Afganistan Seçim Sonuçları, Holbrooke ve Rasmussen’in Türkiye Ziyareti ve Yükselen Terör
Geçtiğimiz hafta dünya gündemini meşgul eden meselelerin başında Afganistan seçimleri geliyordu. Afganistan seçimleri, suni gündemler ve açılım tartışmalarının “yoğunlaştırdığı” Türkiye gündemi içerisinde de kendisine yer bulabilmişti. Seçimlerin gayri resmi sonuçlarının 24 Ağustos’ta açıklanması nedeniyle Afganistan yine dünyanın ve Türkiye’nin gündemindedir. Diğer taraftan Afganistan konusu ile bağlantılı olarak bu hafta Türkiye iki konuğu; ABD'nin Afganistan ve Pakistan özel temsilcisi Richard Holbrooke ve NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen’i ağırlamaktadır.
Afganistan’ın Beklenen Seçim Sonuçları Tasdik Edildi
Afganistan’da 20 Ağustos Perşembe günü yapılan Devlet Başkanlığı seçim sonuçlarının resmi olmayan ilk neticelerinin 22 Ağustos’ta alınabileceği açıklanmıştı. Ancak seçimlerde Karzai’ye karşı etkin bir rakip görüntüsü çizen eski Dışişleri Bakanı Abdullah Abdullah’ın bastırmasıyla ilk neticelerin 25 Ağustos Salı günü alınacağı duyuruldu. Ancak 24 Ağustos 2009 tarihinde Maliye Bakanı Ömer Zakhilval, başkent Kabil'de gazetecilere verdiği yemekte, Hamit Karzai'nin Afganistan’ın bütün bölgelerinden ortalama yüzde 68 oranında oy alarak seçimleri kazandığını ileri sürdü.
Seçimler öncesinde gerek Türkiye’de ve gerekse de dünyada ısrarla şu husus vurgulanıyordu: “Mevcut Başkan Karzai favori aday olsa da katılım oranının düşük olması sebebiyle seçimler ikinci tura kalacaktır ve ikinci turda da Abdullah Abdullah kazanacaktır.” Biz TÜRKSAM olarak seçimler öncesi ve esnasında hem web sitemizde ve televizyon kanallarında yaptığımız analiz ve değerlendirmelerde şu hususa vurgu yaptık: “Seçimlerin ikinci tura kalması Abdullah Abdullah’ın şanssını artırabilir ancak seçimlerin ertelenmesi Afganistan’ı en az iki aylık bir belirsizliğe sürükleyecektir. ABD için bölgede demokratik seçimlerden daha fazla istikrarlı bir Afganistan tercih edileceği için seçimler ikinci tura bırakılmayacak ve ilk turda Karzai kazandırılacaktır.” Diğer taraftan Karzai son derece başarılı koalisyonlar yapmıştır. Türkiye’ye sürgüne gönderilen Özbek General Abdürraşid Dostum’u son anda Afganistan’a davet ederek desteğini almıştır. Diğer taraftan Karzai yerel savaş ağaları, uyuşturucu baronları ve aşiret liderleri ile de güçlü koalisyonlar sağlamıştır. Bu koalisyonların üyeleri hem yerel güce ve hem de maddi imkânlara sahiptirler. Seçimleri ise özellikle Afganistan gibi yerlerde yerel güç ve para kazanmaktadır. Buna ilaveten bir de ABD’nin desteği ve devletin imkanları da Karzai’nin emrine verilmiştir. Bu sebeple de Karzai’nin bu seçimleri kazanmaması pek mümkün görülmemektedir.
Karzai için seçimi kazanmak kadar meşruiyetini sağlamak da önemlidir. Abdullah Abdullah’ın seçimlere hile karıştırıldığı ve sonuçlara itiraz edecekleri şeklinde açıklamaları endişe yaratmıştır. Zira Afganistan’da seçimlere itiraz etmek amacıyla sokaklara çıkacak insanlar diğer ülkelerdeki gibi ellerinde pankart taşımaz; Kalaşnikof taşırlar. Bu ise Afganistan’ı Taliban’dan daha tehlikeli bir sürece sokabilir. Bu sebeple de Batı ile sağlam ilişkileri olan Abdullah Abdullah’ın bunu göze alabileceği düşünülmemektedir. Neticede beklediğimiz gibi Karzai seçimleri kazanmıştır. Ancak Maliye Bakanı’nın verdiği yüzde 68’lik oy oranı kulağa abartılı gelmektedir. Karzai’nin Afganistan şartlarında bu oranda oy alması pek olası gözükmemektedir.
NOT: Bu yazı kaleme alındıktan sonra Afganistan Seçim Komisyonu tarafından bir açıklama yapılmıştır. Bu açıklamaya göre ülkede kullanılan oyların ancak yüzde 10'u sayılabilmiştir. Yüzde 10’luk seçim sonuçlarına göre; seçimlerde Karzai yüzde 40.6, Abdullah ise yüzde 38.7 oy almıştır. Eğer seçim sonuçlarında bir değişiklik olmazsa ve seçim bu çerçevede neticelenirse hiçbir aday yüzde 50’nin üzerine çıkamadığı için seçim ikinci tura kalır ve ikinci turda ise Abdullah daha şanslı konuma yükselebilir. Ancak biz yine de ilerleyen zamanlarda Karzai’nin oylarını giderek artıracağı ve seçimleri ikinci tura bırakmadan kazanacağını düşünüyoruz. Aksi olması durumunda ABD’nin Afganistan’da çok ciddi bir politika değişikliğine gideceği sonucu çıkarılabilir.
ABD'nin Afganistan ve Pakistan Özel Temsilcisi Richard Holbrooke’un Türkiye Ziyareti
ABD Başkanı Barack Obama’nın Afganistan-Pakistan Özel Temsilcisi Richard Holbrooke, 24 Ağustos 2009 tarihinde iki günlük bir ziyaret için Türkiye’ye geldi. Holbrooke’un Türkiye ziyaretinin görünürdeki amacı İstanbul’da yapılan “Demokratik Pakistan’ın Dostları” grubunun toplantısına katılmaktı. 20 ülke ve 6 uluslararası kuruluşun temsilcilerinin katılacağı toplantının açılışı Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile Pakistanlı mevkidaşı Şah Mehmed Kureşi tarafından yapılacaktır. Aralarında Türkiye'nin de bulunduğu "Demokratik Pakistan Dostları Grubu", Pakistan'ın 'demokratik, ileri, refah ve hukuk devleti' vizyonunun gerçekleşmesine destek amacıyla oluşturulmuştur. İlki 17 Nisan 2009 tarihinde Tokyo'da gerçekleştirilen toplantıda, Pakistan'ın ekonomik refahının artırılması için geliştirilen projelerin yanı sıra, terörle mücadele konusunun da ele alınması hedeflenmektedir.
Holbrooke Türkiye’ye gelmeden önce Afganistan ve Pakistan’a ziyaretler yapmış ve seçimlerin herhangi bir kazaya uğramaması için ciddi çaba sarfetmişti. Holbrooke Afganistan’da seçimleri yapmıştı ama asıl sorun şimdi başlıyordu. Zira ABD’nin mücadelesinde yeni bir dönem başlıyordu ve bu mücadele de ABD’nin istediği yerel destek ve muharip güç unsurlarını verebilecek bölgedeki tek güç de Türkiye’dir. Dolayısıyla da Holbrooke’un Türkiye’ye gelmesinin asıl amacının Afganistan için Türkiye’den muharip asker istemek olduğu düşünülmektedir. Bilindiği üzere Bush Yönetimi döneminde Türkiye’den “daha fazla katkı ve muharip asker” talebi olmuştu ama o dönem Türkiye bunu reddetmişti. Şimdi Dışişleri Bakanlığımızca yalanlanmasına rağmen ABD’nin Afganistan’da en çok ihtiyaç duyduğu savaşacak asker gönderilmesi hususu bugün Türkiye ile ABD arasındaki en önemli pazarlık unsurlarından birisi haline gelmiştir.
Obama yönetiminin dış politikasındaki en önemli konu olan Afganistan meselesi, aslında iç politikada giderek desteği düşen Obama yönetiminin en önemli sınavı haline de gelmiştir. Zira ABD’nin müttefikleri Irak’tan asker çekmekte ve Afganistan’dan da asker çıkarmayı konuşmaktadır. Yeni asker gönderilmesi fikrine de bu ülkeler sıcak bakmamaktadır. Diğer taraftan NATO’nun ABD’den sonraki en büyük askeri gücü olan Türkiye’nin Afganistan’da neden daha fazla asker ve muharip asker bulundurmadığı hususu da NATO’nun diğer üyeleri tarafından sürekli sorgulanır hale gelmiştir. Geçtiğimiz hafta düzenlenen saldırılarla Afganistan’daki asker kaybı 200’e ulaşan İngiltere’nin bu sorgulamada ön sırada yer aldığı da görülmektedir.
New York Times gazetesinde yayınlanan bir haberde, Amerikalı komutanların ABD'nin Afganistan ve Pakistan özel temsilcisi Richard Holbrooke'a ''görevlerini yerine getirmek için birliklerin yetersizliğinden yakındıkları'' belirtilmektedir. Yine Hürriyet Daily News gazetesine özel bir mülakat veren Afganistan’ın Ankara Büyükelçisi Mesud Halili, Türkiye'nin daha fazla asker göndermesinin önem taşıdığını söylemiştir. "Türkiye'nin daha fazla asker göndermesi ve ortak düşman El-Kaide ve Taliban'a karşı NATO ve Afgan ordusuyla omuz omuza mücadele vermesi son derece önemli" diyen Büyükelçi, Afgan halkının Türkiye'ye güvendiğini belirtmiştir. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un ABD ziyareti esnasında ABD Genelkurmay Başkanı, Türkiye bizi PKK konusunda ne kadar sıkıştırıyorsa biz de onları bir o kadar Afganistan konusunda sıkıştırıyoruz demişti.
Bütün bu açık beyanlara rağmen Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Holbrooke ile görüşmesinde Afganistan'a asker gönderilmesi konusunun gündeme gelmeyeceğini açıklamıştır. Davutoğlu “ABD'den bir asker talebi olmadığını" yineleyerek şöyle konuşmuştur: “Zaten NATO yükümlülükleri, NATO zemininde konuşulan hususlardır ve o konuda Türkiye üstlendiği yükümlülükleri doğal olarak yerine getiriyor. Yani komutayı aldığımızda asker sayımız doğal olarak artıyor, özel bir çaba, özel bir birlik isteniyormuş gibi bir hava yok. Türkiye'nin Afganistan'a yaptığı katkı ISAF çerçevesindedir. Türkiye şu anda Afganistan'ın istikrarına en ciddi katkı yapan ülkedir, bunu da herkes biliyor."
Her ne kadar Sayın Davutoğlu inkâr etse de perde arkasında Türkiye’nin sahaya inmesi için ABD tarafından ciddi baskıya maruz kaldığı açıktır. Türkiye’den daha fazla asker istenmektedir. Muhtemeldir ki, Türkiye bunu kabul edecektir. Bunun formülü ise artık bellidir. ISAF komutası Türkiye’ye verilerek otomatik olarak daha fazla asker ve hatta muharip güç de alınacaktır.
Afganistan'da Türkiye özellikle 2001'deki ABD işgali ardından oluşan durumda askeri idari anlamında önemli görevler üstlenmektedir. NATO kapsamında bu ülkede bulunan Türk birlikleri insanî yardım ve güvenliğin sağlanması görevlerini yerine getirmekte ve çatışma bölgelerinde görev yapmamaktadır. Dışişleri Bakanlığı'nın internet sitesine göre Şubat 2009 itibariyle Afganistan'da yaklaşık 800 Türk asker bulunmaktadır.
NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen’in İftar Ziyareti
Eski Danimarka Başbakanı ve yeni NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın vereceği iftar yemeğine katılmak için Perşembe günü Türkiye’ye gelecektir.
Hatırlanacağı üzere Anders Fogh Rasmussen NATO Genel Sekreterliği görevine getirilmeden önce Danimarka Başbakanlığı görevini icra ediyordu. Rasmussen bu görevi esnasında Türkiye’nin AB üyeliğine sorun çıkarmakta, PKK terör örgütünün terör propagandasını yapan televizyonunun Danimarka topraklarından yayın yapmasına izin vermekte ve daha da tehlikelisi Hz. Muhammed’i (sas) tasvir eden karikatürleri yayınlayan Jyllands-Posten adlı gazeteye “basın özgürlüğü” çerçevesinde sahip çıkmaktaydı. Bütün bunları yapan Anders Fogh Rasmussen, yeni konseptinde, İslam coğrafyasında, radikal İslamcı terör gruplarıyla mücadele kararı alan NATO’nun Genel Sekreteri seçilmiştir.
Türkiye, teröre yataklık yapan ve İslam dünyasına hakaret eden birisinin NATO Genel Sekreteri olamayacağı gerekçesiyle haklı olarak Rasmussen’in adaylığına başlangıçta karşı çıkmıştır. Ancak NATO’nun ikinci en büyük gücü olan Türkiye’nin karşı çıkışı en fazla üç gün sürmüş ve Türkiye kısa sürede “ikna” edilerek Rasmussen’in NATO Genel Sekreteri seçilmesi sağlanmıştı. O dönem Türkiye’ye bir NATO Genel Sekreter Yardımcılığı görevi de dahil olmak üzere bir çok şey vaat edilmişti. Ancak geçen süre zarfında bu vaatlerin hangisinin gerçekleştiği hususu netlik kazanamamıştır. Özellikle de NATO Genel Sekreter Yardımcılığı görevi konusundaki vaat ve PKK terör örgütünün yayın organının (Roj Tv) Danimarka’dan yapılan yayınlarının durdurulması konusunda herhangi bir girişim yapılmamıştır. Bu girişim yapılmadığı gibi Rasmussen, seçildikten sonra, Danimarka’da basın özgürlüğü olduğunu söylemekten de geri kalmamış, İslam dünyasından özür konusunda da herhangi bir adım atmamış ve böylesi bir adım atmayacağını da deklare etmiştir.
Türkiye ve İslam dünyası açısından pek de iç açıcı bir özgeçmişe sahip olmayan Anders Fogh Rasmussen, İslam dünyasının kutsal değerlerini ifade eden bir iftar yemeğine katılmak için Ankara’ya gelmeye hazırlanmaktadır. Genel Sekreter olan Rasmussen, göreve başlamasının ardından ilk olarak Türkiye'yi ziyaret edeceği sözünü vermiş, "Müslüman ülkelerle el sıkışmak arzusundayım" ifadesini kullanmıştı. Şimdi Rasmussen bu sözünü yerine getirmek için Adalet ve Kalkınma Partisi Ankara İl Teşkilatı'nın iftar programına katılacak sonrasında ise Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakan Ahmet Davutoğlu’yla görüşecektir.
NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen’in Türkiye ziyaretinde Irak, deniz korsanlığı gibi birçok konu görüşülecek olsa da gündemin ana maddesini Afganistan oluşturacaktır. Zira hem NATO ve hem de ABD, Afganistan’da zor günler geçirmektedir. Uluslararası Güvenlik ve Destek Gücü ISAF bünyesindeki ülkeler askerlerini Afganistan’dan geri çekme konusunu harıl harıl tartışmakta ve yeni asker göndermek istememektedirler. Ünlü süpekülatör George Soros’un ifadesiyle “en değerli ihraç malı askeri” olan Türkiye’den Afganistan için ek asker ve muharip güç istenmektedir. Bu sürece paralel olarak Türkiye’nin iki dönem başarılı bir şekilde sürdürdüğü ISAF komutasını yeniden devralması da gündemdedir.
Dünyada Yükselen Terör ve Açılım Tartışmaları
Terör maalesef küreselleşmiştir. Irak’taki terörü Afganistan’dan, Pakistan’dan bağımsız düşünmek mümkün değil. Hatta bu sürecin Rusya’yı da olumsuz etkilediği düşünülmektedir. Zira Rusya’da da terörün yükselen dalgasından bahsedebiliriz. Son günlerde Irak’ta artan terör ABD’nin çıkışını sorunlu hale getirmek ve diğer taraftan da çekilme sonrasında güç paylaşımından etkin çıkmak ve elbette planlanan seçimi etkilemek gibi amaçlar gütmektedir.
Terörün küresel düzeyde yükseliş gösterdiği bir ortamda Türkiye’deki açılım tartışmalarına da değinmek gerekir. Zira Türkiye cam fanus içerisinde yaşamamaktadır. Türkiye’nin başlattığı bu açılımın ana hedefi, bugün küresel bir terör örgütü haline gelmiş olan PKK terör örgütünü bitirmektir. Ancak Irak’ta ve hatta Irak’ın kuzeyinde terör etkisini arttırırken açılım yapmak son derece risklidir. Zira dünya tecrübesi bize açılımların terörün düşüşe geçtiği ortamlarda yapıldığını göstermiştir. Oysa hem Türkiye’de ve hem de dünyada terörün zirve yaptığı bir dönemden geçmekteyiz. Bu açıdan bakıldığında açılım çabalarının zamanlama konusunda ciddi bir hesap hatası yapıldığı düşünülmektedir.
Öte yandan, açılım tartışmalarının doludizgin gittiği bir ortamda Türkiye’de siyaset etnik kökene doğru kaymaktadır. Seçim sürecinde Afganistan’daki sorunların temelinde bir ulus olma bilincinden uzak olunmasının ve seçimlerde etnik kökenlerin ön planda tutulmasının bulunduğu teşhisini koymuştuk. Maalesef şimdi benzer bir sürecin Türkiye’yi tehdit ettiği görülmektedir. Zira Türkiye’de TBMM çatısı altında siyaset yapan DTP’nin Türkiye partisi olma yerine Kürtlerin siyasi temsilcisi olduklarını daha sık vurgulamaya başlamaları bir yana Çerkez sürgününün 150. yıldönümü olan 25 Mayıs’ta Türkiye’de yeni partinin kurulması ve şimdi de Alevilerin partileşme çalışmalarını başlatmaları, riskli bir gidişata işaret etmektedir. Bunu muhtemelen diğer etnik unsurların partileşme süreçleri izleyecektir. Bu durum açılım tartışmalarının gözden kaçan ama en tehlikeli boyutunu oluşturan husustur.