Transatlantik Ekseninde Çin’e Yönelik Yaklaşımlar
Küresel ekonomide önemli bir yere konumlanmış olan Çin ile ilişkiler, transatlantik ekseninde rekabet, iş birliği, ekonomi ve güvenlik gibi birçok unsuru içinde barındırıyor.
Öncelikle ‘transatlantik’ terimini ve jeopolitik önemini açıklamak gerekir. "Transatlantik" terimi genellikle Atlas Okyanusu'nu geçen veya Avrupa ve Kuzey Amerika kıtalarının arasındaki ilişkileri ifade eden bir bağlamda kullanılır. Bu terim genellikle politika, ekonomi, kültür ve güvenlik gibi birçok alanı içeren geniş bir kapsama sahiptir. Transatlantik sınırlarının politik ve diplomatik kapsamı genellikle Avrupa Birliği ülkeleri ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki siyasi ve diplomatik bağları ifade eder. Bu, NATO gibi uluslararası örgütlerde iş birliği, stratejik ortaklık ve politika koordinasyonunu içerebilir. İktisadi açıdan ise Avrupa ve Kuzey Amerika arasındaki ticaret, yatırım ve ekonomik iş birliği anlamına gelir. Bu bağlamda, serbest ticaret anlaşmaları, ortak projeler ve ekonomik entegrasyon çabaları transatlantik ilişkilerin bir parçasını oluşturmaktadır. Ayrıca transatlantik güvenlik, terörle mücadele, siber güvenlik, savunma iş birliği ve uluslararası krizlere müdahale gibi konuları içerir. NATO, transatlantik güvenliğin önemli bir unsuru olarak kabul edilir. Bunların yanı sıra enerji güvenliği ve çevresel sürdürülebilirlik, transatlantik ilişkilerin bir diğer önemli boyutudur. İki kıta arasındaki enerji kaynaklarına erişim, enerji politikalarının koordinasyonu ve çevresel konularda iş birliği transatlantik bağları güçlendirebilir.
Bu alanlar, transatlantik ilişkilerin geniş kapsamını temsil eder ve dünya genelinde önemli bir stratejik iş birliği alanını oluşturur. Bu bağlamda, transatlantik terimi genellikle Avrupa ve Kuzey Amerika arasındaki bir dizi çok taraflı ilişkiyi ifade eder. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği’nin küresel açıdan birçok konuda belirleyici ve şekillendirici misyonu göz önünde bulundurulduğunda bu hattın önemi daha net anlaşılmaktadır.
Çin yükselen gücü ile birlikte rekabet ekseninde transatlantik ekonomi ve güvenlik gündeminin en üst sıralarında yer almaktadır. Amerika Birleşik Devletleri, 2022 Ulusal Güvenlik Stratejisi'nde Çin ile stratejik rekabetini vurgulayarak, Çin'in "uluslararası düzeni, küresel oyun alanını kendi yararına çeviren bir düzen lehine yeniden şekillendirme niyetini ve giderek artan bir şekilde kapasitesini barındırdığı" konusunda uyardı. ABD, Çin'in yükselen gücü ve bölgesel etkisi nedeniyle transatlantik müttefikleriyle birlikte Çin'e karşı ortak bir politika geliştirmeye çalışabilir. Ancak, ABD ve Avrupa ülkeleri arasında Çin politikasında bazı farklılıklar ve çıkar çatışmaları da yaşanabilir. AB, Çin ile ekonomik iş birliği yaparken aynı zamanda insan hakları, demokrasi ve diğer konularda endişelerini dile getirebilir. AB, Çin ile olan ilişkilerini dengelemeye çalışarak transatlantik ortaklarıyla uyumlu bir politika yürütmeye çabalamaktadır.
Çin’in büyüyen ekonomisi ve küresel rekabetteki payı göz ardı edilemez hale gelmiş, ABD eski Başkanı Barack Obama döneminde bu yönde politikalar yürütülmüştür. Çin’in küresel ve bölgesel ekonomik önemini kabul eden "Asya politikasına dönüş" ile mercek altına alınmıştır. Obama yönetiminin yaklaşımının önemli bir parçası, "Çin'i, ekonomik politikalarının uluslararası yükümlülükleriyle tutarlı kurallara dayalı eşit bir oyun alanı oluşturmasını sağlamaya teşvik etmek" olmuştur. Ancak ABD eski Başkanı Barack Obama sonrasında iktidara gelen eski Başkan Donald Trump'ın yönetimi sırasında (2017-2021) ilişkiler gerilmiş, rekabet ortamı kızışarak meydan okuma gerçekleşmiştir. Avrupa Birliği’nde de bir jeopolitik ve diplomatik açıdan Çin'e bakış "stratejik ortak" iken "müzakere ortağı" olarak değişerek, "ekonomik bir rakip" halini almıştır.
Çin’in Afrika ve Orta Doğu açılımları Avrupa ve ABD’yi rahatsız ettiği çok açıktır. Ancak bu endişeler çerçevesinde transatlantik iki yakasında gelecekte Çin'e karşı transatlantik bir politika yakınlaşması görüp görmeyeceğimizi belirleyecek birkaç eğilim var: Çin diplomasisi, Çin'e aşırı bağımlılık, Çin-Rusya İlişkisi.
Çin diplomasisine bakıldığında, Çin'in uluslararası ilişkilerde artan iddiası, büyük güç statüsü, müttefik arayışı ve kazanımları Pekin'in dış politikasının dönüştürücü ve güçlendirici bir unsuru haline geldi. Kuşak Yol Projesi ve muhtelif ticari hamleler Çin'in küresel ekonomik sistemde gücünü yansıtmasına ve üstünlük kazanmasına olanak sağladı. Çin ekonomisi daha devlet güdümlü hale geldi ve Çinli liderler Batı'nın liberal değerlerini daha açık bir şekilde reddettiler. Bu durumdan rahatsız olan AB liderleri, Çin'deki insan hakları ihlalleriyle ilgili endişelerini dile getirdiler. Ancak bu tarz propagandalar yükselen Çin gerçeğini değiştiremedi; Çin’e olan bağlılığı da değiştirmedi. Gelişmiş Batı ülkelerinin sanayisizleşmesi ve üretimin ve teknolojinin Çin'e devredilmesi, Çin'in taşeronlaştırılması iktisadi açıdan aşırı bağımlılık yaratmıştı. AB ve dünyanın geri kalanı, II. Dünya Savaşı'nın sona ermesinden bu yana küresel durgunlukla karşı karşıya kalırken, Çin ekonomisi 2020 ve 2021'de pozitif büyüme oranları elde eden tek ekonomi oldu ve Çin ihracatı benzeri görülmemiş bir seviye olan 3,4 trilyon dolara ve küresel ihracatın yüzde 18'ine ulaştı.
Çin’in Rusya ile ilişkilerine bakıldığında, Çin'in Rusya'nın stratejik ortağı olarak rolü, Ukrayna'nın işgalini kınamaması ve Rusya'ya verdiği gizli destek, Avrupa çevrelerinde Pekin'e karşı daha fazla güvensizliğe yol açan başka bir durumdur. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, Avrupa’nın güvenlik temellerini sarsarken Rusya’ya uygulanan ambargolar dolayısı ile Rusya-Çin arasındaki ilişkiler daha da sıkı hale gelmiştir. Çin'in ucuz ürünlerine dayanan iş modeli için Rusya'nın ucuz enerjisi önemli bir fırsat olmuştur. Aynı zamanda Avrupa’nın gıda ve enerji güvenliği büyük bir problem haline gelmiştir.
ABD’de Çin’in potansiyeline karşı mevcut karşıtlık istihbarat konularını da etkilemiştir. Biden yönetiminin Çin'e yaklaşımına bakıldığında, "olması gerektiğinde rekabetçi, mümkün olduğunda işbirlikçi ve gerektiğinde düşmanca" olması, Çin’e olan bağlılıklar göz önünde bulundurularak oldukça temkinli yaklaşım içermektedir.
Çin'e karşı transatlantik bir ortak yaklaşım elde etmek için, ortaklar arasındaki yakınlaşma ve ayrışma alanlarına bakmak ve farklılıkları azaltmaya, ABD ile AB'yi yakınlaştırmaya çalışmak önemlidir. İki ortak, NATO aracılığıyla güçlü güvenlik bağlantılarına ve 6,2 trilyon dolardan fazla karşılıklı yatırım ve 1,3 trilyon dolarlık yıllık ticaret ile derin bir ekonomik bağa sahiptir ve bu da diğer tüm ortaklıkları gölgede bırakmaktadır. Çin politikası söz konusu olduğunda, Washington ve Brüksel'in insan hakları, Çin'in zorlayıcı diplomatik ve küresel rekabet ile ilgili endişeler konusunda önemli bir ortak zemini var. Ancak gelinen noktada hem rekabet ortamı hem de Çin’e bağlılık uzun vadede belirgin bir strateji oturtulmasına engel olmaktadır.