“Bu AP kör müdür?”
Avrupa Parlâmentosu (AP) 10 Şubat 2010 tarihinde AB’nin 2009 Türkiye İlerleme Raporu hakkında bir karar kabul etti.[1]
Kararda, Türkiye’nin Ortaklık Anlaşmasına Ek Protokolü 4 yıldır uygulamaması hakkında üzüntü beyan edilmekte ve bir an önce uygulanması istenmektedir. Türkiye’ye ve diğer ilgili Taraflara Ada’daki müzakereleri aktif biçimde desteklemeleri çağrısında bulunulmaktadır. Türkiye’den, kuvvetlerini Kıbrıs’tan çekmeğe başlaması; Ada’da yerleşik Türk vatandaşları konusunu ele alması ve Magosa’nın kapalı kesimine yasal sakinlerinin dönmelerine imkân vermesi talep edilmektedir. Bu suretle Türkiye’nin müzakere süreci için müsait bir havanın yaratılmasını kolaylaştırmış olacağı belertilmektedir. Ayrıca, “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” namına Doğu Akdeniz’de petrol arayan sivil gemilere yapılan engellemeleri durdurması için Türkiye’ye çağrı yapılmaktadır.
Kararda, Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkiler alanına giren konularda da talepler yer almaktadır. Bu çerçevede, Yunanistan’ın Ege’de karasularını genişletmesini “savaş sebebi” (casus belli) sayan kararı iptal etmesi için TBMM’ne çağrıda bulunulmakta ve Türk Hükümeti’nden Yunan hava sahasının ihlâllerine son verilmesi istenmektedir. “Ekümenik Patrik’in” hukukî statüsü hakkında engellerle karşılaştığı iddia edilerek, kaygı dile getirilmekte ve “Ruhban Okulu’nun” açılması ve Patrik’in “Ekümenik” sıfatını kullanmasına izin verilmesi talep edilmektedir.
Başbakan Sayın Erdoğan AB Büyükelçileri için 11 Şubat 2010 günü düzenlenen yemekte yaptığı konuşmada, AP’nun kararını, özellikle, Kıbrıs konusuna ilişkin içeriği sebebiyle eleştirmiş; Türkiye’nin ve KKTC’nin çözüm çabalarındaki olumlu tutum ve davranışlarını görmediği için de “bu AP kör müdür Allah aşkına” diyerek tepkisini dile getirmiş.[2]
Karar Türkiye Dışişleri Bakanlığı tarafından da 11 Şubat 2010 günü yapılan bir açıklamayla eleştirilmiştir.[3]
Daha önce de Başbakan Sayın Erdoğan’ın 3 Şubat günü bir düşünce kuruluşunda yaptığı konuşmada, Kıbrıs Rum Tarafı’nın olumsuz tutumlarından söz ettiği; Christofias’ın Kıbrıs konusundaki görüşleri ve davranışları bakımından Papadopoulos’dan farklı olmadığını belirttiği ve “hepsi aynı değirmenden çıktıkları için mamul olarak fark etmiyor” şeklinde konuştuğu basında yer almıştır.[4]
Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanlığı AP’nun kararına tepki göstermekte haklıdırlar. Bu tepkilerin Türk halkının hissiyatına da tercüman olduğu görüşündeyiz.
Başbakan’ın Hristofyas’ın Kıbrıs konusunda Papadopulos’tan farklı olmadığına dair tespiti de doğrudur. Gerçekten de, Kıbrıs Rum Liderleri, Makarios’dan başlayarak, sırasıyla, Kyprianou, Vassiliou, Clerides, Papadopoulos ve Christofias, hepsi Kıbrıs konusunda söylemleri ve eylemleri bakımından birer Elen milliyetçisidirler. Aynı değirmenden çıktıkları için 2003 yılında Christofias’ın partisi AKEL Papadopulos’un seçilmesi için destek vermiştir. 2004’de de AKEL Annan Plânı’nın reddedilmesi için Papadopoulos’un partisi DİKO ile beraber hareket etmiştir.
Bununla beraber, belirtmemiz gerekir ki, uluslararası toplumun Kıbrıs konusunda gerçekleri görme yeteneğinden yoksun bulunduğu ilk defa olarak AP’nun bu son kararıyla belli olmuş değildir.
Başta BM Güvenlik Konseyi olmak, uluslararası siyasetin baş oyuncularının Kıbrıs’la ilgili gerçekleri görme; Türk Tarafı’nın dile getirdiği gerçekleri duyma; Kıbrıslı Türklerin ve Türkiye’nin lehine olan olayları hafızada saklama yeteneklerinden yoksun bulundukları, Kıbrıslı Rumların Yunanistan’ın desteğiyle 21 Aralık 1963’de Ada’da Kıbrıslı Türklere karşı başlattıkları “etnik temizlik” hareketinden bu yana bilinmektedir. Mensubu olduğumuz kuşak, bunları, olayları yaşayarak ve olaylardan dersler alarak öğrenmiştir.
Kıbrıs Türk halkına karşı kuvvet kullanarak 1960 “Kıbrıs Cumhuriyeti’ni” yıkan ve böylece Kıbrıs sorununu yaratan Kıbrıslı Rumların oluşturduğu yönetimi, BM Güvenlik Konseyi, Ada’daki Türkleri de temsil eden “Hükûmet” olduğunu haksız biçimde 1964 başında kabul etmiştir. Böylece, Kıbrıslı Rumlar daha o zaman Ada’da çözüme ihtiyaç duymaz ve çözümsüzlükten rahatsız olmaz bir konuma getirilmişlerdir.
Şimdiki Yunanistan Başbakanı’nın dedesi olan dönemin başbakanı George Papandreou tarafından uygulandığı ve babası eski başbakan Andreas Papandreou tarafından “Namlunun Ucundaki Demokrasi”[5] isimli kitabında ifşa edildiği üzere, Yunanistan, 1964 Haziran’ında Kıbrıs’a gizlice yirmi bin askerini sokmuştur. Dönemin ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı George Ball, Rumlarım sebebiyet verdiği hadiselerle ilgili olarak bölgede temaslarda bulunmuş ve Rumların sorumluluğunu tespit etmiştir. Yine de, ABD Başkanı Johnson Türkiye’nin Andlaşmalardan doğan müdahale hakkını önlemek için 5 Haziran 1964’de Başbakan İnönü’ye ültimatom mahiyetinde bir mektup göndermiştir. Türkiye’nin askerî müdahalesini engellemek maksadıyla hazır duruma geçen ABD’nin Akdeniz’deki 6. filosu, nedense, Yunanistan’ın Ada’ya bu asker ve silâh sevkıyatını farkedememiştir!
1974 yılında Ada’da ENOSİS amaçlı darbe yaparak Türkiye’ye Kıbrıs’a askerî müdahalede bulunmaktan başka çare bırakmayan Yunanistan, AB’ne üye olma yolunda teşvik edilmiş ve üye kabul edilmiştir. ENOSIS’i önleyen Türkiye ise Kıbrıs’a müdahalesi sebebiyle ABD’nin üç buçuk yıl süren silâh ambargosuna maruz kalmıştır.
Rumların, Kıbrıs Türk halkını kendi ayrı yönetimlerini ve KKTC’ni kurma mecburiyetinde bırakan uzlaşmaz tutumları gözardı edilmiş ve KKTC ilân edildi diye Kıbrıs Türk Tarafı’na tecrit tedbirleri uygulanmıştır.
1980-83, 1984-86, 1992-94 dönemlerinde Kıbrıs Türk Tarafı’nın görüşmelerde olumlu davrandığı; Türkiye’nin teşvik rolünü aktif biçimde oynadığı uluslararası çevrelerce zamanında görülmüş ve takdir ifade edilmiş; ancak, bu olgular hafızalarından kısa sürede silinmiştir.
AB Yunanistan’ı ve Kıbrıs Rum Kesimini üye kabul etmek için Kıbrıs sorununun çözülmüş olması şartını öne sürmemiştir.
ANNAN Plânı’nı reddeden Rum Tarafı bir hafta sonra AB’ne üye kabul edilmiş; çözüm ve AB üyeliği için “evet” diyen Kıbrıs Türk halkı, üzerindeki tecrit tedbirleriyle AB dışında bırakılmıştır.
AB ve ABD, söz verdikleri halde Kıbrıs Türk Tarafı’nın üzerindeki tecridi kaldıracak hiçbir adım atmamıştır. BMGS Annan’ın Kıbrıs Türk Tarafı’nın tutumu hakkındaki olumlu ifadelerini ve değerlendirmelerini de içeren raporu BM Güvenlik Konseyi’nin önüne dahi getirilmemiş ve rafa kaldırılmıştır.
ANNAN Plânı’na ilişkin süreç boyunca Türkiye’nin verdiği gözle görülür desteğe ve referandumun sonuçlarının ortaya koyduğu çarpıcı gerçeklere rağmen, yine de, AB, Türkiye’den Kıbrıs konusunda açılımlar yapmasını talep etmeği sürdürmüştür.. 2004’den sonra da, AB Konseyi’nin Bildirilerinde, Ekim 2005’de Türkiye için hazırlanan Müzakere Çerçeve Belgesinde, 2009 yılına ait olanı da dahil olmak üzere Türkiye ile ilgili yıllık İlerleme Raporlarında, Kıbrıs konusuna ve Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunlara ilişkin koşulların müzakere sürecinde Türkiye’nin önüne konulmasına devam olunmuştur.. AB, Türkiye’den, Kıbrıs konusunda, ancak, âdil ve kalıcı bir nihai siyasî çözümden sonra atılması gerekiyorsa düşünülebilecek adımları peşinen atmasını talep etmektedir. 2006 Kasım ayında Türkiye’nin müzakere sürecinde 8 başlığın, Türkiye’nin Kopenhag kriterlerine uyma bakımından karşılaştığı herhangi bir zorluk yüzünden değil, Kıbrıs konusuyla bağlantılı olarak askıya alındığını da bu meyanda hatırlatmakta fayda vardır.
AB Liderleri, AB üyeliğine ehil olma bakımından, Türkiye’nin coğrafî konumu bile günümüzde tartışma konusu yapmaktadırlar. Oysa, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin 70 km güneyinde bulunan, Ankara’dan geçen boylamın doğusunda kalan ve Suriye’den sadece 90 km mesafede yer alan Kıbrıs’ın coğrafî konumu, AB üyeliğine ehliyet bakımından sorgulanmış değildir. Aksine, Kıbrıs’ın üyelik müracaatı hakkında AB Komisyonu’nun 1993’de verdiği olumlu mütalâada, Ada’yı üyeliğe ehil yapan faktörler arasında en başta “Kıbrıs’ın coğrafî konumunun” zikredildiği görülür.
Türkiye’de ve KKTC’de 2003’den itibaren, Kıbrıs’taki çözümsüzlüğün önceki Hükûmetlerin ve Sayın R. Denktaş’ın çözümsüzlükten yana tutumlarından ileri geldiğini varsayan bir yaklaşım ortaya konulmuştur. Kıbrıs sorununa çözüm aranması ve bulunması sanki sadece Türk Tarafı’na ait bir sorumlulukmuş gibi hareket edilmiştir. Çözüm arayışlarında “bir adım önde yürünürse” ve “masaya çözmek istiyorum diye oturulursa”[6] Kıbrıs sorununun çözüleceğine inanıldığını gösteren söylemler kullanılmıştır. O dönemde AB’den üyelik müzakerelerine başlama tarihi alınması karşılığında Kıbrıs konusunda “taviz verilebileceği”[7] dahi ifade edilmiştir. Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünün gerçek sebepleri araştırılmadan başlatılan girişimler istenen sonuçları vermemiştir. Kıbrıs sorunu çözülmemiştir. Rumlar reddederken Kıbrıslı Türklerin “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” temelinde ve çatısı altındaki bir çözüme “evet” demeleri, üzerlerindeki tecrit tedbirlerinin kaldırılmasını sağlamamıştır. AB üyeliği sürecinde Türkiye’nin önü açılmamıştır. Bu sonuçlar, Kıbrıs sorununun 47 yıldır çözüme kavuşturulamamasının gerçek sebeplerini bilenler için şaşırtıcı olmamıştır.
ANNAN Plânı üzerindeki referandumların gerçekleri ortaya koyan çarpıcı sonuçlarına rağmen, örneğin, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin tanınması konusunda “Avrupa Birliği'nin tanıdığı, uluslararası noktada BM'ye varıncaya kadar hepsinin tanıdığı bir konumda, siz ‘ben tanımıyorum’ demekle zaten herhangi bir şey elde edemezsiniz; bunların size getireceği, kazandıracağı bir şey yok; biz dünya gerçekleri ile hiçbir zaman çelişmeyi, çatışmayı düşünmüyoruz. dünya gerçekleri neyi gösteriyorsa biz de bu gerçekler içerisinde yerimizi almaya mecburuz" [8]şeklinde demeçler verilmiştir. Dünya gerçeklerinin dikkate alındığı beyan edilirken, dünyanın Kıbrıs konusuyla ilgili gerçekleri ve Ada’daki gerçekler sanırız gözardı edilmişlerdir.
Türk basınında ''biz onyıllarca Kıbrıs'la ilgili mevcut politikaları sürdürmüş olsaydık bugün bizim durumumuz nereye benzerdi biliyor musunuz; aynen Lübnan ile Suriye arasındaki duruma benzerdi. Ve birileri gelir dayatır, 'Kıbrıs'tan çıkın' derdi. Bir yere kadar dayanır, ondan sonra kuzu kuzu çıkardık”[9] şeklindeki demeçler yer almıştır.
Nisan 2004’den sonra bir ABD Kongre heyetinin KKTC’ne gelmesinin ABD’nin KKTC’ni tanıması anlamına geleceği değerlendirilmeleri yapılmış ve “ABD Kongresi heyeti üyeleri KKTC'yi ziyaret ettiler; siyaseten bunun adı 'ben seni tanıyorum' demektir. Tanımadığınız yere gitmezsiniz. Bundan sonra da bu süreç böyle devam edecektir"[10] şeklinde demeçler verilmiştir.
Dönemin KKTC Başbakanı Sayın Talât’ın 2004 Mayıs ayında ABD’ni ziyareti, KKTC’den Başbakan düzeyinde ABD’ne vaki ilk ziyaret olarak takdim edilmiş; bununla beraber, ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın görüştüğü Talât’ın sıfatını “Kıbrıs Türk Toplumu Lideri” olarak zikretmiştir.[11
Sayın Talât 24 Nisan 2004 referandumlarından sonra verdiği demeçte “BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın hazırlayacağı raporun önemli olduğunu” vurgulamış ve “raporda, Kıbrıs Türk tarafının ve Türkiye'nin çözüm yanlısı olduğunu ifade edilmesi halinde bunun gelecekte büyük avantajlar sağlayacağını”[12] ifade etmiştir. BMGS Kofi Annan raporunu 28 Mayıs 2004 tarihinde yayınlamış ve Kıbrıs Türk Tarafı’nın ve Türkiye’nin tutumu hakkında olumlu değerlendirmeler yapmıştır.Kıbrıs Türk Tarafı’nın referandumda verdiği olumlu oyların “kendilerini baskı altında tutmanın ve tecrit etmenin bütün mantığını ortadan kaldırmıştır” şeklinde bir ifadeye yer vermiştir. BM Güvenlik Konseyi üyelerini “Kıbrıs Türklerine yönelik kısıtlamaların kaldırılması için öncülük etmeye” çağırmıştır. Bununla beraber, BMGS Kofi ANNAN’ın bu tarihî önem taşıyan raporu BM Güvenlik Konseyi’nde işleme dahi konulmamıştır. Bu yüzden de, Talât’ın tahmin ve beklentisinin aksine, olumlu raporun Türk Tarafı’na elle tutulur bir avantaj sağlaması mümkün olamamıştır. ifade etmiştir. BMGS Kofi Annan raporunu 28 Mayıs 2004 tarihinde yayınlamış ve Kıbrıs Türk Tarafı’nın ve Türkiye’nin tutumu hakkında olumlu değerlendirmeler yapmıştır.
Christofias’ın Rum kesiminde Başkan seçilmesi, önce Sayın Talât ve Sayın Soyer, sonra da Ankara’da Türkiye ve Yunanistan Dışişleri Bakanları tarafından çözüm için “fırsat penceresi” olarak değerlendirilmiştir. BMGS de “fırsat penceresinin” açıldığına inandırılmıştır. 21 Mart 2008 günü, yani Kıbrıs’ta iki Lider’in müzakere sürecini plânlamak ve düzenlemek için buluştukları gün Cumhuriyet Gazetesi’nde[13] “Kıbrıs’ta Fırsat Penceresi mi?” başlığıyla çıkan yazımızda şunları ifade etmiştik:
“Hristofyas'ın yemin törenindeki konuşmasının içeriğinin, ‘çözümsüzlük yanlısı’ Papadopulos'un 5 yıl önce kendi yemin töreninde ( 28 Şubat 2003 ) yaptığı konuşmanın içeriğiyle karşılaştırılması, iki liderin Kıbrıs sorununun mahiyetine ve ulaşmak istedikleri çözüm şekline dair görüşlerinin birbirininkinden farklı olmadığını çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır. İki lider de, görevlerinin başlangıcında, Kıbrıs sorununun Türkiye'nin adayı ‘istila ve işgal etmesinin’ sonucu olarak ortaya çıktığı iddiasını dile getirmişlerdir. Onlara göre, sorunun çözümünün hedefi, Türk ‘istila ve işgalinin’ sona erdirilmesi; ‘Kıbrıs Cumhuriyeti'nin’ ülkesiyle, halkıyla, kurumlarıyla ve ekonomisiyle yeniden birleştirilmesi; yabancı devletlerin garanti hak ve yetkilerinin kaldırılması suretiyle güvenliğin tesis edilmesi ve Türkiye'den gelip yerleşmiş olanların adadan ayrılmalarının sağlanmasıdır. Her ikisinin de çözüm şekli için ortaya koyduğu vizyon ‘Kıbrıs Cumhuriyeti'nin’ temelinde ve çatısı altında ‘birleşik Kıbrıs’ devletidir. Çözüm ‘Kıbrıs Cumhuriyeti'nin’ egemenliğini, bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve birliğini yeniden tesis etmelidir. ‘Kıbrıs Cumhuriyeti'nde’ tek halk vardır. Devletin egemenliği ve uluslararası kişiliği de tektir. Birleştikleri bir nokta da çözüm şeklinin ‘işleyebilir’ (fonksiyonel) olmasıdır…….Yeni Rum liderinin pervasızca yaptığı olumsuz açıklamaların KKTC ve Türkiye tarafından ilgili uluslararası mercilerin ve çevrelerin dikkatine getirilmesi ve enerjik protesto teşebbüsleri yapılması gerekirken KKTC'de Cumhurbaşkanı Talat'ın ve Başbakan Soyer'in ve Ankara'da Dışişleri Bakanı Babacan 'ın ‘2008 içinde çözüm umudundan’ bahsetmeleri ve ortada çözüm için ‘bir fırsat penceresinin bulunduğunu’ öne sürmeleri Kıbrıs ulusal davamız açısından ziyadesiyle düşündürücüdür.
Çünkü, Hristofyas'ın beyanları, Talat ' ın ve Hristofyas'ın ideolojik kökenleri aynı iki kardeş partiye, sırasıyla, CTP ve AKEL'e mensup olmalarından öteye, yeni bir görüşme süreci başlatabilmek için taraflar arasında ortak bir nokta bulunmadığını ortaya koymaktadır.”
Başbakan Sayın Erdoğan’ın “bu AP kör mü dür?” şeklindeki haklı tepkisinin ve “Papadopoulos ile Christofias’ı “aynı değirmenden çıkan mamûl” olarak nitelemesinin Kıbrıs sorunuyla ilgili gerçeklerin görülmeğe başladığının kanıtı olmasını temenni ediyoruz. 2004 tecrübesinden ve AB’nin Türkiye’nin tam üyeliği konusundaki niyetlerinin 2004’den sonra daha da açıklık ve belirginlik kazanmış olmasından sonra KKTC’nin ve Türkiye’nin Kıbrıs’taki gerçeklere uymayan bir çözüm şekli karşısında “diklenmeden dimdik duracağına” inanmak istiyoruz.
Kıbrıs Türk halkı ve Türkiye için en kötü ve hattâ tehlikeli çözüm şeklinin, Türkiye de AB’ne tam üye olmadan Kıbrıslı soydaşlarımızın Kıbrıslı Rumlara yamanarak AB’ne katılmaları sonucunu doğuracak çözüm olduğuna dair görüşümüzü bir kere daha ifade etmekte fayda görüyoruz.
Dipnotlar
[1]http://www.europarl.europa.eu, European Parliament resolution of 10 February 2010 on Turkey's progress report 2009, P7_TA(2010)0025
[2] EurActiv, 11.02.2010, AB ve Türkiye ; http://www.hurriyet.com.tr/gundem/13766958.asp?gid=229
[3] http://www.mfa.gov.tr/no_-32_-11-subat-2010_-avrupa-parlamentosu_nun-turkiye-raporu-hk_.tr.mfa
[4] http://www.haberhavadis.com/Newsdetails.aspx?NID=35911
[5] Andreas PAPANDREOU, Democracy at Gunpoint, The Greek Front, Doubleday&Company, INC, Garden City, New York, 1970, s. 132
[6] Hasan CEMAL, Tayyip Erdoğan’la bir akşam yemeği, Milliyet, 26 Ocak 2003
[7] Bilâl N. ŞİMŞİR, AB, AKP ve Kıbrıs,, Aralık 2003, Birinci Basım, Bilgi Yayınevi, s.100.
[8] Radikal Gazetesi, 2 Mayıs 2005
[9] Cumhuriyet Gazetesi, 4 Haziran 2005, Kıbrıs’ta Politika Değişikliği
[10] A.A., 4 Haziran 2005
[11] ABD Dışişleri Bakanlığı Basın Sözcüsü Boucher’in brifingi, 5 Mayıs 2004
[12] A.A., 8 Mayıs 2004
[13] Cumhuriyet Gazetesi, 21 Mart 2008, s..2