ziyaret etmiş ve yüzsüzlük içinde “enosis’in” gerçekleştiğini söylemiştir. Yunanistan Kıbrıs konusunda çözüm olabilmesi için “Türk işgal kuvvetlerinin” Ada’dan tamamen çekilmesi ve 1960 Garanti ve İttifak Antlaşmalarının feshedilmesi gerektiğini giderek artan sıklıkla söylemeğe devam etmektedir. BMGS Guterres de Rum – Yunan ortaklığına bu konuda arka çıkmıştır.

Yunanistan Savunma Bakanı Sayın Cumhurbaşkanı hakkında izansız ve seviyesiz sözler dile getirebilmiştir.

Aynı Yunan Bakan, Kardak kayalıklarının üzerinden helikopter ile uçarak kayalıklara çelenk atmıştır. Kıbrıs’ta soydaşlarımıza katliam yapan EOKA terör örgütü üyeleri için anma töreni düzenlemiştir. Ege’de Yunan tahrikleri devam etmektedir. Yunanistan uluslararası Antlaşmalarla askerden arındırılmış statüdeki adaları silahlandırmaya ve tahkim etmeğe devam etmektedir. Yunanistan’ın Ege’de kendilerine ait olmayan veya Türkiye’nin egemenliği altındaki kayalık, adacık ve adaları işgal ettiğine dair haberler ve fotoğraflar basınımızda yer almaktadır. Hattâ buna dair bilgilerin Yunan silâhlı kuvvetleri birimlerine ait internet sitelerinde yer aldığının görüldüğünü söyleyenler vardır.

Yunanistan öteden beri Türkiye’ye karşı “düşmanımın düşmanı benim dostumdur” zihniyeti ile hareket etmektedir. Bu zihniyetin en somut tezahürlerinden biri 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünden sonra Yunanistan’a kaçan ve oraya sığınan FETÖ unsurlarına Yunanistan’ın, hukuk devleti kisvesi altında bahşetmiş olduğu himayedir. Aynı zihniyet, Türkiye’nin İsrail, Mısır ve Suriye ile münasebetlerinin bozulmasından sonra Yunanistan’ın bu devletlerle gerçekleştirdiği işbirliği ile kendisini göstermektedir.

Yunanistan Doğu Akdeniz’de  ve Kıbrıs adasının etrafında varlığı öne sürülen aslında Kıbrıs’taki iki halkın ortak malı olan petrol ve doğal gaz yataklarının işletilmesi yolunda Rumların tek taraflı iddialarına arka çıkmaktadır. Bu konuda da Yunanistan Türkiye ile arası halen bozuk devletlerle işbirliği halindedir. Sayın Cumhurbaşkanı’nın ziyareti sırasında muhataplarına Kıbrıs konusunu açmaktan ve bunu bilhassa Türkiye’nin AB üyeliği ile irtibatlı olarak yapmaktan kaçınmasında fayda olacağını düşünüyorum. Annan Plânı döneminde konuyu Türkiye’nin AB süreciyle irtibatlı olarak ele almış bulunmamız, ne Kıbrıs sorumunun çözülmesini sağlamış, ne KKTC üzerindeki kısıtlamaların gevşetilmesi sonucunu doğurmuş, ne de Türkiye’nin AB üyeliği yolunda ilerlemesine yardım etmiştir. Yunan tarafının Kıbrıs konusunda söyleyecekleri bellidir. Onlar Kıbrıs konusunda muhatap alınacak tarafın “Kıbrıs Cumhuriyeti Hükûmeti” olduğunu; Kıbrıslıların kabul ettiklerini Yunanistan’ın da kabul edeceğini; ayrıca çözüm için Türk askerinin tamamen çekilmesi  ve 1960 garanti sisteminin kaldırılması  lâzım geldiğini ifade edeceklerdir.

Öte yandan, Yunanistan’ın AB üyeliği konusunda Türkiye’yi desteklediği yolunda yaptığı açıklamalar, kanaatimce, riyakârlığın çirkin bir örneğidir. Aslında Yunanistan’ın en büyük korkusu Türkiye’nin AB tam üyesi olmasıdır. AB’ne üye olan bir Türkiye, Yunanistan’ı AB içinde siyaseten, ekonomik açıdan, askerî bakımdan, sosyal sonuçları itibariyle solda sıfır mesabesine getirecektir. Ayrıca Türkiye AB’ne tam üye olduğu takdirde Kıbrıs bakımından Yunanistan ile aynı konuma gelecektir. Bu gerçeği Yunanistan görmektedir. Bunun içindir ki Kıbrıs sorununu çözümsüzlüğe mahkûm etmeğe Rum tarafını sürekli olarak azmettirmektedir. Sonra da Rumlarla birlikte “Kıbrıs sorunu çözülmeden Türkiye AB’ne üye olmaz” şeklindeki bir iddia ile Türkiye’nin AB üyeliğini engelleme gayretini sürdürmektedir. Türkiye’nin AB tam üyesi olmasından rahatsızlık duyan diğer belli başlı AB üyeleri de işlerine geldiği için Kıbrıs sorunundaki çözümsüzlüğü Türkiye’nin üyeliğini önlemek için kullanmaktadırlar.

Yunanistan’ın bir diğer korkusu da Türkiye’nin kendi iradesiyle AB üyeliğinden vazgeçmesidir. Çünkü bu takdirde Yunanistan’ın elinde Türkiye’ye karşı oynayabileceği bir koz ve istediği baskıları yaptırabileceği etkili manivela kalmayacaktır. Yunanistan’ın arzu ettiği durum, Türkiye’nin katılım adaylığı statüsünün AB tam üyeliğine varmadan ilânihaye devam etmesidir. Yunanistan’ın kendisinden olabilecek taleplerimizi yerine getirebilme karşılığında bizden önemli tavizler elde etmek isteyeceğini de varsayıyorum. Yunanistan Başbakanı Tsipras Ekim ayı ortasında ABD’ni ziyaret etmiştir. Tsipras’ı 17 Ekim’de Beyaz Saray’da kabul eden ABD Başkanı Trump yaptığı uzun konuşmada Yunanistan’a övgüler yağdırmıştır. Yunan Silâhlı kuvvetlerinin bölgesinde oynadığı önemli rolü vurgulamıştır. Yunan Hava Kuvvetleri’nin güçlendirilmesine ve F-16 savaş uçaklarının geliştirilmesine yönelik 2,4 milyar dolarlık bir proje için Kongre’den talepte bulunduğunu söylemiştir.

Ciddi ekonomik ve malî sıkıntılar içinde bulunan Yunanistan’ın F-16’ların geliştirilmesi için 2,4 milyar dolarlık bir harcama yapması ve buna ABD’nin arka çıkması hayra alâmet değildir. Acaba Yunanistan geliştirilmiş F-16 savaş uçaklarını hangi düşmanına karşı kullanmak üzere bu projeyi uygulamaktadır? Bunun Yunan tarafına sorulmasında fayda vardır. Sayın Cumhurbaşkanı’nın Yunanistan’ı ziyaretinin millî çıkarlarımız doğrultusunda iki ülke arasında iyi komşuluk, dostluk ve işbirliği oluşmasına katkıda bulunacak sonuçlar vermesini dilerim.