Azerbaycan ile Ermenistan 25 Ocak’ta Anlaşırsa Anayasa Mahkemesinin Kararı Sonrası Protokolleri Ne Yaparız?
25 Ocak 2010 tarihinde Rusya Devlet Başkanı Dmitri Medvedev’in Soçi’de ev sahipliğinde Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev ile Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan bir araya geleceklerdir. Bu görüşmelerde Rusya her iki tarafa da baskı uygulayarak tarafların sorunun çözüm süreci ile ilgili olarak yazılı bir metni imzalamalarına nail olmaya çalışmaktadır. Böyle bir yazılı metin Türkiye’nin sınırları açması için gerekçe oluşturması açısından özellikle Ermenistan tarafından önemli görülmektedir.
Son dönemde Ankara Ermenistan Anayasası’nın 12 Ocak 2010 tarihinde protokollerle ilgili açıkladığı gerekçeli kararında Türkiye’nin kabul edemeyeceği ön şartları devreye sokması Ermenistan’a ciddi bir manevra imkanı sağlamış olabilir. Türkiye şimdilik bu konuya odaklanmışken 25 Ocak 2010 tarihinde üç devlet başkanının bir araya geleceği toplantıdan bir metin çıkması durumunda Ankara’nın ciddi bir açmaz ile karşı karşıya kalması işten bile değildir. Bu görüşmeden Maindrof Beyannemesi gibi bir beyanname ve/veya Madrid Prensiplerinin çözüm sürecinde esas belge olacağına dair bir anlaşma metni çıkabilir.
Buna göre ortaya çıkan tablo şu şekilde olabilir: Türkiye şimdiye kadar Dağlık Karabağ’ı ön şart olarak öne sürmekteydi. Ancak Ermenistan’da da protokollerle ilgili özellikle “ortak komisyon konusunda” nispeten bir rahatsızlık vardı. Bu rahatsızlık diasporada da daha üst seviyelerdeydi. Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararı sonrasında Türkiye’nin “aradığı fırsatı bulmuş gibi” bu meselenin üstüne atlaması ve Erivan’a ön şartsız onay çağrısı Ermenistan’a manevra imkanı sağlayabilir. Ermenistan bu çağrılar sonrasında 25 Ocak 2010 tarihinde üç devlet başkanının bir araya geleceği toplantıda Azerbaycan ile bazı konularda anlaşması ve Rusya’nın da tarafların baskısı ile bir belgeye imza atması sonrasında uluslararası camia artık mahkemenin gerekçeli kararına bakmaz ve Türkiye’ye “protokolleri onayla” baskısını artırırlar ki, bu durumda Ankara’nın buna direnmesi mümkün olmayabilir. Hele ki, Anayasa Mahkemesi kararında protokoller Anayasa uygundur dedikten sonra gerekçesiz kararında Türkiye’yi rahatsız edecek maddelere yer vermesi kendi içerisinde tam bir oyun olabilir. Bu durumda ABD ve AB Türkiye’ye mahkemenin kararını ve Dağlık Karabağ konusunda imzalanan belgeyi gösterir ve gerekçeli kararı artık kimse dikkate almaz. Biz istediğimiz kadar “ama burada tarih komisyonu kurulamaz” deniyor, burada “Doğu Anadolu bölgemize Batı Anadolu” deniyor v.s. gibi serzenişte bulunalım. Kimse bizi dinlemez ve doğrudan protokolleri bu haliyle imzalamak durumunda kalabiliriz. Şu an geldiğimiz noktada Ermenistan ile Azerbaycan’ın örneğin beş bölgeden çekileceklerine dair bir belgeye imza atmaları durumunda Türkiye protokolleri bu haliyle imzalamaktan kaçamaz ki, bu da Türkiye’nin Ermeni politikasının diplomatik iflası anlamına gelir. Biz kısmen Karabağ barışına nail olmuş olabiliriz ama bu durumda;
1. “Soykırım Komisyonu kurulamaz-soykırım tartışılamaz” şeklindeki Ermeni tezini kabul etmiş oluruz.
2. Türkiye’nin Doğu Anadolu bölgesine “Batı Ermenistan” denmesini kabul etmiş oluruz.
3. Ermenilerin Kars anlaşmasını kabul etmediğini kabul etmiş oluruz.
4. Ermenistan Anayasası’nın atıfta bulunduğu bağımsızlık bildirgesini de kabul etmiş oluruz.
Protokollerin imzalandığı gün biz ısrarla Ermenilerin bu protokoller yürürlüğe girse bile asla sözde soykırım iddialarından vazgeçmeyeceğini, en iyi ihtimalde Erivan ile diasporanın iyi polis, kötü polis rolünü oynayacağını belirtmiştik. Aslında bu düşüncemizi son bir yıldır yazmakta ve söylemekteyiz. Ancak protokollerin imzalandığı 10 Ekim günü devletin televizyonuna çıkartılan uzmanlar! Uzun uzun sıfır sorun politikamızla artık Türkiye’nin sözde soykırım suçuyla suçlanamayacağı, Ermenilerin de barış istediği, Türkiye’nin diplomatik bir başarı sağladığı v.s. gibi adeta zafer sarhoşu olmuşçasına zorlama yorumlarda bulunmuşlardır. Bu tavrın genel olarak basınımızın bir kesiminde olduğu da görülmüştür.
Biz bu tavrı 9 Ekim 2009 tarihinde yazdığımız “İmza Krizi ve Protokol Bayramı Yapanların Hazırlıksızlığı” başlıklı makalemizde belirtmiştik. http://turksam.org/tr/a1819.html adresinde yayınlanan bu makalemizin tekrar okunmasında fayda görmekteyiz.
İsviçre’de imzalanması beklenen Türkiye-Ermenistan protokolleri ciddi bir krizle karşı karşıya kaldı. Bu ve bundan sonraki yaşanacak benzeri muhtemel krizler Ermenistan’ı yakından tanıyanlar için elbette beklenen bir gelişmeydi. Belki de bu süreçte beklenilmeyen husus Türkiye’de özellikle de bazı tv kanallarında yaşanan “Protokol Bayramı”ydı. Yorumcular son derece romantik, naif ve ümit doluydu. Ancak biz TÜRKSAM olarak yaptığımız analizlerde sürekli bu riske vurgu yapmakta, Türkiye’nin politikasını “her şey yolunda giderse” üzerine kurduğu, Ermenistan’ın uluslararası camiada sözüne çok fazla güvenilen bir ülke olmadığı, hatta bazı hususların Ermenistan’ı bile aştığı ve krizin Ermenistan tarafından ve/veya bölgedeki diğer güçler tarafından çıkarılabileceği vurgusunda bulunmuştuk. Maalesef bu konudaki haklılığımızı göstermek için çok fazla beklemedik ve daha imza aşamasında kriz çıktı. Krizin çıktığı saatlerde Haber Türk Tv kanalında yaptığımız analizde krizin imza sonrası konuşma metninde Türkiye’nin Dağlık Karabağ sorununa yapacağı vurguya Ermenistan’ın itirazı üzerine çıkmış olabileceğini belirttik ve nihayet haklı da çıktık. Krizin çözümünde de Ermenistan ile beraber Türkiye’ye baskı yapılacağı ve Türkiye’nin geri adım atmasıyla krizin çözüleceğini öngördük. Muhtemeldir ki, krizin çözümü de bu öngörümüzde belirttiğimiz senaryo üzerinde gelişecektir.
Bu kriz bize göstermiştir ki, Ermenistan’ı ve Dağlık Karabağ sorununu Türk bürokrasisi ve Türk uzmanları yeterince tanımamaktadırlar. Sorunun derinliğini ve detaylarını da anlamaktan uzak olunduğu görülmektedir. Dolayısıyla da bundan sonraki süreçte medyamızın ve hükümetimizin duyulmak istenen romantik ve naif sözler ve raporlar yerine gerçekçi analizlere ve risk uyarılarına kulak vereceklerini ümit ediyoruz. Zira bu kriz bizim “Protokol bayramı” yapanları çok hazırlıksız yakalamıştır.
Bu kriz yine bize göstermiştir ki, bu protokoller ve sonrasında yaşanacak süreç hiç de kolay olmayacaktır ve Türkiye için önemli riskler taşımaktadır. Bu sebeple aşağıda belirttiğimiz risklerin mutlaka dikkate alınması gerekmektedir.
Bu makaledeki “Protokoller Sonrasında Türkiye’yi Bekleyen Riskler” başlığı altındaki riskleri incelemekte fayda vardır.