İnsani Müdahale ve Suriye
Giriş
İnsani müdahale kavramının uluslararası hukukta evrensel olarak kabul görmüş, kesin ve yasal bir tanımı yoktur. Bununla birlikte, birçok farklı bilim adamı farklı tanımlar bulmuştur. Bu durum insani müdahale konusunda birçok tartışmanın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Örneğin; bu kavramın insan hakları ihlallerini en aza indirmek ve sivil halkın korunmasını sağlamak için uygulanan güç kullanımı şeklinde bir açıklaması vardır (Zehra & EMİNOĞLU). Başka bir tanıma göre insani müdahale; 1990'lı yıllarda başlayan, insani gerekçelerle hareket eden ve bir devletin tam rızası olmadan gerçekleştirilen askeri müdahaledir (Weiss, 2016). Burada devletin tam rızası olmadan bir çatışmanın tanımı, insani müdahalenin en tartışmalı konularından birine işaret etmektedir. Başka bir açıklamaya göre; insani müdahale askeri müdahaleden ayırt edilmiştir. Birleşmiş Milletler uluslararası alanda güç kullanımı konusunda net olduğu için, insani müdahalenin sadece askeri müdahale olarak değerlendirilemeyeceği açıklaması da vardır (Hehir & Murray, 2013).
İnsani Müdahale
İnsani müdahalenin uygulandığı bazı durumlarda bu kavramın kağıt üzerinde aktarıldığı gibi olmadığı görülmüştür. BM Şartı'nın 51. maddesi uyarınca güç kullanımı kesinlikle yasaktır, ancak meşru müdafaa gibi bazı durumlarda istisnalar yapılmaktadır. BM, insani hedeflerin önce geldiği ve insani müdahalenin gerekli olduğu NATO gibi kuruluşlarla iş birliği yapabilir.
İnsani müdahale kavramının gelişmesinden bu yana, bazı sorulara cevaplar aranmıştır. Müdahale sonucunda özellikle askeri güç kullanımı ile ortaya çıkabilecek sorunlar, sık sık müdahale edilip edilmemesi gerektiği sorusuna neden olmuştur. Aynı zamanda insani müdahalenin yönlendirileceği yerlere göre hareket eden ülkeler ve bu yerde yaşayan halklar arasındaki farklılıklar bu kavramın tanımını bulanıklaştırmıştır. Öte yandan insani müdahalenin kapsamı da bir diğer soru işaretidir. Bu bağlamda askeri gücün mü kullanılacağı yoksa bu güç kullanımının derecesinin mi önemli olduğu tartışmalara yol açmıştır. Güvenlik Konseyi'nin bu konuda yetki almasıyla bu sorular bir süre gündemde yer tutmasa da, özellikle 1990'ların sonlarında benzer kaygılar yeniden gündeme geldi. Bu kaygılar, Koruma Sorumluluğu İlkesi’nin oluşmasında ve geliştirilmesinde de rol oynamıştır. Bu ilkeye göre, halkların korunması için askeri müdahaleye gerek kalmadan vahşetin önlenmesi önemlidir. Aynı zamanda, sivil nüfusun öncelikli olarak korunmasını sağlamak için uluslararası bir ortaklık gereklidir (Welsh, 2004).
Libya
İnsani Müdahale ve Koruma Sorumluluğu İlkesi göz önüne alındığında, ilk olarak Libya örneği akla gelmektedir. Libya'ya yapılan müdahalelerle ortaya çıkan insani müdahale konusundaki iyimser düşünceler ve olumlu tutumlar, Suriye krizine herhangi bir müdahalenin başlamaması nedeniyle kısa sürede tersine dönmüştür. Libya örneğine baktığımızda insan hakları ihlalleri iddiaları ve rejimin soykırım yapabileceği endişeleri dikkate alınarak askeri müdahalenin büyük bir hızla gerçekleştirildiğini görüyoruz (Hehir & Murray, 2013). Ancak Suriye'de soykırıma kadar varan şiddet eylemleri ve her türlü insan hakları ihlali tüm delilleriyle ortaya konulmasına rağmen somut bir müdahale gözlemlenmemiştir.
Suriye
Suriye örneğini yakından incelediğimizde, Suriye krizinin ilk aşamalarında insani müdahalenin gerçekleştirilmesi konusunda yoğun tartışmalar yaşandı. Koruma Sorumluluğu İlkesi’nin askeri müdahale için belirlenen eşiği aşmış olmasına rağmen, Suriye'deki insani krize yönelik bir müdahalenin yapılmaması, bu tartışmaların artmasına neden olmuştur. Bu durum ilk olarak Suriye'ye özgü koşulların ve uluslararası siyaset hareketlerinin herhangi bir müdahaleye tam olarak izin vermemesi ile açıklanmaktadır. Suriye'deki insani kriz, askeri bir insani müdahale için yeterli ortama sahiptir. Yaygın medeni hakların kaybıyla sonuçlanan kimyasal silah kullanımı, etnik temizlik, insanlığa karşı suçlar, soykırım ve benzeri katliamlar, Suriye'deki insani krizde belgelenen olaylardır (Weiss, 2016). Bu bağlamda, öncelikli amacı sivillerin korunması olan İnsani Müdahale ve Koruma Sorumluluğu Doktrini’nin, hukuki zemini ne olursa olsun, insani krizi sona erdirecek askeri harekâtı neden ortaya koyamadığı büyük bir ikilemdir.
Koruma Sorumluluğu İlkesi’nin ilk askeri uygulamalarından birinin gerçekleştirildiği Libya, Suriye’ye müdahale etmeme durumunu meşrulaştırmak için kullanılmıştır. Bu ülkede var olan ve yaşanabilecek insan hakları ihlalleri gerekçesiyle gerçekleştirilen bu örnekler, askeri müdahale ile rejim değişikliğine yol açtığı gerekçesiyle ağır eleştirilere maruz kalmıştır. Bu eleştirilerden hareketle Suriye krizine müdahale etmeme hakkını savunanlar, Suriye'deki krizlerin aynı dönemde ortaya çıkması ve çok daha büyük bir insanlık trajedisine yol açmasına rağmen, müdahalelerin olumsuz sonuçlarına odaklanmışlardır.
Suriye'deki insani krize müdahale etmemenin bir diğer önemli nedeni de yine Libya ile ilgilidir. Libya'ya yapılan müdahalelerin sonuçlarına göre maliyet-fayda analizleri yapılmış ve Suriye'ye müdahale edilmemesi için bu analizler ortaya konulmuştur. Bu analizler için Libya'ya askeri müdahalede kullanılan teçhizatın maliyetleri hesaplanmış, ardından maliyetlerin faydalardan fazla olduğu gerekçesi Suriye krizine müdahale edilmemesi için ortaya atılmıştır. Farklı bir bakış açısıyla, müdahale edilen ülkelerin müdahale sonrası durumları da analize dahil edilmiştir. Buna göre, bir ülkeye müdahale etme ve istikrarı sağlama amacı birincil hedef olarak yansıtılmıştır. Örneğin; 2011 Libya müdahalesinden sonra bu ülkeye müdahale eden yabancı askerlerin ülkeye verdiği zarar ortaya konulmuştur. Buna göre, insani müdahale amacıyla girilen ülkelerin zarar gördüğü fikri ortaya çıkmıştır (Morris, 2013). Bu durumdan yararlanarak Suriye'ye müdahale etmemek için dış müdahale olmadan toplumların daha istikrarlı olacağı ve daha az şiddete karışacağı fikrine odaklanılmıştır.
Öte yandan Suriye'de müdahale etmeme durumunda da tıpkı müdahale durumlarında olduğu gibi ahlaki ve insani ilkeler rol oynamış ve bu ahlaki ilkeler müdahale etmeme sebebi olarak gösterilmiştir. Libya ve Suriye krizleri bu durumun güncel örnekleridir. Koruma Sorumluluğu İlkesi’nin Libya'da kullanılmasından sonra, Kaddafi rejiminin soykırım ve toplu katliamlara karışabileceği şüpheleri ortaya çıkmıştır. Suriye'de soykırım da dahil olmak üzere birçok katliam olmasına rağmen bu şüpheler kullanılarak hiçbir müdahale uygulanmamıştır. Koruma Sorumluluğu İlkesi Libyalıları insan hakları ihlallerinden kurtarmak için askeri müdahalenin kullanılmasını sağlarken; Suriyelilerin kaderlerine terk edilmeleri için meşru bir temel oluşturmaktadır.
Değerlendirme
Libya krizinde yaşananlar nasıl farklı bir şekilde aktarılıp Suriye krizinde kullanılmışsa, Suriye krizinde yaşananlar da gelecekteki insani krizler için kullanılabilir. Dünya tarihinin en büyük insanlık trajedilerinden biri olarak adlandırılacak kadar büyük bir kriz durumunda bile müdahale yapılmaması, bundan sonraki krizlere müdahale etmeme meşruiyeti kazandırabilir. Nitekim Suriye krizindeki insani tabloya ilişkin verilere baktığımızda, insan kayıpları ve sivil ölümleri sayısının trajik boyutu, çatışmalar sonucunda yerinden edilen insan sayısı ve yaygın insan hakları ihlalleri karşımıza çıkmaktadır. Bu tür büyük çaplı olaylara bile müdahale edilmemesi, insani müdahalenin kapsamı konusunda gelecekte yapılacak tartışmalarda örnek olarak kullanılacaktır.
Kaynakça
AKSU, Z & EMİNOĞLU, A. Bm İnsani Müdahale Kararları Ve Nato’nun Libya Müdahalesi. ASSAM Uluslararası Hakemli Dergi, 322-330.
HEHIR, A. 2013. Humanitarian intervention: an introduction, Macmillan International Higher Education.
MORRIS, J. 2013. Libya and Syria: R2P and the spectre of the swinging pendulum. International Affairs, 89, 1265-1283.
WEISS, T. G. 2016. Humanitarian intervention, John Wiley & Sons.
Welsh, J. M. (2004). Humanitarian intervention and international relations: Oxford University Press on Demand.